Büyük evin küçük hanımefendisi. Джек ЛондонЧитать онлайн книгу.
076.jpg"/>
Zamanının en ünlü yazarlarından olan Jack London, 12 Ocak 1876’da San Francisco’da fakir bir ailede, istenmeyen bir çocuk olarak dünyaya geldi. Çocukluğu boyunca çeşitli işlerde (gazete satmak, fabrika işçiliği, kaçak istiridye avcılığı vb.) çalışmak zorunda kaldı. Maddi yetersizlikler nedeniyle düzenli bir eğitim alamayan London, 14 yaşında okulu bıraktı. Önce Japonya’ya giden bir gemiye tayfa olarak yazıldı, sonra da demiryollarındaki serserilerin arasına katıldı. Bu dönemde kimi zaman yürüyerek kimi zaman trenle Amerika’yı baştan aşağı dolaştı. Serserilik nedeniyle 30 gün hapis yattı. 19 yaşındayken eğitimine yeniden başlayarak dört senelik liseyi bir senede bitirdi ve bir yazar olarak mezun olmak istediği Berkeley Üniversitesi’ne kabul edildi; ancak burada da maddi yetersizlikler nedeniyle yarım dönem sonunda okulu bırakmak zorunda kaldı. 21 yaşındayken eniştesiyle beraber Klondike Altın Avı’na katıldı. Burada sağlığı kötüye giden London, iskorbüt hastalığına yakalandı ve dört dişini kaybetti.
Altın avından sosyalist olmaya doğru bir eğilimle ayrılan London, yazarak para kazanmayı kafasına koydu. O dönemde gelişmekte olan yeni basım teknolojisi sayesinde baskı mali-yetleri düşünce daha fazla edebiyat dergisi basılmaya başlamış ve bu da dergilerde yer alan kısa hikâyelere bir ilgi doğmasına yol açmıştı. Bu dönemde Jack London da çokça kısa hikâye yazdı ve bunlardan iyi bir gelir elde etmeye başladı. 1904 yılında, yani 28 yaşındayken savaş muhabirliği yaptı ve Rus-Japon savaşı hakkında yazdı. 1905 yılında Kaliforniya’da bir çiftlik satın aldı ve kendisini bu çiftliğe adadı. Hatta bu dönemde artık yazma uğraşını dahi çiftliğini büyütebilme ve geliştirebilme adına finans sağlaması için yaptı, ancak çiftlik işinde başarısız oldu. London, 22 Kasım 1916’da çiftliğinde böbrek yetmezliği dolayısıyla hayata gözlerini yumdu. İki evlilik yapan London’ın ilk evliliğinden iki çocuğu oldu.
Beş yaşında kendi kendine okumayı söken London, tam bir kitap kurduydu. Zamanının büyük bir bölümünü kütüphanede geçirir ve Madam Bovary, Anna Karenina gibi klasikleri okurdu. Lise zamanlarında Charles Darwin, Karl Marx ve Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin eserleriyle karşılaştı ve bu düşünürlerin fikirleri onu büyük ölçüde etkiledi. Lisede yazmaya başlayan London’ın birçok yazısı lisenin dergisinde yayımlandı. Bu dönemde birçok kısa hikâye yazmış ve 1902 yılında romanlar yazmaya başlamıştır. 1903 yılında yazdığı Vahşetin Çağrısı (The Call of the Wild) romanıyla 27 yaşında şöhreti yakalamış ve sonrasında da oldukça üretken bir yazar olmuştur. En bilinen eserleri arasında Vahşetin Çağrısı’yla birlikte Beyaz Diş (White Fang – 1906), Martin Eden (1909), Deniz Kurdu (The Sea-Wolf – 1904) sayılabilir.
1915 tarihli Büyük Evin Küçük Hanımefendisi, Jack London hayattayken yayımlanan son romanıdır. Biyografi yazarı Clarice Stasz’a göre bu kitap otobiyografi sayılamayacak olsa da Jack London’ın ikinci eşi Charmian Kittredge London’la olan evliliğinden belirgin izler taşımaktadır. Hatta kitaptaki pek çok karakterin o dönem çevrelerinde olan kişilerle benzerliği dikkat çekmektedir.
Eleştirmenler, bu kitaptaki iki erkek ana karakterin de Jack London’ın bizzat kendisi olduğunu düşünmüştür. Zengin çiftlik sahibi Dick Forrest, London’ın kendi çiftliğine dair hayallerini gerçekleştirmiş bir adamdır. Romantik ve maceracı Evan Graham ise London’ın insanlardan kaçmak isteyen tarafının vücut bulmuş halidir.
Eserleri tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok sevilen Jack London’ın Türkçeye ilk kez çevrilen bu kitabını okurlarımıza sunmaktan mutluluk duyuyoruz.
1. Bölüm
Karanlıkta uyandı. Uyanışı basit ve kolaydı; karanlık olduğunu fark etmesini sağlayan gözlerini açması dışında hiçbir hareket olmaksızın uyanmıştı. Etraflarını saran dünyayı hissetmeleri, el yordamıyla tutmaya çalışmaları ve dinlemeleri, hatta temas kurmaları gereken çoğu insanın aksine, uyandığı anda kendini biliyordu ve anında zamanla, mekânla ve kişilikle özdeşleştirebiliyordu. Saatlerce uyuduktan sonra, hiç sıkıntı çekmeden günlerinin kesintiye uğramış öyküsüne dönebiliyordu. Uykulu gözlerle Road Town kitabının sayfalarının arasına bir kibrit koyduktan ve elektrikli okuma lambasını kapattıktan sonra, kendisinin uykuya dalan geniş arazilerin efendisi Dick Forrest olduğunu biliyordu.
Yakında bir yerde ağır ağır akan bir çeşmenin şırıltısı ve çağıltısı duyuluyordu. Uzaklardan, sadece hassas bir kulağın yakalayabileceği kadar hafif ve derinden gelen, keyifle gülümsemesine neden olan bir ses duydu. Bunun, Kral Polo’nun –şampiyon Kısa Boynuzlu Boğa’sının–Sacramento’daki Kaliforniya Eyalet Panayırları’nda üç kez Büyük Şampiyon olmuş boğasının soğuk, gırtlaktan gelen haykırışı olduğunu anlamıştı. Dick Forrest’ın yüzündeki gülümseme kolay kolay geçmiyordu; çünkü o anda Kral Polo’nun, o yıl Doğu Hayvan Yarışları’nda alacağı yeni zaferleri düşünüyordu. Onlara, Kaliforniya’da doğmuş ve yetişmiş bir boğanın, Iowa’da mısırla beslenmiş veya deniz ötesi vatanlarından ithal edilmiş kaliteli kısa boynuzlularla rekabet edebileceğini gösterecekti.
Ancak gülümsemesi geçtikten birkaç saniye sonra karanlıkta uzanıp bir dizi düğmenin ilkine bastı. Böyle üç sıra düğme vardı. Tavandaki devasa avizeden yayılan gizli loş ışık, üç cephesi ince bakır telle çevrilmiş bir yatak odası verandasını aydınlattı. Evin dördüncü cephesi ise uzun camlı kapıların bulunduğu betonarme bir duvardı.
Sıradaki ikinci düğmeye bastığında, beton duvarda belirli bir yerde duran parlak lamba sırayla bir saati, bir barometreyi ve bir santigrat/fahrenhayt termometreyi aydınlattı. Bir bakışta göstergelerdeki mesajları okudu: saat 4.30; hava basıncı 29.80 –ki bu mevsimde ve yükseklikte normaldi– ve sıcaklık 36° Fahrenhayt. Bir kez daha düğmeye basınca, zaman, sıcaklık ve hava ölçüleri tekrar karanlığa gömüldü.
Üçüncü düğme okuma lambasını açtı. Öyle düzenlenmişti ki, ışık tepeden ve arkadan geliyor, gözlerini almıyordu. Birinci düğme, başının üstündeki gizli lambayı söndürdü. Çalışma masasındaki son okumasını yaptığı yığına uzandı ve bir sigara yakarak kurşun kalemle düzeltmeye başladı.
Burasının çalışan bir adamın uyuma mekânı olduğu belliydi. En önemli özelliği kullanışlılığıydı ama rahatlığı da, tamamen sıradan olmasa bile, açıkça belli oluyordu. Yatak, duvarla uyumlu olması için gri sırlı demirden yapılmıştı. Yatağın ayakucunun karşısındaki ekstra yorganın üstünde, her kuyruğu bir püskül olan kurt derisinden yapılmış gri robdöşambr duruyordu. Bir çift terliğin durduğu zeminde ise bir dağkeçisinin kalın postu seriliydi.
Kitapların, dergilerin ve not defterlerinin düzenli bir şekilde durduğu büyük çalışma masasında kibritleri, sigaraları, bir kül tablasını ve bir termos şişesini koyacak yer vardı. Sallanan asılı rafın üstünde dikte yapmak amacıyla kullandığı gramofon duruyordu. Duvarda, barometre ve termometrelerin altında, yuvarlak bir çerçevenin içinden bir kızın yüzü gülümsüyordu. Yine duvarda, düğme sıralarının ve kontrol panosunun arasında, açık bir kılıfın içinden, 44 Colt otomatik tabancanın kabzası görünüyordu.
Saat tam altıda, alacakaranlığın aydınlığı tel örgüden içeri süzülmeye başladıktan sonra, Dick Forrest, gözlerini kâğıtlardan ayırmadan, sağ elini uzatarak ikinci sıradaki düğmelerden birine bastı. Beş dakika sonra verandada yumuşak terlikli bir Çinli belirdi. Adamın ellerinde, küçük parlak bir bakır tepsi içinde bir fincan ve tabağı, küçücük bir gümüş demlik ve buna uygun gümüş sütlük vardı.
“Günaydın, Oh My,” diye karşıladı Dick Forrest. Bunu söylerken gözlerinin içi güldü ve gülümsedi.
“Günaydın, efendim,” diye cevap veren Oh My, çalışma masasının üstünde tepsiye yer açarak fincana kahve ve krema koydu.
Oh My bunu yaptıktan sonra, efendisinin bir eliyle çoktan kahveyi yudumlamaya başladığını, diğer eliyle de kâğıtlarda düzeltmeler yaptığını fark edince başka emir beklemeden, yerden pembe, şeffaf, dantelli bir gece başlığı aldı ve odadan çıktı. Hiç gürültü yapmadan gitmişti. Büyük pencerelerin önünden gölge gibi süzülerek uzaklaştı.
Saat