Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
Doğumunun 100.Yılında Cengiz Dağcı’ya Armağan
ÖN SÖZ
Bir büyük Türk, Cengiz Dağcı’nın doğumunun üzerinden tam 100 yıl geçti. Onu 2011 Eylül’ünde ebediyete uğurladık ama Tanrı ona öyle bir yetenek bahşetmişti ki hâlâ yaşıyor ve yaşamaya devam edecek.
Cengiz Dağcı Türk milletinin gönlünde kanayan bir yara olan, asla vazgeçilemeyecek, unutulamayacak bir coğrafyanın, Kırım’ın evladı. Hayatı bin türlü zorlukla geçmiş olmasına rağmen toprağını, dilini, kültürünü unutmayan ve hem kendisi hem de tüm Kırım Türkleri için bu hasletleri devam ettirmeye rehber olacak eserler veren bir yazar. Bütün bunların ötesinde duygulu, hoşgörülü, çalışkan ve iyi bir insan.
Türk Ocakları Derneği Bursa Şubesi olarak Türkiye’deki ve Türk Dünyası’ndaki araştırmacıların Cengiz Dağcı’ya nasıl baktıklarını, onu hangi açılardan önemli bulup değerlendirdiklerini ortaya koymak amacıyla bu kitabı hazırladık. İki bölümden oluşan kitapta her iki bölümde de sıralama yazar adları doğrultusunda alfabetik olarak yapılmıştır. Türk Dünyası’nı temsilen kitapta yer alan Azerbaycan, Kırgızistan ve Kırım’daki üniversitelerin mensuplarının yazıları Cengiz Dağcı’nın hem hemşehrisi hem de düşünce dünyasını besleyen önemli bir isim olan İsmail Bey Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” parolası doğrultusunda editörlerimiz tarafından Türkiye Türkçesine göre düzenlenmiştir.
Doğumunun yüzüncü yıldönümünde Cengiz Dağcı’ya armağan olarak hazırladığımız bu kitabı gerçekleştirebilmiş olmamızdan dolayı çok mutluyum. Umarım o da mutludur. Ruhu şad olsun ve yaktığı meşale gerek Kırım gerek diğer tüm coğrafyalarda Türk milletinin yolunu aydınlatsın.
I. BÖLÜM
TÜRKİYE’DEKİ ARAŞTIRMACILARIN GÖZÜYLE CENGİZ DAĞCI
Cengiz Dağcı’nın Kültürel Kökenlerine Bağlılığının Simgesi Olarak Gurzuf ve Kızıltaş
Alev Sınar Uğurlu1
GİRİŞ
1919 yılında Yalta’ya bağlı Gurzuf kasabasında doğan, çocukluğu ve ilk gençlik yılları Kızıltaş’ta geçen Cengiz Dağcı, eserlerinde kendi geçmişinden hareketle doğup yetiştiği toprakların da geçmişini anlatır. Özellikle 1928-1945 arasında yoğunlaşan bu anlatı Kırım’a reva görülen zulmü tarih kitaplarından veya siyasî söylemlerden çok daha etkili bir şekilde gözler önüne serer ve okuyucuyu bu toprakların acılı yazgısı üzerinde düşündürür.
Cengiz Dağcı’nın bizatihi kendisi ve kendisinden izler taşıyan Sadık Turan, İzmail Tavlı, Saf gibi Rus okullarında eğitim görmüş ancak köklerinin farkında olan roman başkahramanları asla milli kimlik bunalımı yaşamazlar. Roman kahramanları kurgusal zamanın içinde yaşadıkları ölüm ve korku yıllarının üstünden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen geçmişle bağlarını asla koparmazlar. Ata topraklarından, Kırım’dan çok uzakta yaşamak mecburiyetinde kaldıkları halde bu bağı tıpkı kendilerine hayat hakkı veren ve doksan iki yıllık yaşamının altmış beş yılını Londra’da2 geçiren yazar gibi daima taze tutarlar. Cengiz Dağcı’nın savaş anıları üzerinde yoğunlaştığı Hatıralarda Cengiz Dağcı ve Kırım odaklı anı, izlenim ve hayallerini kaleme aldığı beş ciltlik Yansılar adlı kitapları, bir roman olarak takdim ettiği ancak baştan sona iç dünyasını yansıttığı Anneme Mektuplar adlı eseri okunduğunda altmış beş yıl gibi insan hayatı için çok uzun olan bir süreyi geçirdiği Londra’ya karşı hiçbir şekilde aidiyet hissetmediği anlaşılmaktadır. Bir istasyonda tren beklerken, sokakta yürürken, parkta dolaşırken, kütüphanede veya lokantada çalışırken, bir mezarlıktan geçerken aklı ve ruhu asla Londra’da değil; Kırım’dadır:
“Parklarda çiçeklere, ağaçların yeşiline benim olmayan gözlerle bakıyorum; kendi gözlerimin önünde ise duvarlar. Yer altında, yer üstünde, her yanım yabancı duvarlarla kuşalı.” (Dağcı, 1992: 80)
“Ama yürüyen, yanını yöresini gören, benim olmayan bir hayat içinde yaşayan bir ölüyüm. Sokaklarda yürürken insanlara bakıyorum. Gördüğüm insanların hiçbiri görmüyor beni. Aynı insanlar bir zamanlarda beni öyle sessiz, küçük, suçsuz ve üzgün görselerdi, aralarından hiç olmazsa biri duralayıp üzerime eğilir de “Sen kimsin? Kimin çocuğusun?” diye sorardı kuşkusuz. Hiç kimse sormuyor burada, hiç kimse tanımıyor beni.” (Dağcı, 1992: 103)
“Kar yağıyor kente. Bizim kente de yağardı kar, öyle sessiz ve apak. Biliyorum, bu kent bizim kent değil. Sokakları başka bu kentin. Evleri başka, insanları başka. Şu anda kente yağan kar da başka.” (Dağcı, 1992: 129)
“Sokağa, sokağın ıslaklığında vitrin ve trafik ışıklarının yansılarına baktım. Ben nerdeyim?” (Dağcı, 1992: 131)
“Londra sokaklarında karşımdan gelen binlerce insan yüzü görüyorum her gün. Ama kimse bakmıyor bana, kimse görmüyor beni; hiçbir kimse tanımıyor beni. Dalından kopmuş, boşlukta yalpa vuran bir yaprak gibiyim. Üstüme üstüme gelen insan dalgası içinde kendimi kaybetmek, kimliğimi unutmak korkusuyla titriyorum. Öyle bir anda sırtımı sokakta bir dükkânın, bir evin soğuk duvar taşlarına yaslayıp “Ben Gurzufluyım. Orda doğdum. Orası benim yurdum” diye tekrarlıyorum içimden.” (Dağcı, 1994b: 22)
“Ben elli yıldır yabancı kıyıda Gurzuf’un gerçeğinden ördüğüm hüzün gömleğim içinde yaşadım.” (Dağcı,1997b: 60)
Londra, Cengiz Dağcı’nın II. Dünya Savaşı sonrasında yaşam imkânı bulduğu, karnını doyurduğu, beşerî ihtiyaçlarını karşıladığı bir şehirdir. “Ben”i Londra’da, “içindeki ben” ise Kırım’dadır. Dağcı’nın roman başkahramanları da savaştan sonra Kırım’ın dışında kalınca (Sadık Turan Roma’da, Saf ve İzmail Tavlı Londra’dadır) yazar gibi yaşamak mecburiyetinde kaldıkları kendilerini mekâna ait hissetmezler. Cengiz Dağcı’nın da, temsilî kahramanları Sadık, Saf ve İzmail’in de ruhlarıyla bağlı oldukları tek mekân genelde Kırım, özelde yazarın doğduğu ve yetiştiği Gurzuf ve Kızıltaş’tır. Onlar içinde yaşadıkları toplumun kurallarına ve değerlerine saygı göstererek yaşamlarını sürdürürler ancak o toplumla sosyal ve kültürel bir etkileşim içine girmezler. Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar daima Kırım’ın bir parçasıdırlar, Gurzuf ve Kızıltaş’ı iç benlerinde taşırlar. Vatanlarında yaşama imkânını kaybeden, yerinden edilmişlik psikolojisi içinde gündelik yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılan roman başkahramanları ve onların gerçek yaşamdaki karşılığı olan Cengiz Dağcı bu travmayı kültürel kökenlerinden kopmayarak atlatmanın mücadelesini verirler. Onların yaşamlarına anlam katan tek mekân Kırım’dır. Kırım ise artık uzaktadır. Cengiz Dağcı, özlenilen ve mevcut şartlar altında ulaşılamayacak kadar uzakta olan bu mekâna tahayyül ve tasavvur vasıtasıyla ulaşır. Çocukluğunun ve gençliğinin Kırımını şehirleri-kasabaları-köyleri-sokaklarıyla, mimarisiyle, dağıyla, ovasıyla, bağı-bahçesi-ağacı-çiçeğiyle, denizi-plajlarıyla, tarım ve hayvancılığıyla, gelenek ve görenekleri, türküleri, atasözleri, efsaneleri, destanlarıyla, konuşulan Türkçesiyle, üzerinde yaşayan insanlarıyla, İsmail Bey Gaspıralı ve Bekir Sıtkı Çobanzade gibi milli davayı savunan aydınlarıyla, belleğinde depoladığı her öğesiyle anlatarak coğrafî uzaklığı ortadan kaldırdığı gibi Rus işgali altında yok edilmek istenen Türk Kırım’ı da kayıt altına almış olur. Kültürel kökenlerden kopmamak coğrafî ve zamansal yabancılaşmayı da ortadan kaldırır.
MEKÂN (GURZUF – KIZILTAŞ) ve YAZAR
Arapça bir kelime olan “mekân” var olma, varlık, vücut anlamını taşıyan “kevn” kökünden türemiştir. Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugatı’nda “yer mahal”, “ev, oturulan yer” (Devellioğlu, 1980: 721), TDK sözlükte “yer, bulunulan yer”, “ev, yurt” (www.tdk.gov. tr) açıklamasıyla yer alan mekân insana içinde hareket etme imkânı veren boşluktur. Ancak kelimenin kökü olan kevn göz önünde bulundurulduğunda mekânın sadece fiziksel bir
1
Prof. Dr., Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
2
Cengiz Dağcı, eşi Regina ve kızı Arzu ile birlikte 1946 yılında Londra’ya yerleşmiş ve ölüm tarihi olan 22 Eylül 2011’e kadar burada yaşamıştır.