Sovyet Öykü Seçkisi. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
y-line/>
Sovyet Öykü Seçkisi
Önsöz
Çok geniş bir coğrafyayı ve kültürü kapsayan Sovyet edebiyatı, bünyesindeki farklı ulusların yaşam sürdüğü, nefes aldığı en ücra köşelerine, taygalarına ve çöllerine kadar uzanır. Devletin güdümü ve baskısı altındaki edebiyat; savaş kahramanlıkları, yeni Sovyet insanının oluşumu, kolektifleştirme, toplumsal, ekonomik, sanayi ve askerî alanlardaki gelişmeler ve konularla ön plana çıkar. Ayrıca Sovyetler Birliği’ni oluşturan halkların mitleri, masal ve efsaneleri de yeni edebiyatın ana konuları arasına girer. Sovyet edebiyatı ülkemizde pek tanınmamaktadır. Bu bağlamda, farklı üniversitelerin Rus Dili ve Edebiyatı bölümlerinden bir araya gelen akademisyenlerin hazırladıkları bu öykü seçkisinde, öncelikli olarak Sovyet edebiyatının oluşum temellerinin atıldığı dönem olan ilk çeyreğe odaklanılmıştır. Türk okurunun dönem edebiyatına dair öykü yelpazesini genişletebilmek adına daha ziyade İvan Kasatkin, Pavel Bajov, Vyaçeslav Şişkov, Yuriy Slyozkin, Vsevolod Vişnevskiy gibi ülkemizde hiç tanınmayan yazarların Türkçeye çevrilmemiş öyküleri tercih edilmiştir. Seçkide, yirmi beş farklı yazarın öyküsü yer almaktadır. Konu çeşitliliğinin yanı sıra yeni dil oluşumunun yansımaları da bu öykülerde kendini gösterir. Dolayısıyla bu yeni dünya sanatçılarının edebiyata getirdikleri farklı bakış açıları, seçkide ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Keyifli okumalar dileğiyle…
VİKENTİY VİKENTYEVİÇ VERESAYEV
Eserlerinde Viktor Smidoviç, V-yev, V-v, V. Vikentyev takma adlarını kullanan Vikentiy Vikentyeviç Veresayev, 16 Ocak 1867’de Tula şehrinde dünyaya gelir. İlk ve orta öğreniminin ardından, 1888’de Petersburg Üniversitesi Tarih-Filoloji Fakültesi’ni bitirir ve Derpt (Tartu) Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girer. Veresayev, hayalinin hep yazarlık olduğunu, insanı daha iyi tanımak için tıp alanına girdiğini ifade eder.
1885’te yayımladığı Düşünce (Раздумье) şiirinden öldüğü güne kadar süren altmış yıllık uzun bir edebiyat yaşamına sahiptir. Başta roman, öykü, tiyatro, şiir ve çeviri olmak üzere hemen hemen tüm edebi türlerde eserler verir. 20. yüzyılın ilk yarısında ismi, ülkesinde ünlü yazarlar listesindedir ve Maksim Gorki ile birlikte “Rus okurunun düşüncelerinin hâkimi” olarak anılır. Yazarın yaşamının ve sanatının amacı kardeşlik, barış ve huzur içerisinde yaşanacak bir toplum yaratmaktır. Bu amaç için gerekli olan da canlı yaşam (живая жизнь), yani insana ve kişiliğe saygı gösterilmesidir. Yapıtlarında gerçekleri yansıtır, ancak bunu yaparken felsefi bir bakış açısı getirir, yaşamın gizli anlamını açığa çıkarmak ister.
3 Temmuz 1945’te vefat eder, mezarı Moskova Novodeviçye Mezarlığı’ndadır.
EUTHYMİA 3
Kaderin cilvesi en mutlu ile en mutsuz insanı birbirine bağladı…
Leonid Aleksandroviç Ahmarov, Sovyetlerin en yetenekli inşaat mühendisi ve ayrıca en iyi mimarlarından biriydi. Yaptığı her inşaat ses getirirdi ve tartışma yaratırdı. Yapıları özgündü, daha önceki hiçbir yapıya benzemezdi; güzelliğiyle, yaşama ve ruhun gücüne karşı tükenmeyen arzusuyla gönülleri fethederdi. İnsan onun binalarının asil çizgilerine baktığında, tıpkı çağdaş bir zerafet ve karmaşıklıkla anlaşılması zor, ciddi ve bozulmamış Eski Yunan neşesini görüyormuşçasına gönlü ışıldamaya başlardı. Leonid Aleksandroviç çok para kazanırdı. Yakışıklı, genç ve sağlıklıydı. Harika bir tenisçi ve patenciydi. Her şeyde şansı yaver giderdi.
Karısı Lyusya birçok musibetin ve hastalığın toplanma yeri gibiydi. Yaşamının yükseliş yılları umut verici ve parlaktı. Stanislav Atölyesi’ne öğrenci olarak kabul edildi, orada herkes onu el üstünde tutuyordu. Stanislav her yerde, Sovyetler Birliği’nde Lyusya ile birlikte engin mizaca sahip birinci sınıf bir tiyatro sanatçısının doğduğunu söylüyordu. Ancak aniden her şey tersine döndü. Lyusya’da bağırsak veremi ortaya çıktı. Sanat yolundaki hayalleri yıkıldı. Tek hastalığı yalnızca bu da değildi. Doğuştan aort daralması ve neredeyse cinnet getirtecek ve beynini yerinden sökecek kadar şiddetli migren nöbetleri vardı. Ne kadar da çok piramidon5, fenasetin6 ve kafein kullanmıştı. Ve yalnızca ölümüne kısa bir süre kaldığında migreninin doktorlar tarafından tahmin edilemeyen sıtma nöbetlerine yol açtığı ortaya çıkmıştı. Lyusya neredeyse tüm zamanını yatakta geçiriyordu. Ancak bunun yanında pratiğe dökülmeyen inanılmaz bir enerjiyle doluydu. Anneliğe duyduğu tutkulu açlıktan bunalmıştı, çünkü doktorlar çocuk sahibi olmasını yasaklamışlardı.
Karı koca her ikisi de birbirine sağlam ve güçlü bir sevgi besliyordu.
Yazlık evin bulunduğu kasabanın asfaltlı yollarında araç aheste aheste gidiyordu. Leonid Aleksandroviç, Moskova’da Politeknik Müzesi’ndeki son inşaatı olan Sovyetler Birliği Spor Kompleksi üzerine gerçekleştirilen günlük görüşmesinden dönüyordu. Projeye kimi saldırıyor, kimi koruyordu, ancak herkes Moskova’nın en görkemli yapılarından biri, belki de mimaride yeni bir Sovyet tarzının doğuşunun alameti bile olacağı fikrinde birleşiyordu. Daha sonra bir ziyafet verildi. Leonid’in başı şampanyadan ve yüksek övgülerden dolayı dönüyordu. Meşeler ve çamlar yüksek bir duvar gibi, batan güneşi kapatarak orman yolunu karanlığa bürüyorlardı. Her zaman olduğu gibi geçici bir dalgınlığın ardından, her şey birdenbire yeniymiş gibi hoş ve umulmadık derecede önemli olmuştu.
Araba yazlık evin avlusundan içeriye girdi. Bahçede çiçek açan hanımelinin yanındaki hamakta Lyusya uzanmış batan güneşi izliyordu. Yüzü solgun ve ıstırap doluydu. Gözlerini bahçeye girmiş olan kocasına çevirdi ve yavaşça toparlandı:
“Haydi, çabuk gel, anlat!”
Görüşmenin tüm ayrıntılarını sorup soruşturdu, iri siyah gözleriyle şevkle bakarak ciddi ve zor sorular sordu. Leonid Aleksandroviç, hamağın yanındaki akağaç kütüğünün üzerine oturdu, birşeyler anlattı, ruhunda ise acı vardı. Karısı burada güçsüz bir halde yalnızlık ve dinmek bilmeyen ıstıraplar içerisinde ömrünü çürütürken, o nasıl parlak ve ilgi çekici bir yaşam sürebilirdi ki!
Anlatmayı bitirdi, başını karısının omzuna yasladı:
“Yüzünde çok acı çekiyormuşsun gibi bir ifade var. Kötü müsün?”
Karısı alıngan bir şekilde omuzlarını oynattı:
“Bu hiç önemli değil!” dedi ve canlandı. “Şu an uzandığımı ve işte öylece oraya baktığımı biliyorsun. Ulu akağaçlar ayakta dikiliyorlar sessiz sessiz. Güneşin altındaki yeşillikler o kadar parlak ki yeşil olduklarına bile inanmak zor! Sanki her şey derin bir saygıyla donakalmış gibi. Ne kadar güzel! Nasıl bir güzelliktir bu!” diye tekrarladı Lyusya mest olarak. “Ve öyle bir hava ki, tüm göğsünle içine çek! Ah, Lenya, bize burası ne kadar da iyi geliyor! Ve…eyvah-eyvah! Baksana, Anna Pavlovna beni eve kovalamaya geliyor!”
Sıska, ihtiyar kadın yola doğru çıktı, kafasını sallayarak kurnazca gülümsedi:
“Lyudmila Aleksandrovna, güneş batmak üzere, eve girmeniz gerekiyor.”
“Evet ben de görüyorum, hayatımı zehir etmeye geliyorsunuz!.. Ah, keşke bir bilseydin bu kadının zehirli olduğunu… Ee, yapacak bir şey yok! Gitmek gerekiyor.”
Anna Pavlovna mahcup bir şekilde gülümsüyordu ve grimsi, çok seyrek saçlarının arasından bıngıldağının derisi parlıyordu.
Eve doğru yöneldiler. Çiçek bahçesinde akşamüzeri şebboylar ve muhabbetçiçekleri daha keskin kokuyordu. Camlı terasta semaver kaynıyordu. Anna Pavlovna, yüzü semavere dönük bir biçimde oturdu.
Leonid Aleksandroviç tereddüt ederek şöyle dedi:
“Filarmonide konser duyurusu vardı. Şostakoviç’in
1
2
3
Ateş düşürücü ilaç olarak kullanılan bir tozdur. (ç.n.)
4
Analjezik ve ateş düşürücü olarak kullanılan bir ilaç. (ç.n.)