İnsan duygularını üstün gözlem yeteneği ile okurlarına aktaran Zweig; bu uzun öyküsünde genç filoloji öğrencisinin gözünden bir akademisyenin entelektüel kimliği arkasındaki duygusal yaşamına ışık tutuyor. Karakterler arasında kurulan bağ, duygusal sarsıntılara zemin hazırlasa da profesörün hayatındaki temel gerçeği de açığa çıkarıyor. Kabullenmesi zor olan duyguların zihinde yarattığı karmaşıklıkta, duygusal çalkantılarında boğulan kahramanlar, Zweig’ın kaleminde tekrar canlanıyor. Roland, profesör ve eşi arasındaki benzersiz aşk maceraları, aralarındaki sırlar ve saplantılı duygusal ilişkiler, gerilimler Zweig’ın güçlü kalemi ve tahlilleri ile her devrin okuruna hitap etmeye devam ediyor. «Hocamın başlangıçta fısıldar gibi acele çıkan sesi artık kaslarını ve bağ dokularını geriyor, gittikçe daha rahat ve daha yüksekten uçan metal ve parlak bir uçağa benziyordu: Oda artık sesine dar geliyor, duvarlar yankıdan zorlanıyor, mekânın tümüne ihtiyaç duyuyordu. Fırtınanın tepemde estiğini hissediyordum, denizin köpüren dudaklarından gümbürtülü kelimeler bağırarak çıkıyordu: Yazı masasının üzerine eğilmişken sanki yine kendi memleketimde deniz kenarındaki kumların üzerindeymişim gibi ve sanki binlerce dalganın muazzam uğultusu ve rüzgârın nefes alır gibi yaklaşıyor olması gibiydi.»