İki zıt karakter… Biri gururun ve kibrin zirvelerinde: Bay Fitzwilliam Darcy. Diğeri bu gurur yüzünden ön yargılı bir bakış içinde: Bayan Elizabeth Bennet. Ve ön yargının duvarlarını yıkan, gururun kör bakışlarının önüne geçen önlenemez bir aşk… Jane Austen’ın ikinci romanı olan bu eser, 18. yüzyıl İngilteresi’nin bir portresini sunarken edebiyat dünyasına da ölmez kadın karakterlerden biri olan Elizabeth Bennet’ı armağan ediyor. Taşrada yetişmesine rağmen kendini geliştirmiş, vaktinin çoğunu kitap okumakla geçiren bu karakter, serbest davranışları ve iğneleyici diliyle bir anlamda Jane Austen’ın da kişisel özelliklerini yansıtmaktadır. Gitgide kendinden iyice utandı. Darcy ve Wickham’ı her düşündüğünde kör, taraflı, ön yargılı ve gülünç davrandığını hissediyordu. “Ne kadar alçakça davrandım!” diye haykırdı, “Ben ki iyiyle kötüyü ayırt edişimle övünürdüm’ Ben ki becerilerim nedeniyle kendime değer verirdim! Sık sık ablamın cömert iyiliğini küçümser, işe yaramaz ve utanç verici bir kuşkuyla gururumu tatmin ederdim. Bu öğrendiklerim ne kadar aşağılayıcı! Öte yandan, ne kadar da hak edilmiş bir aşağılama! Âşık olsam bundan daha acınası bir körlük içinde olmazdım. Ama benim aptallığım kibir oldu, aşk değil. Birinin yakınlığından hoşlanıp diğerinin ihmaline alınarak her ikisine karşı, tanışmamızın daha en başında işin içine ön yargı ve cehaleti sokup mantığı defettim. Bu ana dek ben bile kendimi tanımıyormuşum.”