Balkondaki Adam. Пер ВалёЧитать онлайн книгу.
saat 11’de, endişeli bir anne polis karakoluna gelmiş ve kızını aramaları için yalvarmıştı. Kız sekiz buçuk yaşındaydı. Saat yedi civarı oyun oynamak için dışarı çıkmıştı ve o saatten beri çocuktan haber alınamıyordu. Dokuzuncu bölge, merkezi alarma geçirmişti ve devriye gezen polislere kızın eşkâli gönderilmişti. Hastanelere bakılmıştı.
Maalesef, verilen tarifle bu kız uyuyordu.
Granlund’un bildiği kadarıyla, kayıp kız bulunamamıştı. Ayrıca, Vanadis Parkı yakınlarında Sveavägen’de yaşıyordu. Bundan hiç şüphesi yoktu.
Kızın anne babasının evde diken üstünde bekleyişlerini düşündü ve içten içe, onlara gerçeği açıklayan kişi olmak istemiyordu.
Nihayet olay yeri memurları geldiğinde Granlund sanki ezelden beri güneşin altında, kızın yanında dikiliyormuş gibi hissetti.
Uzmanlar işlerine koyulur koyulmaz, Granlund onları rahat bıraktı ve karakola doğru yürüdü, ölü kızın görüntüsü gözlerine kazınmıştı.
7
Kollberg ve Rönn, Vanadis Parkı’ndaki olay yerine vardıklarında, su kulesinin arkasındaki alan şeritle çevrilmişti. Fotoğrafçı işini bitirmişti ve doktor, cesedin rutin incelemesiyle meşguldü.
Zemin hâlâ nemliydi ve cesedin yakınındaki izler tazeydi, çok büyük ihtimalle kızın cesedini bulan iki adama aittiler. Kızın sandaletleri ta ileride kırmızı çitin yakınlarındaki eğimde duruyordu.
Doktor işini bitirince Kollberg ona gidip, “Eee?” diye sordu.
“Boğazlamışlar,” dedi doktor. “Bir çeşit tecavüz. Olabilir.”
Omuz silkti.
“Ne zaman?”
“Dün akşam saatlerinde. En son ne zaman yemek yemiş öğrenelim ve…”
“Biliyorum. Sence burada mı olmuş?”
“Burada olmadığına dair bir işaret bulamadım.”
“Hayır,” dedi Kollberg. “Bu kadar çok yağmur yağmasa olmazdı sanki.”
“Hıh,” dedi doktor, arabasına doğru yürüyüp gitti.
Kollberg bir yarım saat daha orada kaldı, sonra Surbrunns Caddesi’ndeki istasyona gitmek için dokuzuncu bölgeden bir arabaya bindi.
Başkomiser masasında bir ihbarnameyi okurken Koll-berg odasına girdi. Adama merhaba deyip raporu kenara koydu. Bir sandalyeyi işaret etti. Kollberg oturdu ve, “İğrenç bir iş,” dedi.
“Evet,” dedi başkomiser. “Herhangi bir şey buldun mu?”
“Bildiğim kadarıyla hayır. Sanırım yağmur her şeyi berbat etmiş.”
“Sence ne zaman olmuş? Dün akşam orada bir saldırı vakası da olmuş. Ben de tam onun raporunu okuyordum.”
“Bilmiyorum,” dedi Kollberg. “Onu taşıdıktan sonra bakacağız.”
“Sence aynı adam olabilir mi? Kız onun saldırıyı yaptığını görmüştür falan?”
“Eğer tecavüze uğradıysa, aynı adam olma ihtimali çok düşük. Aynı zamanda sapık bir gaspçı… Biraz fazla,” dedi Kollberg muğlakça.
“Tecavüz mü? Doktor öyle mi dedi?”
“Mümkün dedi.”
Kollberg iç geçirip çenesini sıvazladı.
“Beni arabayla buraya getiren çocuklar, kızın kim olduğunu bildiğinizi söyledi.”
“Evet,” dedi başkomiser. “Öyle gözüküyor. Granlund az önce içerideydi ve dün gece annesinin getirdiği fotoğrafa bakarak kimliği teşhis etti.”
Başkomiser bir dosya açtı, bir fotoğraf çıkarıp Kollberg’e verdi. Vanadis Parkı’nda şu anda ölü yatan kız, burada bir ağaca yaslanmış, güneşe bakarak gülüyordu. Kollberg başıyla onaylayıp resmi geri verdi.
“Anne babasının haberi var mı…”
“Hayır,” dedi başkomiser.
Önündeki not defterinden bir sayfa koparıp Kollberg’e verdi.
Kollberg, “Bayan Karin Carlsson, Sveavägen 83 numara,” diye sesli okudu.
“Kızın adı Eva’ymış,” dedi başkomiser. “İyisi mi biri… sen gitsen iyi olur. Şimdi. Annesi daha tatsız bir biçimde öğrenmeden.”
“Durum yeterince tatsız zaten,” diye iç geçirdi Kollberg.
Başkomiser onu ciddiyetle süzdü ama hiçbir şey demedi.
“Neyse, burası sizin bölgeniz sanıyordum,” dedi Koll-berg. Yine de ayağa kalkıp devam etti:
“Tamam tamam, ben giderim. Birisi yapmak zorunda.”
Kapının eşiğinde arkasını dönüp konuştu:
“Teşkilatta neden az adam var, belli oldu. Polis olmak için deli olmak lazım.”
Arabasını Stefan Kilisesi’nin orada bıraktığı için Sevavägen’e yürümeye karar verdi. Ayrıca kızın anne babasıyla tanışmayı geciktirmek istiyordu.
Güneş parlıyordu ve gece yağan yağmurun bütün izleri kurumuştu. Kollberg onu bekleyen görevi düşününce biraz midesi bulandı. En iyi ifadeyle gönülsüzdü. Daha önce de buna benzer görevlere zorlanmıştı fakat şimdi, mesele ölen bir çocuk olduğundan önündeki sıkıntı daha fenaydı. Keşke Martin burada olsaydı, diye düşündü; o böyle konularda benden çok daha iyi. Ardından Martin Beck’in bu tür durumlarda hep ne kadar depresif göründüğünü hatırlayıp şöyle düşündü: Hah, bunu kim yaparsa yapsın, herkes için zor bir durum.
Ölen kızın yaşadığı apartman Vanadis Parkı’nın tam karşısındaydı, Surbrunns Caddesi ile Frej Caddesi’nin ortasındaydı. Asansör çalışmıyordu ve Kollberg beş katı yürüyerek çıkmak zorunda kaldı. Bir saniye ayakta durup nefesini düzene soktuktan sonra zili çaldı.
Kadın kapıyı neredeyse anında açtı. Üstünde kahverengi, uzun bir elbise ve ayaklarında sandalet vardı. Sarı saçları darmadağınıktı, sanki durmadan parmaklarını arasından geçirmişti. Kollberg’i görünce hüsranla yüzü düştü, sonra ifadesi umut ve korku arasında gidip geldi.
Kollberg kimliğini gösterip kadına çaresiz, soru soran gözlerle baktı.
“Girebilir miyim?”
Kadın kapıyı ardına kadar açıp arkaya adım attı. “Onu bulamadınız mı?” dedi.
Kollberg cevap vermeden içeri girdi. Daire iki odadan oluşuyor gibiydi. Dış taraftaki odada bir yatak, kitaplık, bir çalışma masası, televizyon, şifonyer ve alçak, tik bir sehpanın iki yanında tekli iki koltuk vardı. Yatak topluydu, tahminen o gece kimse orada uyumamıştı. Mavi yatak örtüsünün üstünde bir bavul açık duruyordu, hemen yanında da düzgünce katlanmış giysiler. Bavulun tutma yerine ütülenmiş iki yazlık elbise asılmıştı. İçteki odanın kapısı açıktı; Kollberg kitap ve oyuncaklarla dolu, maviye boyanmış bir kitaplık gördü. En üstte beyaz bir oyuncak ayı vardı.
“Sakıncası yoksa, oturabilir miyiz?” diye sordu Koll-berg ve tekli koltuklardan birine oturdu.
Kadın ayakta kalıp şöyle dedi:
“Ne oldu? Onu buldunuz mu?”
Kollberg kadının gözlerindeki dehşet ve paniği gördü, onu sakin tutmaya çalıştı.
“Evet,” dedi. “Lütfen oturun, Bayan Carlsson. Kocanız nerede?”
Kadın, Kollberg’in karşısındaki