Gülen Polis. Пер ВалёЧитать онлайн книгу.
puslu bir ışık yayması saat dokuzu buldu.
Norra Stations Caddesi’nin karşısındaki kaldırımda otobüs on saat evvel durduğu hâlde kalmıştı.
Fakat aynı olan tek şey oydu. Şu ana dek alanı geniş çapta çevreleyen polis kordonunun içine yaklaşık elli adam girmişti ve dışarıda, meraklı izleyicilerin sayısı arttıkça artmıştı. Birçoğu gece yarısından beri orada dikiliyordu ve tek gördükleri polis ve ambulans çalışanları, her çeşit ciyak ciyak sirenli araçlardı. Siren sesleriyle dolu bir gece olmuştu, ıslak sokaklarda arabalar durmadan sebepsizce boş boş gidip gelmişti.
Hiç kimse bir şey bilmiyordu fakat kulaktan kulağa fısıltılar başlamıştı. Çok geçmeden bu fısıltılar kalabalık arasında yayılıp etraftaki evlere ve şehre dağıldı ve sonunda somutlaşarak ülke çapında uçuştu gitti. Şimdi sarf edilen sözcükler sınırları aşmıştı.
Toplu katliam.
Stockholm’de toplu katliam.
Stockholm’de bir otobüste yaşanan şu büyük katliam.
Herkes an az bu kadarını biliyordu.
Kungsholms Caddesi’ndeki emniyet amirliğinde de bundan fazlası biliniyor denemezdi. Hatta soruşturmadan kimin sorumlu olduğu bile bilinmiyordu. Telefonlar mütemadiyen çalıyor, insanlar içeri girip çıkıyor, yerler kirleniyordu. Ter ve yağmurdan yapış yapış olmuş etraftaki insanların sinirleri bozuktu.
“Kim isim listesi üstünde çalışıyor?” diye sordu Martin Beck.
“Rönn galiba,” dedi Kollberg, arkasını dönmeden. Planı duvara bantla yapıştırmakla uğraşıyordu. Taslak çizim üç metreden uzundu, yarım metre genişliğindeydi. Bu yüzden de idare etmesi zordu.
“Bana yardım edebilecek kimse var mı acaba?” dedi.
“Tabii,” dedi Melander sakin sakin, piposunu bırakıp ayağa kalktı.
Fredrik Melander uzun boylu, zayıf bir adamdı, hep ciddi görünürdü ve yaradılış gereği çok düzenliydi. Kırk sekiz yaşındaydı ve cinayet masasında dedektif komiserdi. Kollberg onunla yıllar yılı birlikte çalışmıştı. Kaç yıl olduğunu hatırlamıyordu. Öte yandan Melander hatırlardı. Hiçbir şeyi unutmamasıyla meşhurdu.
İki telefon çaldı.
“Alo. Başkomiser Beck. Kim? Hayır, burada değil. Aramasını söyleyeyim mi? Ah, anladım.”
Telefonu kapatıp diğerine uzandı. Yaklaşık elli yaşlarında, neredeyse saçları bembeyaz olmuş bir adam dikkatlice kapıyı açıp çekingen bir edayla eşikte durdu.
“Evet, Ek, ne istiyorsun?” diye sordu Martin Beck ahizeyi kaldırınca.
“Otobüs hakkında…” dedi beyaz saçlı adam.
“Ne zaman mı eve döneceğim? En ufak bir fikrim yok,” dedi Martin Beck telefona.
“Kahretsin,” diye çıkıştı Kollberg, bir seloteyp parçası tombul parmaklarına dolanınca.
“Dur sakin ol,” dedi Melander.
Martin Beck eşikte dikilen adama döndü.
“Eee, ne olmuş otobüse?”
Ek kapıyı kapatıp notlarını inceledi.
“İngiltere’deki Leyland fabrikasında üretilmiş,” dedi. “Atlantean modeli fakat burada ona H35 tipi adı veriliyor. Oturan yolcu kapasitesi yetmiş beş. Garip olan…”
Kapı ardına kadar açıldı. Gunvald Larsson şaşkınlık içerisinde dağınık ofisine baktı. Açık renk yağmurluğundan sular akıyordu, pantolonu ve sarı saçlarından da. Ayakkabıları çamur içindeydi.
“Buraya ne olmuş böyle,” diye homurdandı.
“Otobüste garip olan neydi?” diye sordu Melander.
“Şey, o tip otobüs 47 numaralı güzergâhta kullanılmıyor.”
“Ya?”
“Kural olarak kullanılmıyor yani. O güzergâhta genelde Büssing tarafından imal edilmiş, Alman otobüsler kullanılıyor. Onlar da çift katlı. Bu sadece bir istisnaymış.”
“Şahane bir ipucu,” dedi Gunvald Larsson. “Bunu yapan adam sadece İngiliz üretimi otobüslerdeki insanları öldürüyor. Bunu mu demek istiyorsun?” Ek ona bezgince baktı. Gunvald Larsson kendini toparlayıp şöyle dedi, “Bu arada, girişteki holde toplanmış orangutan sürüsü de neyin nesi? Onlar da kim?”
“Gazeteciler,” dedi Ek. “Birisinin onlarla konuşması gerek.”
“Ben değil,” dedi Kollberg hemen.
“Hammar ya da şube müdürü, başsavcı ya da bunlar gibi yüksek kıdemli birisinin bir bildiri vermesi gerekmiyor mu?” dedi Gunvald Larsson.
“Muhtemelen henüz yazılmamıştır,” dedi Martin Beck. “Ek haklı. Birisi onlarla konuşmalı.”
“Ben değil,” diye tekrar etti Kollberg.
Sonra zafer kazanmış, dünyanın en parlak fikrini bulmuş gibi topuğunun üstünde arkaya döndü.
“Gunvald,” dedi. “Olay yerine ilk varan sendin. Basın toplantısını sen düzenleyebilirsin.”
Gunvald Larsson odaya uzun uzun baktı, kocaman kıllı elinin tersiyle alnına düşen ıslak saç tutamını arkaya attı.
Martin Beck hiçbir şey demedi, kapıdan tarafa bakma zahmetine bile girmedi.
“Tamam,” dedi Gunvald Larsson. “Sürüyü bir yere toplayın. Ben konuşurum. Önce bilmem gereken bir şey var.”
“Ne?” diye sordu Martin Beck.
“Stenström’ün annesine haber verildi mi?”
Ölüm sessizliği oldu, bu cümle içerideki herkesin konuşabilme yeteneğini sona erdirmişti âdeta, Gunvald Larsson da dahil. Eşikteki adam sırayla içeridekilere baktı. Melander sonunda başını çevirip, “Evet,” dedi. “Verildi.”
“Güzel,” dedi Gunvald Larsson ve kapıyı arkasından çarptı.
“Güzel,” dedi Martin Beck kendi kendine, parmak uçlarını masaya vurarak.
“Akıllıca mıydı bu?” diye sordu Kollberg.
“Ne?”
“Gunvald’ı yollamak… Basın zaten bizi yeterince yerden yere vurmuyor mu?”
Martin Beck ona baktı ama bir şey demedi. Kollberg omuz silkti. “Ah, iyi,” dedi. “Fark etmez.”
Melander tekrar masasına dönmüştü, piposunu alıp yaktı. “Hayır,” dedi. “Hiçbir şey fark etmez.”
Kollberg ile ikisi planı asmıştı artık. Otobüsün alt katının kocaman bir çizimiydi bu. Bazı karaltılar karakalemle çizilmişti. Birden dokuza kadar numaralandırılmışlardı.
“Rönn’ün listesi nerede kaldı?” diye mırıldandı Martin Beck.
“Otobüsle ilgili bir şey daha…” dedi Ek inatla.
Ve telefonlar çaldı.
8
Basınla ilk hazırlıksız yüzleşmenin gerçekleşeceği ofis bu amaca pek uygun değildi. İçinde bir masa, birkaç dolap ve dört sandalye yer alıyordu ve Gunvald Larsson odaya girdiğinde içerisi çoktan sigara dumanı ve ıslak ceket kokusuyla dolmuştu.
Gunvald Larsson kapıyı açıp bir an durdu, toplanan gazetecilere ve fotoğrafçılara bakıp şöyle dedi, “Evet, ne öğrenmek istiyorsunuz?”
Hepsi aynı anda konuşmaya başladılar. Gunvald