Ahmak Wilson'ın Trajedisi. Марк ТвенЧитать онлайн книгу.
kurtarıcıya alay ve kahkahalarla saldırırdı. Tom bu şakayı daha önce hiç denememişti ama şimdi denemeye çalışıyordu. Bu sebeple diğer çocuklar ihtiyatla geri duruyordu. Fakat Chambers efendisinin ciddi olduğuna inanmıştı. Hemen yüzmeye başladı ve tam zamanında Tom’a ulaşıp hayatını kurtardı.
Bu son damla oldu. Tom her şeye katlanmıştı ama herkesin önünde ve sürekli olarak bir zenciye, hem de bu zenciye karşı böyle bir yükümlülük altında kalmak, işte bu çok fazlaydı. Ciddi olarak ondan yardım istediğini sanmış “gibi” yaptığı için Chambers’a hakaretler yağdırdı. Ancak kalın kafalı bir zenci anlayamazdı şaka yaptığımı, diyerek onu yalnız bıraktı.
Tom’un düşmanları çok güçlüydü. Dolayısıyla fikirlerini özgürce ifade edebildiler. Tom’a güldüler ve korkak, yalancı, sinsi deyip bir sürü ad taktılar. Chambers’a da yeni bir ad verdiklerini söylediler, artık kasabada “Tom Driscoll’un zenci babacığı” diye tanınacaktı ve bu yeni varlığın mimarı, Chambers’tı.
Tom bu sataşmalar karşısında iyice öfkelendi ve bağırarak:
“Kafalarını kopar, Chambers! Kopar kafalarını! Ellerin cebinde ne diye dikilip duruyorsun orada?” dedi.
Chambers itiraz etti: “Ama Sahip Tom, sayıları çok fazla, onlar…”
“Duyuyor musun beni?”
“Lütfen, Sahip Tom, yapmayın! Çok fazlalar…”
Tom, Chambers’ın üstüne fırlayıp cebindeki çakıyı iki üç kez sapladı. Diğer oğlanların yetişip yaralı çocuğa kaçma fırsatı vermelerinden önce oldu bu. Chambers yaralanmıştı, ama durumu ciddi değildi. Eğer bıçak biraz daha uzun olsaydı, her şey o anda sona ermiş olurdu.
Tom uzun zaman önce Roxy’ye “yer”ini öğretmişti. Onu okşamaya veya bir sevgi sözü söylemeye son kez cesaret etmesinin üzerinden çok zaman geçmişti. Bir “zenci”nin bu tür şeyler yapması ona iğrenç geliyordu. Roxy’yi mesafesini koruması ve kim olduğunu unutmaması için uyarmıştı. Roxy, bir tanecik bebeğinin onun oğlu olmaktan giderek uzaklaştığını görüyordu. Bu detayın tamamen yok olduğunu fark ediyordu. Geriye kalan sadece efendi olmuştu, üstelik bu, zarif bir efendi de değildi. Anneliğin ulviliğinden çıkarak değişmez köleliğin kasvetli derinliklerine daldığını hissediyordu. Oğlu ve kendisi arasındaki ayrılık uçurumu tamamlanmıştı. Artık onun eşyasıydı sadece; hizmetçisi, köpeği, yalaka ve çaresiz kölesi, havai öfkesinin, kötü tabiatının mütevazı ve ona karşı koyamayan bir kurbanıydı.
Bazen, hatta yorgunluktan bitap düştüğü zamanlarda bile uyuyamıyordu; çünkü oğlunun o gün yaşattıkları yüzünden öfkeden çılgına dönüyordu. Kendi kendine mırıldanıp dururdu:
“Bana vurdu, hem de hiç suçum yokken. Herkesin içinde yüzüme vurdu. Bir de bana “zenci cadı” diyor, “sürtük” diyor, daha bir dolu kötü söz söylüyor, onun için her şeyi yapmama rağmen. Ah, Tanrım. Onun için neler yapmadım! Ben olmasam o bi hiç olcaktı! Bana verdiği karşılığa bak!
Belli bir hakaretin öfkesi kalbini yaktığı bazı zamanlarda, intikam planları yapıp onun aslında bir sahtekâr ve köle olduğunu dünyaya ilan etme fikriyle neşelenirdi. Fakat bu sevincin ortasında bir korku kaplardı içini. Onu çok güçlendirmişti. Hiçbir şey kanıtlayamazdı. Hem, Tanrı korusun, nehrin aşağısında satılabilirdi! Bu yüzden planları sonuçsuz kalırdı. İntikama aç yüreğini doyurmak için, böyle bir şey gerektiğinde kullanmak üzere, o unutulmaz günde yanında bir şahit bulundurmamakla aptallık ettiği için kendine ve kadere kızarak planlarını bir kenara koyardı.
Ancak Tom ona iyi davrandığında -arada sırada oluyordu bu- bütün yaraları iyileşiverirdi. Mutluluk ve gururla dolardı. Çünkü beyazlar arasında efendilik yaparak ırkına karşı olan suçlarının intikamını alan bu çocuk, onun oğlu, onun zenci oğluydu. 1845 sonbaharında, Dawson’s Landing’de iki büyük cenaze vardı. Ölenlerden biri Albay Cecil Burleigh Essex ve diğeri Percy Driscoll’du.
Ölüm döşeğindeki Driscoll, Roxy’ye hürriyetini verdi ve kendisine tapınılan, gösterişli oğlunu, hâkim olan ağabeyiyle onun karısına teslim etti. Çocuğu olmayan karı koca buna çok sevinmişti. Çocuğu olmayan insanları sevindirmek zor değildir.
Hâkim Driscoll, bir ay kadar önce gizlice kardeşine gidip Chambers’ı satın almıştı. Tom’un babasına çocuğu nehrin aşağısında sattırmaya çalıştığını duymuştu ve skandalı önlemek istemişti. Ailenin hizmetçilerine önemsiz bir nedenle veya nedensizce böyle davranılması halk arasında hoş karşılanmazdı.
Percy Driscoll, vurguna konu olan arazisini satabilmek için çok uğraşmıştı ama bunu başaramadan öldü. Daha mezara yeni girmişti ki piyasadaki artış son buldu ve imrenilen genç varisi yoksul kaldı. Ama hiç önemli değildi; amcası onu varisi yapacağını ve böylece öldüğünde servetinin ona kalacağını söyledi. Tom da bununla avundu.
Roxy’nin artık bir evi yoktu. Bu yüzden etrafı dolaşıp arkadaşlarına veda etmeye karar verdi. Sonra toparlanıp dünyayı görecekti, yani bir vapurda oda hizmetçisi olarak çalışacaktı. Irkının ve hemcinslerinin en büyük hevesiydi bu.
Son ziyaretini siyah dev Jasper’a yaptı. Jasper, Ahmak Wilson’ın kışlık odunlarını doğruyordu.
Roxy geldiğinde Wilson, Jasper’la sohbet ediyordu. Roxy’ye, oda hizmetçiliği yapmak için buradan ayrıldığında çocuklarından uzak kalmaya nasıl dayanacağını sordu. Şakayla karışık çocukların on ikinci yaşlarına kadar alınmış parmak izlerinin bir kopyasını ona vermeyi teklif etti, böylece onları unutmayacaktı. Roxy, bir an için acaba bir şeylerden mi şüpheleniyor, diye düşündü. Sonra istemediğini söyledi. Wilson kendi kendine şöyle dedi: “Damarlarındaki siyah kan batıl itikatlı. Şu camlarla uğraşmamın cadı işi olduğunu sanıyor. Buraya elinde at nalıyla gelirdi eskiden. Belki de rastlantıydı, ama öyle olduğunu pek sanmıyorum.”
İkizler Dawson’s Landing’de Büyük Heyecan Yaratır
Eğitim her şeydir. Şeftali, bir zamanlar acıbademdi; karnabahar ise koleje gitmiş kabaktan başka bir şey değildir.
Dr. Baldwin’in sonradan görmeler hakkındaki sözleri: Yer mantarı olduğunu sanan zehirli mantarları yemek istemeyiz.
Bayan York Driscoll, iki sene boyunca Tom’un hayatına dahil oluşunun keyfini çıkardı. Bu sevincin kimi zaman bozulduğu doğruydu, ama yine de çocuk sahibi olmak büyük bir saadetti. Sonra Bayan Driscoll öldü. Kocası Bay Driscoll ve Bay Driscoll’un çocuksuz kız kardeşi Bayan Pratt bu neşeyi eskisi gibi sürdürdü. Tom el üstünde tutuldu, istediği her şey yapıldı; gönlünce, yani neredeyse gönlünce şımartıldı. Bu durum, Tom on dokuz yaşına gelene kadar böyle devam etti. Sonra Yale’e gönderildi. “Koşullar” konusunda iyi donanımlıydı ama bunun dışında orada pek göze battığı yoktu. Yale’de iki yıl kaldı ve sonra pes etti. Eve geldiğinde davranışları epey düzelmişti. Huysuzluğu ve nezaketsizliği gitmişti. Hoş ve düzgün konuşuyordu. Gizlice ve bazen de açıkça ironiye başvuruyor, insanların bam teline basıyor, ancak bunu babacan ve yarı bilinçli bir tavırla yaptığı için başı derde girmiyordu. Her zamanki gibi üşengeçti ve meslek edinmeye karşı şiddetli bir arzusu da yoktu. Bu yüzden insanlar, amcası nalları dikene kadar onun sırtından geçinmek istediğini düşünüyordu. Orada birkaç yeni alışkanlık da edinmişti. Birini açıkça uyguluyordu: İçki içmek. Diğerini ise gizliyordu: Kumar oynamak. Kumar oynadığını amcasının duyması hiç iyi olmazdı; bunu çok iyi biliyordu.
Tom’un