Amerikan masalları. Лаймен Фрэнк БаумЧитать онлайн книгу.
oldukça büyüktü. Annesinin valizinden bile büyüktü ve lekeli, pirinç çivilerle kaplıydı. Ayrıca epey de ağırdı. Martha bir ucunu kaldırmayı denediğinde yerinden bile oynatamadı sandığı. Fakat kapağın hemen yanında anahtar yeri vardı. Martha kilidi incelemek için eğildi ve sandığı açmak için oldukça büyük bir anahtar gerektiğini fark etti.
Tahmin edebileceğiniz gibi küçük kız, Walter Amca’nın büyük sandığını açıp içinde ne olduğunu görmeye can atıyordu. “Bizler, merak duygusuyla yönetilen varlıklarız ve bizim minik Martha gibi kız çocukları da hepimiz kadar meraklıdır.”
“Bence Walter Amca geri gelmeyecek,” diye düşündü Martha. “Babam, bir fil öldürmüştür onu, demişti. Şu sandığın anahtarı olsaydı…” Bir anda durup küçük ellerini neşeyle çırptı. Çamaşır dolabının rafında duran anahtar sepeti geldi aklına. Her türden anahtar vardı orada. Belki bir tanesi bu esrarlı sandığı açabilirdi!
Uçarcasına merdivenleri indi, sepeti buldu ve tekrar çatı katına döndü. Sonra pirinç kutunun önüne oturup o tuhaf kilidi açmak için anahtarları tek tek denedi. Bazıları çok büyük geldi kilide ama çoğu anahtar çok küçüktü. Bir tanesi kilide giriyor ama çıkmıyordu, bir diğeri ise öyle bir sıkıştı ki Martha anahtarı çıkaramayacağından korkmuştu. Fakat sonunda sepet neredeyse boşalmışken tuhaf şekilli, eski, pirinç bir anahtar kolayca kilide girdi. Sevinçten çığlık atan Martha, iki eliyle çevirdi anahtarı. Sonra tiz bir “tık” sesi duydu ve hemen ardından sandığın ağır kapağı kendiliğinden açılıverdi!
Küçük kız hemen sandığa doğru eğildi. Gördükleri karşısında şaşkınlık içinde geriye sıçradı.
Bir adam, yavaş ve dikkatli bir şekilde sandığın içinden çıktı, zemine bir adım atıp bacaklarını şöyle bir gerdi, sonra şapkasını çıkarıp şaşkın çocuğu kibarca selamladı.
Uzun boylu ve zayıf bir adamdı. Yüzü fena hâlde kararmıştı, belli ki güneşte yanmıştı.
Sonra uykulu bir okul çocuğu gibi esneyip gözlerini ovuşturan başka bir adam çıktı ortaya. Ne uzun ne kısaydı, onun da cildi diğer adamınki gibi esmerdi.
Martha bu manzara karşısında şaşkınlıktan ağzı açık hâlde bakakalmışken üçüncü bir adam sürüne sürüne çıktı sandıktan. Onun cildi de arkadaşlarınınki gibiydi ama boyu kısaydı, biraz da şişmandı.
Üç adam tuhaf kıyafetler giymişlerdi. Kenarları altın işlemeli, kırmızı kadife kumaştan kısa ceket ile gümüş düğmeli, gök mavisi rengindeki saten kısa pantolonları vardı. Çoraplarının üzeri kırmızı, sarı ve mavi renkli kurdeleyle süslenmişti. Şapkaları ise geniş kenarlı, sivri tepeliydi ve parlak kurdelelerle süslüydü.
Kulaklarında kocaman altın halkalar vardı, kemerlerinde ise hançer ve tabancalar diziliydi. Gözleri siyah ve ışıltılıydı. Ayrıca uçları domuz kuyruğu gibi kıvrılan uzun ve heybetli bıyıkları vardı.
“Amanın! Amma ağırsınız be,” diye bağırdı şişman olan, kadife ceketini çekip mavi dizliklerinin tozunu silkerken. “Şu hâlime bakın! Ezip büzdünüz beni!”
“Yapabileceğim bir şey yoktu, Lugui,” diye cevap verdi zayıf adam hafif bir sesle. “Sandığın kapağı beni üzerinize bastırıyordu. Yine de özür dilerim ikinizden.”
“Bana kalırsa,” dedi orta boylu adam, kaygısızca bir sigara sarıp yakarak, “kabul etmelisin ki yıllardır senin en yakın dostunum. O yüzden huysuzlaşma.”
“Çatı katında sigara içemezsin,” dedi Martha; sigarayı görünce aklı başına gelmişti. “Evi yakacaksın.”
Daha önce onu fark etmemiş olan orta boylu adam, bu sözlerin üzerine kıza dönüp kibarca eğilerek selam verdi.
“Hanımefendi madem öyle istiyor, hemen bırakırım sigaramı,” diyerek sigarasını yere attı ve ayağıyla ezdi.
“Kimsiniz siz?” diye sordu Martha. O âna kadar ağzını açamayacak kadar korkmuştu.
“Kendimizi takdim etmemize izin verin,” dedi zayıf adam kibarca şapkasını sallayarak. “Bu Luigi,” şişman adam başıyla onayladı; “işte bu da Beni,” orta boylu adam reverans yaptı. “Bendeniz ise Victor.”
“Bizler üç hayduduz, İtalyan haydutlarız.”
“Haydutlar!” diye bağırdı Martha dehşet içinde.
“Aynen öyle. Belki de bütün dünyada bizden daha korkunç ve dehşetli başka üç haydut daha bulamazsınız,” dedi Victor gururla.
“Çok doğru,” dedi şişman adam, ciddi bir tavırla onaylayarak.
“Ama bu çok kötü bir şey!” diye haykırdı Martha.
“Evet, haklısınız,” diye cevap verdi Victor. Son derece ve oldukça kötüyüz biz. Şu koca dünyada şu an karşınızda durmakta olan üç hayduttan beterini bulamazsınız.”
“Çok doğru,” diyerek tekrar onayladı şişman adam.
“Ama bu kadar kötü olmamalısınız,” dedi kız. “Yaramazlık bu yaptığınız!”
Victor gözlerini yere indirdi; utancından yüzü kızarmıştı.
“Yaramazlık mı!” diye bağırdı Beni, dehşete kapılmış bir hâlde.
“Çok sert bir söz bu,” dedi Luigi üzgün bir sesle ve yüzünü elleriyle kapadı.
“Bir hanımefendi tarafından böylesi bir hakarete uğrayacağım hiç aklıma gelmezdi,” diye mırıldandı Victor, sesi titriyordu. “Ama belki düşünmeden konuştunuz. Kötülüğümüzün bir sebebi olduğunu göz önüne almalısınız, Küçükhanım. Zira kötü olmadığımız takdirde nasıl olur da haydut deriz kendimize?”
Martha şaşırmıştı, düşünceli bir şekilde başını salladı. Sonra bir şey geldi aklına.
“Artık haydut olamazsınız,” dedi Martha. “Çünkü artık Amerika’dasınız.”
“Amerika mı?” diye haykırdı üç haydut bir ağızdan.
“Tabii ya. Chicago, Praire Sokağı’ndasınız. Walter Amca, bu sandıkla ta İtalya’dan gönderdi sizi.”
Bu haberi işiten haydutların şaşkınlığı yüzlerinden okunuyordu. Luigi, kırık bacaklı bir sandalyeye oturup sarı ipek bir mendille alnını sildi. Beni ve Victor ise sandığın üzerine yığılıp solgun ve sabit gözlerle kıza bakakaldılar.
Victor biraz kendini toplayınca konuştu.
“Walter Amcanız bize büyük kötülük yaptı,” dedi sitemkâr bir şekilde. “Bizi haydutların büyük saygı gördüğü güzel İtalya’mızdan alıp bu yabancı memlekete getirdi. Biz burada kimi soyacağımızı ya da ne kadar fidye isteyeceğimizi bile bilmiyoruz.”
“Çok doğru!” dedi şişman adam, bacağına şaplak atarak.
“Üstelik İtalya’da ne büyük şanımız vardı!” dedi Beni, pişmanlık dolu bir sesle.
“Belki de Walter Amca sizi düzeltmek istemiştir?” dedi Martha.
“Peki, bu Chicago’da hiç haydut yok mu?” diye sordu Victor.
“Şey, aslında,” diye cevap verdi kız yüzü kızararak. “Var ama biz onlara haydut demiyoruz.”
“İyi