Dostoyevski'nin hayatı. Любовь Федоровна ДостоевскаяЧитать онлайн книгу.
onlara büyük zarar verebilir ve sağlıklarını kalıcı olarak mahvedebilirdi. Doktorlarımız, çok sayıda Rus hanesini kasıp kavuran histeri ve sinirsel rahatsızlıkları işte bu kötücül geleneğe bağlamaktadır. Eğer düşünce insanları haklıysa, erkekler her zaman kadınlardan daha geç olgunlaştıklarından Kuzey Rusyalı erkek bireylerin gelişimlerini bütünüyle tamamladıkları yaşı yirmi beş olarak belirleyebiliriz. Sözgelimi, epilepsi hastaları gibi anormal bünyelerin ise daha yavaş olgunlaşıyor olmaları gerekir. O yaşta Dostoyevski’nin sezgilerinin henüz uyanmamış olması olasıdır. Kadınlara uzaktan hayranlık besleyen, onlardan oldukça korkan ve henüz onlara ihtiyaç duymayan bir okul çocuğu gibiydi. Babamın arkadaşları, gördüğümüz üzere, kendisinin kadınlarla bir aradayken yaşadığı gerginliğiyle alay ederdi.42 Dostoyevski’nin romantik dönemi hapisliğinden sonra başladı, o zaman hiç de gerginlik göstermedi.
Dostoyevski’nin ilk romanlarındaki kadın kahramanlar soluk, bulanık ve canlılıktan yoksundur. Bu dönemde yalnızca iki iyi kadın portresi çizebilmiştir, bunlar on ile on iki yaşlarındaki Netoçka Nezvanova ve küçük Katya’dır. Öteki’yi dışarıda tutacak olursak bu roman sözkonusu dönemde ortaya koyduğu en iyi çalışmaydı. Tek bir kusuru vardı ki bu Dostoyevski’nin hapse düşmeden önce yazdığı tüm romanlarda ortaktı: Kahramanlar fazlasıyla enternasyoneldi. Bu kahramanlar herhangi bir yerde yaşayabilir, herhangi bir dili konuşabilir, herhangi bir iklime dayanabilirler. Anayurtları yoktur ve tüm kozmopolitler gibi soluk, belirsiz ve anlaşılmazdırlar. Onları yaşatmak için kendilerine bir milliyet yaratmak gerekiyordu. Dostoyevski’nin Sibirya’da yapmak üzere olduğu şey buydu.
Petraşevski Kumpası
Babam, yaşamının bu tatsız döneminde Petraşevski kumpasına karışmıştı. Dostoyevski’nin, yaşamının ilerleyen dönemlerindeki monarşik ilkelerine aşina olanlar babamın kendisini devrimcilerle nasıl ilişkilendirebildiğini asla anlayamadılar. Babamın Litvanya kökeni göz ardı edilirse bu durum insana pek tabii ki anlaşılmaz gelir. Çar’a karşı kumpas kurmuştu, çünkü henüz Rus monarşisinin gerçek anlamını kavrayamamıştı. Dostoyevski, yaşamının bu döneminde Rusya hakkında pek az şey biliyordu. Çocukluğunu, Moskova’nın kalbinde babası tarafından yaratılan bir tür yapay Litvanya’da geçirmişti. Mühendisler Kalesi’nde geçirdiği delikanlılığı sırasında Rus arkadaşlarından mümkün olduğunca uzak durmuştu. Roman yazarı olduğunda bütün ülkedeki en dengesiz topluluk olan Petersburg edebiyat çevresinin müdavimi olmuştu. O dönemde Rusya pratikte tanınmıyordu, coğrafyacılarımız ve tarihçilerimiz yok denecek kadar azdı. Seyahat etmek zor ve pahalıydı. Ülkede ne demiryolu ne de buharlı gemiler vardı. Köylü serfler topraklarını işleyip sessizliklerini korurdu; mujiklere “sfenks” denirdi. Rus yazarlar yalnız Avrupa aklıyla yaşar, sadece Fransızca, İngilizce ve Almanca kitaplar okur, Avrupalıların özgürlükle ilgili görüşlerinin hepsini paylaşırlardı. Yazarlarımız, Avrupalıları Rus düşüncesiyle tanıştırmak yerine müthiş bir maharet göstererek Avrupa’dan Rusya’nın nasıl bir yer olduğunu kendilerine açıklamasını rica ediyorlardı. Yurttaşlarım Rusya hakkında pek az şey biliyorsa, Avrupa hiçbir şey bilmiyordu. Avrupalı yazarlar, bilim insanları, devlet yöneticileri ve diplomatlar Rus dilini öğrenmiyor, Rusya’ya gitmiyor, kalkıp da mujikleri evlerinde inceleme zahmetine girmiyorlardı. Kentlerinde yaşayan siyasi mültecilerden bilgi edinmek onlara yetiyordu. Tüm bu Yahudiler, Lehler, Litvanlar, Ermeniler, Finler ve Letonlar Rusça bile konuşamıyor, konuşabilenlerin de berbat bir aksanı oluyordu. Ne var ki bu durum onların Rus halkı adına Avrupalılara hitap etmesine engel olmuyordu. Mujiklerin Çar’ın boyunduruğu altında inim inim inledikleri, onlara (mültecilere göre) gece gündüz hayalini kurdukları Avrupai cumhuriyeti armağan etmek için Avrupalı milletlerin gelip kendilerini kurtarmalarını sabırsızlıkla bekledikleri konusunda Avrupalıları temin ediyorlardı. Avrupa onların sözlerine inanmıştı. Avrupalılar ancak şimdilerde, “Çarcılığın” yerini Bolşevizmin ve bozgunculuğun aldığını gördüklerinde nasıl da kandırılmış olduklarını anlamaya başladılar. Gerçek Rusya’yı anlamaları ise daha çok vakit alacak.
Petraşevski kumpası sırasında babam bir Rustan ziyade bir Litvandı, Avrupa onun için anavatanından daha değerliydi. Hapsedilmeden önce yazdığı romanların hepsi Avrupalı yapıtların taklitleriydi: Schiller, Balzac, Dickens, Georges Sand ve Walter Scott onun ustalarıydı. Avrupa gazetelerine İsa’nın öğretilerine inanır gibi inanıyordu. Avrupa’da yaşamayı hayal ediyor ve iyi yazabilmeyi bir tek orada öğrenebileceğini öne sürüyordu. Mektuplarında arkadaşlarına bu tasarıdan bahsediyor, bunu gerçekleştirmek için gerekli olan şeylerin eksikliğinden yakınıyordu. Büyük bir Rus yazarı olabilmek için doğuya gitmenin iyi bir fikir olabileceğini aklından bile geçirmiyordu. Dostoyevski, Ruslardaki Moğol damarından nefret ediyordu; yaşamının bu döneminde gerçek bir Ivan Karamazov’du.
Serflerin kurtuluşu o dönem çok yakındı. Herkes bunun hakkında konuşuyordu, herkes bunun gerekli olduğunun farkına varmıştı. Geleneğine sadık kalan devletimiz ise reform yapmaktan kaçınıyordu. Kendi ağır ve üşengeç ulusal karakterinin farkında olan Ruslar bunu elde edebilmek için bir ya da iki yıl sabırla beklemeleri gerektiğini biliyordu. Lehler, Litvanlar ve Baltık eyaletleri yerlileri bu gecikmeye anlam veremiyor, Çar’ın bu insanlara asla özgürlük vermeyeceğine inanıyorlardı. Köylüler adına onların özgürlüğünü güvenceye alabilmek için Çar’ı devirmeyi planladılar. Dostoyevski de onların kuruntularını paylaşıyordu. Doğuya özgü üşengeçlik hakkında hiçbir şey bilmiyordu, tüm hayatı boyunca etkin ve enerjik biri olmuştu. Bir fikir ona doğru göründüğünde derhal uygulamaya koyardı, Rus bürokrasisinin işi ağırdan alma eğilimine anlam veremiyordu. Babasının trajik ölümünü unutamıyor; efendileri zulme, köleleri ise cinayete sevk eden sistemin yıkılmasını yürekten arzuluyordu. O zamanki düşünüş tarzıyla Petraşevski’yle yaptığı toplantının ölümcül sonuçlarının olması kaçınılmazdı. Adından da anlaşılacağı üzere Petraşevski Polonya ya da Litvanya kökenliydi; Dostoyevski’yle aralarında bulunan bu bağ, diğerlerininkinden çok daha güçlüydü. Petraşevski uzdilli ve hünerliydi; Petersburg’taki tüm genç hayalperestleri kendine çekip onları alevlendirdi. Diğerlerinin mutluluğu için kendini feda etme fikri, genç ve cömert kalpleri cezbediyordu; özellikle de kendi yaşamları tıpkı babamınkinin de o zamanlar olduğu gibi mutsuz olduğunda. Petersburg’un karanlık sokaklarında yalnız başına yürürken kendi kendine soylu bir dava için ölmenin hiçbir işe yaramayan bir varlığı boş yere sürdürmekten daha iyi olacağını düşünmüş olmalı.
Petraşevski davası, tüm Rus siyasi davaları arasındaki en karanlık davalardan biridir. Yayımlanan gizli belgeler; Avrupa’dan gelen yeni fikirlerle ilgili herkesçe bilinen gerçekleri tekrarlamak, Sansür Kurulu’nca yasaklanan kitapları birbirlerine ödünç vermek ve devrimci bildirilerin kışkırtıcı bölümlerini ateşli bir şekilde okumak için bir araya gelen gençlerin katıldığı politik toplantıların son derece olağan bir resmini çizmektedir. Yine de babam bunun Çar’ı devirmeyi ve Rusya’da aydınlar cumhuriyeti kurmayı amaçlayan politik bir kumpas olduğunu her zaman savunmuştur. Petraşevski’nin gönüllüler ordusu kurarken girişimlerinin gizli amaçlarını yalnızca seçilmiş birkaç kişiye açmış olması muhtemeldir. Dostoyevski’nin zekâsını, cesaretini ve güçlü ahlakını takdir eden Petraşevski muhtemelen babamın gelecekteki cumhuriyette önemli bir rol oynayacağını düşünüyordu.43
Mihail Amcam da sözkonusu topluluğa ilgi duyuyordu fakat evli ve bir aile babası olduğundan Petraşevski toplantılarına büyük bir gayretle sık sık katılmamanın akıllıca olacağını düşünüyordu. Bununla birlikte yasaklı kitaplar kitaplığından faydalanıyordu. Amcam o zamanlar Fourier’nin büyük hayranlarından ve
42
Babamı yaşamının o dönenimde çok iyi tanıyan Dr. Riesenkampf hatıratında şunları yazar: “Yirmi yaşındaki bir genç adam genellikle kadınları kafasına koyup tüm genç güzellerin peşinden koşar. Dostoyevski’dekine benzer bir duruma daha önce hiç şahit olmamıştım. Kadınlara karşı kayıtsızdı hatta onlara karşı antipatisi vardı.” Riesenkampf, bununla birlikte Dostoyevski’nin arkadaşlarının aşk ilişkileriyle ilgilendiğini ve duygusal şarkılar söylemekten hoşlandığını ekler. Bahsi geçen şarkı söyleme alışkanlığı ömrünün sonuna kadar ona keyif vermeye devam etmiştir. Odasında tek başınayken genellikle kısık sesle şarkı söylerdi.
43
Petraşevski örgütünün üyelerinden biri, kişisel görüşüne göre ekipteki tek tipik kumpasçının Dostoyevski olduğunu söylemişti. Sessiz ve sakindi, Rus anlayışının peşinden gidip kalbindekileri herkese açmaya yatkın biri değildi. Bu suskunluk yaşamı boyunca devam etti. Anneme karşı bile bu tavrını korumuştu, kadıncağız evliliklerinin ilk günlerinde babamı geçmiş yaşamıyla ilgili konuşturmakta çok zorlanmıştır. Ancak daha sonra, Dostoyevski ikinci karısının kendisine ne kadar bağlı olduğunu fark ettiğinde kalbini açmış, hiçbir sırrını ondan gizlememiştir.