Dostoyevski'nin hayatı. Любовь Федоровна ДостоевскаяЧитать онлайн книгу.
href="#n4" type="note">4
Hıristiyanlık döneminin başlangıcında ve muhtemelen daha öncesinde Normanlar Litvanya’da hüküm sürmekteydi. 1392 yılında Normanların, Norman prenslerinin soyundan gelen Büyük Dük Witold’un şahsında hâlâ iktidarda olduğunu görüyoruz. On dört yüzyıllık süreçte Litvanya’nın ciddi manada Normanlaşmış olması gerektiği açıktır. Prensler ve maiyetindekilerin yaptıkları evlilikler bir yana, Kuzey’den Litvanya’ya gelen tüccar ve savaşçılar, Slav kanları sayesinde genel itibarıyla Finno-Türk kabilelerinin kadınlarından daha güzel ve daha zarif olan genç Litvanları memnuniyetle kendilerine eş olarak seçmişlerdir. Bu evliliklerden doğan çocuklar annelerinin Litvan tipini, baba tarafından atalarının ise Norman beyinlerini miras almışlardır. Nitekim Litvanyalıların karakterini incelediğimizde Normanların karakterine olan güçlü benzerliği fark ederiz. Aslında pek de tanınmayan bu ülke üzerine çalışmak isteyenlere W. St. Vidunas’ın Lithuania, Past and Present5 adlı çalışmasını öneriyorum. Bu ilim irfan sahibi yazardan sıklıkla alıntı yapma fırsatım oldu, fakat kendisinin bu muhteşem çalışmasının kendi bütünlüğü içinde okunması gerekir. Vidunas’ın kitabının ilginç yanı şudur ki kendisi Litvan karakterini esasen Norman olarak tanımlıyor olsa da yurttaşlarının Norman kanı taşıdığını reddeder ve samimi bir şekilde onların bütünüyle aslen Asya’dan gelen Finno-Türkler olduğunu beyan eder. Yazar bu noktada, Litvanyalıların birtakım sapkın milli gururun etkisiyle, Norman atalarını her zaman inkâr eden çoğunluğunun sahip olduğu bir tavır takınır.6
Litvanyalılar, tıpkı bilge Rumenlerin, Roma’nın antik savaşçılarına dayanan kökenleriyle gurur duymalarına benzer şekilde kökenleriyle gurur duymak yerine her zaman Norman büyük düklerini yerli kana sahip prensler olarak geçiştirmeye çalıştırmışlardır. Ruslar bu noktada asla aldanmamışlardır. Litvanyalıların kendilerini yenemeyecek kadar zayıf olduğunu, bunu yalnızca Normanların yardımıyla yapabileceklerini biliyorlardı. Yurttaşlarımın tüm şu Gediminas, Algardas ve Vitantas’ı daima gerçek Norman isimleri olan Guedimine, Olguerd ve Witold isimleriyle anmış olmasının sebebi budur. Lehler ve Almanlar da aynı şeyi yaptılar ve Norman prensler tüm Litvanofillere rahatsızlık verecek şekilde tarihe gerçek isimleriyle geçtiler. Guedimin bu prenslerin en ünlüsüydü. Gerçek bir Norman tipindeydi, Finno-Türk kanından neredeyse eser yoktu. Portreleri bana her zaman Shakespeare’in portrelerini anımsatmıştır; bu iki Norman arasında bir aile benzerliği bulunmaktadır. Guedimin dini meselelere ilişkin Norman ilgisizliği ve toleransı göstermiş, hem Katolikleri hem de Ortodoksları korumuştur. Kendisi ise bir pagan olarak kalmayı tercih etmiştir.
Rusya ve Ukrayna güçlenerek Litvanya’yla olan bağlarını koparmayı ve eski özgürlüklerine kavuşmayı başardı. Litvanyalılar zengin vilayetlerini doğuya ve güneye kaptırdıklarında zayıfladılar ve can düşmanları olan Töton Şövalyeleri tarikatına karşı mücadele edemediler. Almanlar Litvanya’yı fethederek ülkeye bir sürü ortaçağ kurumu ve fikri getirdi. Sözkonusu kurum ve fikirler Avrupa’nın geri kalanında bütünüyle kaybolduklarında dahi Litvanlar bunları uzun bir süre boyunca korudu. Almanlar, Litvanları Protestan olmaya zorladı. Tüm Slavlar gibi Litvanlar da mistikti, Luther’in dini onlara hiçbir şey ifade etmiyordu.7
Sonraları, Polonya kendi başına güçlü bir devlet olup Litvanya’yı Töton Şövalyeleri’nin elinden çekip aldığında8 Litvanlar hemen atalarının Katolik ya da Ortodoks inancına döndüler. Polonyalı Katolik din adamları, özellikle de Cizvitler, Ortodoks manastır hanelerine karşı tutkulu bir savaş verdi fakat bunlar Ortodoks dinini tercih eden Litvanyalı birçok aile tarafından korundu. Bunlar arasında Ortodoks Kilisesi’nin ünlü mücahitlerinden Prens Konstanti Ostrogski başta olmak üzere bazı çok nüfuzlu kişilikler bulunuyordu. Bu kararlı direniş karşısında Polonyalılar Ortodokslara ait dini yapıların ülkede kalmasına izin vermek zorunda kaldılar, diğer yandan Ortodoks propagandasını kontrol edebilmek için bunları soylu Katolik ailelerin gözetimi altına yerleştirdiler. Cizvitler harika Latin okulları kurdular; ülkedeki soyluları, çocuklarını bu okullara göndermeye zorladılar ve kısa bir süre içinde Litvanya’nın tüm soylu gençlerini Latinleştirmeyi başardılar. Litvanları tamamen kendine bağlamak isteyen Polonya, aralarında Schliahta ya da Soylular Birliği’nin de bulunduğu birçok Polonya kurumunu Litvanya’ya getirdi. Schliahtitchi (soylular), savaş zamanı ülkenin büyük lortlarından birinin sancağı altında bir araya gelme, barış zamanında ise bu lordun koruması altında yaşama gele-neğini benimsediler. Bu lortlar, Schliahtitchi’nin kendi armalarını kullanmalarına izin verdi. Sonrasında ise Litvanya’dan çok sayıda kurum almış olan Rusya, Schliahta’yı taklit ederek Kalıtsal Soylular Birliği’ni kurdu. Rusların kurduğu bu birlik savaşa yönelik olmaktan ziyade tarımla ilgili bir birlikti, fakat her iki ülkedeki birlik de her şeyden önce vatanseverdi.
Babamın ataları, Pinsk’e pek uzak olmayan Minsk Goberniyası’nın yerlileriydi; orada hâlâ Dostoyeve denen, babamın ailesine ait kadim topraklar bulunmaktadır. Burası eskiden Litvanya’nın en vahşi yeriydi, neredeyse tamamı engin ormanlarla kaplıydı; Pinsk’in bataklıkları göz alabildiğince uzanırdı. Dostoyevski ailesi Schliahtitchi’ydi ve “Çimenli Radwan”a dahildi. Diğer bir deyişle soyluydular, Lort Radwan’ın sancağı altında savaşa katılmış ve kendisinin armasını taşıma hakkına sahip olmuşlardı. Annemde, Moskova’daki Dostoyevski Müzesi için çizilmiş Radwan armaları bulunurdu. Onları gördüm, fakat armacılık üzerine hiç çalışmadığım için onları betimleyemem.
Dostoyevski ailesi Katolikti, görüldüğü kadarıyla çok dindar ve epey hoşgörüsüzdüler. Ailemizin kökenlerine dair yaptığımız çalışmalar sırasında, Dostoyevski ailesinin gözetimine verilen bir Ortodoks manastırının, Dostoyevskilerin Ortodoks keşişlere karşı sert davranışlarından şikâyetçi olduğunu gösteren bir belgeye rastladık. Bu belge iki şeyi kanıtlamaktadır:
1. Dostoyevskilerin ülkelerinde iyi bir konuma sahip olduklarını; çünkü aksi takdirde Ortodoks manastırlarından biri onların gözetimine verilmezdi.
2. Dostoyevskilerin ateşli Katolikler olarak oğullarını ülkenin Latin okullarına göndermiş olduklarını ve babamın atalarının, Katolik din adamlarının gittikleri her yere yaydıkları o muhteşem Latin kültürüne sahip olmaları gerektiğini.
On sekizinci yüzyılda Ruslar Litvanya’yı ilhak ettiklerinde Dostoyevskileri ülkede bulamadılar; aile Ukrayna’ya geçmişti. Orada neler yaptıklarını, hangi kasabalara yerleştiklerini bilmi-yoruz. Büyük büyükbabam Andrey’in nasıl biri olabileceği hakkında hiçbir fikrim yok, bu durumun çok ilginç bir nedeni var.
Gerçek şu ki büyükbabam Mihail Andreviç Dostoyevski son derece nevi şahsına münhasır bir insandı. On beş yaşındayken babası ve ağabeyleriyle ölümüne kavga edip evden kaçmış. Ukrayna’dan ayrılıp Moskova Üniversitesi’nde tıp okumaya gitmiş. Asla ailesinden söz etmez, köklerine ilişkin soru sorulduğunda yanıt vermezdi. Sonra, elli yaşına bastığında, öyle görünüyor ki baba ocağını terk ettiği için vicdanı onu rahatsız etmiş. Gazetelere ilan vererek kendilerinden bir haber alabilmek için babasına ve ağabeylerine yalvarmış. Bu ilanla ilgili hiçbir dönüş alınmamış. Muhtemelen tüm akrabaları ölmüştü. Dostoyevskiler çok yaşlanmadan ölürler.
Mihail Andreviç Dostoyevski
Gelgelelim büyükbabam Mihail kökenini çocuklarına anlatmış olmalı, zira babamın ve daha sonraları amcalarımın
5
(İng.) Litvanya’nın Dünü Bugünü. (ç.n.)
6
Rusya ve Polonya’ya duydukları nefret nedeniyle Litvanyalılar damarlarında Slav kanının aktığını dahi reddetmişlerdir. Yine de Finno-Türk’ten daha ziyade Slav olduklarını görebilmek için onlara bir bakış atmak yeterlidir.
7
Hiçbir şekilde başkalarıyla karışmamış Finno-Türkler olan Finler, Estonlar ve Letonlar Protestanlığı şevkle kabul edip buna sadık kalmışlardır. Litvanların Protestanlığa karşı her zaman göstermiş oldukları düşmanlık kendilerinin Slav kanına sahip olduğunu geri kalan her şeyden çok daha ikna edici bir şekilde kanıtlamaktadır. Ortodoks ya da Katolik inancını kolaylıkla kucaklayan Slavlar, Luther’in öğretisini asla anlayamadılar.
8
Bununla birlikte Almanlar, Litvanya’nın, Litvanyalı Borussi kabilesinin yaşadığı bir bölümünü ellerinde tuttular. Bu bölgeyi Almanlaştırarak buraya Prusya adını verdiler. Prusyalılar Alman değil, Litvandır; önce Normanlaştırılmış sonra da Almanlaştırılmışlardır. Güçlü karakterleri ve Almanya’da oynadıkları önemli rol kendilerinin Norman karakterinden kaynaklanmaktadır. Prusyalı Junkerlerin büyük bir çoğunluğu doğrudan kadim Norman şeflerinin soyundan gelmektedir.