Kozmik hafıza. Rudolf SteinerЧитать онлайн книгу.
ise her şeyi kişisel çıkarların, egoizmin hizmetine sunanlara aittir.
Bu ufak müritler topluluğu, yeni anlayışla hareket etmek için yeterince güçleninceye dek ve bunun üyelerinin bu yeni anlayışı, önceki soylara ait insanlığın geri kalanına götürmek üzere dışarıya çıkmaları mümkün olana dek, Manu’nun çevresinde kalmayı sürdürdü. Bu yeni anlayışın çeşitli insanlar arasında, kendilerini farklı alanlarda geliştirme şekillerine göre, farklı bir yapıya bürünmesi doğaldır. Eskiden arta kalan özellikler, Manu’nun habercilerinin dünyanın çeşitli kısımlarına taşıdıkları bilgilerle harmanlandı. Böylece, çeşitli türden yeni kültürler ve uygarlıklar ortaya çıktı.
Manu’nun çevresindeki mürit topluluğundan en yetkin şahıslar, diğer insanlara öğretmenlik yapabilsinler diye, Manu’nun İlahi Bilgeliği’ne tedricen ve doğrudan inisiye edilmek üzere seçildiler. Eski İlahi Haberciler’e böylece yeni tür bir İnisiye de eklenmiş oldu. Bu inisiyeler, kendi düşünce yetilerini tıpkı kendi hemcinsleri gibi dünyevi bir biçimde geliştiren kişilerden oluşuyordu. Bundan önceki İlahi Haberciler (ve aynı zamanda Manu) için bu geçerli değildi. Onların gelişimi Yüce Âlemler’e aitti. Onlar kendi Yüce Bilgelikleri’ni dünyevi koşullara sunmuşlardı. Bunların insanlığa verdikleri, “Yukarı’nın İhsanı”ydı. Atlantis döneminin ortasından önce insanlar, kendi güçleriyle İlahi Kurallar’ın ne olduğunu kavrayabilecekleri noktaya erişmemişlerdi. Şimdi (belirtilen zamanda) bu noktaya ulaşacaklardı. Dünyevi düşünce kendisini İlahi Kudret kavramına yükseltecekti. Beşeri inisiyeler kendilerini İlahi olan ile birleştirmişlerdi. Bu durum, insan soyunun gelişmesindeki önemli bir devrimi temsil eder. İlk Atlantisliler henüz kendi liderlerini İlahi Haberciler olarak mütalaa edip etmeme seçimine sahip değillerdi. Çünkü İlahi Haberciler’in gerçekleştirdiği, kendini Yüce Âlemler’in işi olarak dayatmıştı. Bu, İlahi bir Köken’in damgasını taşıyordu. Böylece, Atlantis döneminin Habercileri, kendi güçleri tarafından kutsanan, bu gücün kendilerine verdiği ihtişam ile çevrili Varlıklar’dı. Dışsal bir bakış açısına göre, daha sonraki dönemlerin beşeri inisiyeleri, insanlar arasındaki insanlardır. Fakat bunlar Yüce Âlemler’le ilişkilerini sürdürürler ve İlahi Habercilerin vahiyleri ile tezahürleri kendilerine ulaşır. Sadece istisnai olarak, yüce bir zorunluluk ortaya çıktığında, yukarıdan kendilerine bahşedilen belirli güçleri kullanırlar. Böylece, insanların bildikleri yasalar ile açıklayamadığı ve dolayısıyla da haklı bir biçimde mucize olarak gördükleri işleri gerçekleştirirler.
Fakat tüm bunların amacı, insanlığın kendi ayakları üzerinde durmasını, kendi düşünce yetisini tam olarak geliştirmesini sağlamaktır. Günümüzde beşeri inisiyeler, halk ve Yüce Güçler arasında aracı işlevini görürler ve insanın İlahi Haberciler’le iletişime girmesini sadece inisiyasyon mümkün kılar.
Beşeri inisiyeler, yani kutsal öğretmenler, beşinci kök-soyun başlangıcında insanlığın geri kalanının liderleri oldular. Tarihöncesinin büyük rahip kralları -ki tarihte bunlardan söz edilmez de daha çok efsane dünyasında yer alırlar- bu inisiyelerin arasından çıkmışlardır. Yüce İlahi Haberciler, dünyadan giderek çekilmiş ve liderliği bu beşeri inisiyelere bıraksalar da söz ve eylemde onlara destek olmuşlardır. Bu böyle olmadığı takdirde, insan kendi düşünce yetisini özgürce kullanmaya hiçbir zaman ulaşamayacaktı. Dünya ilahi yönetim altındadır, fakat bunu kabul etmesi için insana baskı uygulanmayacaktır. Bunu özgür düşünce sayesinde görmeli ve anlamalıdır. Bu noktaya ulaştığı zaman, inisiyeler kademeli olarak gizlerini kendisine açacaklardır. Fakat bu birden meydana gelemez. Beşinci kök-soyun bütün gelişimi bu amaca doğru ağır ağır alınan bir yoldur. İlk başta Manu, müritlerini tıpkı çocukları gibi yönetti. Sonra liderlik giderek beşeri inisiyelere aktarıldı. Bugün gelişme hâlâ, insanların bilinçli ve bilinçsiz eylem ve düşüncesinin bir karışımından oluşur. Sadece beşinci kök-soyun sonunda ve altıncı ve yedinci alt-soylar boyunca yeterince çok sayıda insan bilgeler haline geldiğinde, İnisiyeler arasında en büyüğü Kendini açıkça Onlara gösterebilecektir. Böylece bu beşeri inisiye, tıpkı Manu’nun dördüncü kök-soyun sonunda yaptığı gibi, Asli Liderliği deruhte edebilecektir. Dolayısıyla, beşinci kök-soyun eğitimi, tıpkı bu beşinci kök-soyun tohumunu atan soyun, İlahi Manu’yu takip etmesi gibi, insanlığın büyük bir kısmının beşeri bir Manu’yu özgürce takip etmesini öngörür.7
3
Lemuryalılar
A kaşa Kayıtları’ndan, insanlığın gelişiminde çok uzak tarihöncesi bir döneme değinen bir kısım, bu bölümde açıklanacaktır. Bu dönem, yukarıda verilen açıklamalarda tanımlanan dönemden önce gelir. Biz burada insanlığın üçüncü kök-soyu İle ilgileniyoruz, ki Teozofi kitaplarında bunun Lemurya kıtasında yaşadığı söylenir. Bu kitaplara göre, bu kıta Asya’nın güneyinde yer alıyordu ve yaklaşık olarak Seylan’dan Madagaskar’a kadar uzanıyordu. Günümüzün Güney Asya’sı ve Afrika’nın bazı kısımları da buna aitti.
Akaşa Kayıtları’nın şifresinin çözülmesinde mümkün olan bütün özen gösterilirken, bu metinlere yönelik olarak hiçbir dogma iddiasında bulunulamayacağını vurgulamalıyız. Eğer ilk başta, günümüzden öylesine uzak olayların ve bilgilerin okunması kolay gelmezse, görülüp de günümüz diline aktarılan bir bilginin çevirisi neredeyse aşılamaz engeller ortaya koyar.
Tarihler daha sonra verilecektir. Tüm Lemurya dönemi ve aynı zamanda günümüze dek bizim beşinci kök-soy dönemi tartışıldığında, bunlar daha iyi anlaşılacaktır.
Burada bahsedilen şeyler, bunları ilk kez okuyan bir okültist için bile şaşırtıcıdır, “şaşırtıcı” sözcüğü istenilen anlamı tam olarak veremese bile. Dolayısıyla, bunlar ancak çok dikkatli bir incelemeden sonra başkasına aktarılmalıdır.
Dördüncü olan Atlantis kök-soyundan önce, Lemuryalılar denilen kök-soy yaşamıştı. Bunun gelişimi sırasında, dünya ve insanlar açısından son derece büyük önem taşıyan olaylar meydana geldi. Burada, önce bu kök-soyun yapısına dair bilgi verilecek, sonra bu olaylar tartışılacaktır. Bu soy arasında hafıza henüz gelişmemişti. İnsanlar nesneler ve olaylar hakkında fikir sahibi olabilirken, bu fikirler hafızada kalmıyordu. Dolayısıyla, bunlar gerçek anlamda henüz bir dile de sahip değillerdi. Daha çok bunların dile getirdikleri, kendi duygularını, sevinç, neşe, acı vs. ifade eden doğal seslerdi, fakat bunlar dışsal nesneleri belirtmiyordu.
Fakat fikirleri, sonraki insanlara kıyasla oldukça farklı bir kuvvete sahipti. Bu kuvvet aracılığıyla çevrelerine etki ediyorlardı. Diğer insanlar, hayvanlar, bitkiler, hatta cansız nesneler bu etkiyi hissedebilir ve sadece fikirlerden etkilenebilirlerdi. Bu nedenle Lemuryalı, diğer insanlarla, bir dile gerek duymadan iletişim kurabilirdi. Bu iletişim bir tür “düşünce okuma”ya dayalıydı. Lemuryalı kendi fikirlerinin kuvvetini, doğrudan, kendisini çevreleyen nesnelerden alıyordu. Bu kendisine, bitkilerin büyüme enerjisinden, hayvanların yaşam gücünden akıyordu. Bu şekilde bitkileri ve hayvanları kendi içsel hareketlerinde ve yaşamlarında anlıyordu. Hatta aynı yolla, cansız nesnelerin fiziksel ve kimyasal güçlerini bile anlıyordu. Bir şey inşa ettiğinde, önce bir ağaç gövdesinin yük taşıma haddini, bir taşın ağırlığını hesaplamak zorunda değildi; ağaç gövdesinin ne kadar taşıyabileceğini, görünürdeki taşın ağırlığı ve boyu ile nereye uyacağını, nereye uymayacağını anlayabilirdi. Dolayısıyla Lemuryalı, mühendislik bilgisi olmaksızın, bir tür içgüdüsel kesinlik ile hareket eden kendi hayal gücü yeteneğine dayanarak inşaat yapıyordu. Ayrıca, büyük ölçüde, kendi bedeni üzerinde egemenliği vardı. Gerekli
7
Yüce Varlıklar’ın yerlerini nasıl giderek Yüce İnisiyeler’in ve onların yerlerini de Kutsal Krallar’ın aldığı, Teozofi Cemiyeti’nin en önde gelen isimlerinden H. P. Blavatsky’nin