Korku. Стефан ЦвейгЧитать онлайн книгу.
dehşete düşüyordu. O zaman kendisini güvende hissetmek için hatırası veya anlamı nedeniyle odasına yerleştirdiği güzel eşyalara nazikçe dokunuyor, onların yakınlıklarıyla rahatlıyor ve böylece yeniden huzura kavuşuyordu. Ve duvar saati; huzurlu, çelik gibi adımlarla sessizliği bölen vuruşlarındaki düzenli, dertsiz ve emin ritmi fark ettirmeden onun kalbine de aktarıyordu.
Ertesi sabah kocası yazıhanesine, çocuklar gezmeye gittiklerinde nihayet yalnız kaldığında, o korkunç karşılaşmayı tekrar düşündü ve endişeleri öğleden öncesinin parlak aydınlığında epey azaldı. Bayan Irene ilk olarak peçesinin oldukça sık dokunmuş olduğunu ve o kadının yüzünü iyi görmüş olmasının ve kendisini tekrar tanıyabilmesinin imkânsızlığını düşündü. Şimdi sakince, dikkatli davranmak adına, alabileceği tüm tedbirleri ölçüp biçti. Sevgilisini bir daha kesinlikle onun evinde ziyaret etmeyecekti ve bu tür bir baskın ihtimali ortadan kaldıracaktı. Bu durumda o kişiyle tesadüfen karşılaşma tehlikesi kalıyordu sadece; ancak bu da pek olmayacak bir şeydi, zira oradan araba ile kaçtığı için kendisini takip etmiş olamazdı. İsmini ve evini bilemezdi; bunun dışında yüz hatlarını belirsizce gördüğünden kesin bir şekilde tanınma korkusuna gerek yoktu. Hem bu tür olağanüstü bir durum için de hazırdı Bayan Irene. Dolayısıyla artık korkunun kıskacında olmadığı için gayet sakin bir şekilde sükûnetini korumaya, her şeyi inkâr etmeye, soğukkanlı olup bir yanlışlık olduğunu iddia etmeye karar verdi, ziyaretini kanıtlayacak başka bir delil bulunamayacağından, bu kadının muhtemelen şantaj yapmak istediğini öne sürecekti. Bayan Irene boş yere başkentin en meşhur avukatlarından birisinin eşi değildi, eşinin meslektaşlarıyla yaptığı sohbetlerden şantajların hemen ve büyük bir soğukkanlılıkla engellenebileceğini gayet iyi biliyordu, zira şantaj yapılan kişinin vakit kaybetmesi, tehdit edilenin her türlü huzursuzluğu, karşı tarafın üstünlüğünü arttırırdı.
Önlem olarak yapılacak ilk şey, sevgilisine yarın anlaştıkları saatte ve sonraki günlerde de gelemeyeceğini bildireceği kısa bir mektup yazmaktı. Yazdıklarını tekrar okuduğunda ilk defa yazısını değiştirerek yazdığı notun biraz fazla soğuk kaçtığını fark etti, güzel olmayan sözleri daha samimileriyle değiştirmeyi düşündüyse de dünkü karşılaşmayı hatırladığında o satırlardaki soğukluğa duyduğu derin öfkenin sebep olduğunu anladı. Sevgilisinin kendisinden önce böyle aşağılık ve rezil birisiyle beraber olması gururunu zedelemişti ve yazdıklarını kindar duygularla gözden geçirdiğinde ona gideceği tarihi kendi keyfine göre ayarlamış olması ve kullandığı intikamcı ve soğuk kelimeler hoşuna gitti.
Henüz küçük bir çevrede tanınan ve piyanist olan bu gençle bir akşam toplantısında tesadüfen tanışmış ve kısa süre sonra ve pek de istemeden, nasıl olduğunu anlayamadan sevgilisi olmuştu. Ne kanı kanına ısınmış ne de bedensel veya ruhsal olarak bağlanmıştı; kendisini ona ihtiyaç duymaksızın veya arzulamaksızın vermiş, sadece erkeğin isteğine fazla direnç göstermemiş ve bir tür huzursuz bir merak duymuştu. İçindeki hiçbir şey ona bir sevgili ihtiyacı hissettirtmemişti, evliliği mutlu ve tatmin ediciydi, kadınlarda sık sık ortaya çıkan ruhsal ilgilerinin köreldiği duygusu da yoktu. Mali durumu iyi, kendisinden daha kültürlü kocasının yanında, iki çocuğuyla, konforlu, oldukça medeni, sakin hayatının içinde rahat ve mutluydu. Ancak aynı fırtına veya bunaltıcı bir hava gibi durgun bir hava da insanı duygulandırabilir, ayrıca monoton bir mutluluk da mutsuzluk kadar tahrik edici olabilir ve tüm arzuları yerine getirilen kadınlar tıpkı umutsuzluktan dolayı mutsuz olanlar gibi acı çeker. Tokluk açlıktan daha az kışkırtıcı değildir. Tehlikesiz, güvenli yaşamı Irene’nin macera merakını körüklemişti. Yaşantısının hiçbir yerinde zorluk yoktu. Elini attığı her şey düzgündü, her yerde özen, şefkat, sevgi ve saygı hissediyordu ve bu varoluştaki ılımlılığın hiçbir zaman dış etkenlerle ölçülmediğinin, aksine sadece ve daima içteki ilişkisizliğin yansıması olduğunun farkında değildi ve bir biçimde bu rahatlık yüzünden gerçek hayatı yaşamadığını zannediyordu.
Büyük aşk ve cazip duygular hakkında dalıp gittiği kızlık hülyaları, evliliğinin ilk yıllarının keyifli rahatlığında ve genç yaştaki anneliğinin oyunumsu cazibesinde unutulmuş ve sonra, şimdi otuzuna yaklaştığında, yeniden uyanmaya başlamıştı. Her kadın gibi içten içe kendisini büyük ihtiraslara layık görüyor ancak bunları yaşama arzusuna cesaret katmayı istemiyor, maceranın gerçek karşılığı olan tehlikeyi göze alamıyordu. Hâlinden hoşnut olduğu ve bu duygusunu tek başına çoğaltamayacağı böyle bir anda bu genç adam, gizlemediği güçlü bir arzuyla ona yaklaşmış, gizemli ve sanatsal bir romantikle burjuva dünyasına girmiş ve Irene kendisini kızlık günlerinden beri ilk defa yine en derinden tahrik edildiğini hissetmişti. Etrafındaki diğer erkekler sadece tatsız şakalarla ve ufak cilvelerle bu “güzel kadını” saygıyla eğlendirmiş, ciddi olarak hiçbir zaman içindeki dişiyi arzulamamışlardı. Bu adamda ona çekici gelen, belki de fazlasıyla ilginç yüzündeki bir belirip bir kaybolan hüzün gölgesiydi; ancak bu hüznü ve melankolik derin düşünceli hâlini de sanatının tekniği gibi önceden yaptığı alıştırmalarla mı edindiğini veya (önceden provasını yaptığı) bir doğaçlama mı olduğunu ayırt edemiyordu. Kendisini bir sürü tok ve orta sınıf insanın çevrelediğini hisseden Irene, bu hüzünde renkli kitaplarda gördüğü ve tiyatro oyunlarına romantizm katan o daha üstün dünyanın belirtilerini gördü ve istemeden bunları incelemek için günbegün hissettiği duygularının kenarından uzanıp bakmaya başladı. O anda hissedilen bir heyecanla, belki yakışık alacağından biraz daha hararetle yapılan bir kompliman adamın başını piyanodan kaldırıp kadına bakmasına sebep oldu ve daha bu ilk bakış, kadını yakaladı. Irene korktu ama aynı zamanda da korkunun zevkini hissetti. Sanki her şeyin yer altından gelen alevlerle aydınlatılmış ve ısıtılmış gibi olduğu bir sohbet Irene’nin zaten uyanmış merakını öylesine meşgul ve tahrik ediyordu ki herkese açık bir konserde adamla yeniden karşılaşınca kaçmadı. Sonra birbirlerini daha sık görmeye başladılar ve bu artık tesadüfen olmuyordu. O zamana kadar sahip olduğu müzik bilgisine pek güvenmeyen ve haklı olarak sanat duygusuna da fazla önem vermeyen Irene, onun anlayışına ve kılavuzluğuna önem verdiğini defalarca dile getiren gerçek bir sanatçının birkaç hafta sonra en yeni eserini ona, kendi evinde sadece ona çalacağı sözlerine karşı aceleci bir güven gösterdi. Adamın maksadı, teklif ederken belki yarı yarıya içtendi ama öpücüklerle ve sonunda kadının beklenmedik kendini teslim edişiyle unutuldu. Durumun beklenmedik bir biçimde cinselliğe dönüşü karşısında kadının hissettiği ilk şey korku oldu. İlişkilerinin çevresindeki gizemli heyecan birdenbire yok olmuş ve bu irade dışı aldatmanın verdiği suçluluk duygusu, iç gıcıklayıcı bir kendini beğenmişlik ve içinde yaşadığı burjuva dünyaya ilk defa kendi kararıyla karşı gelmiş olduğu düşüncesi ile kısmen yatışmıştı. İlk günlerde kendi kötülüğü hakkında korkarak hissettiği heyecan, kendini beğenmişliğini arttırarak gurura dönüştürmüştü. Ancak bu gizemli heyecanlar da sadece ilk başlarda gerilim yarattı. İçgüdüsü bu insana karşı içten içe direnç gösteriyordu ve en çok da aslında önceleri merakını uyandırmış olan ondaki yeni ve farklı şeylere. Kıyafetlerinin aykırılığı, evindeki Çingene atmosferi, maddi durumunun sürekli israf ile yokluk arasında gayrimuntazam gidiş gelişleri kendi burjuva anlayışı için antipatikti; kadınların çoğu gibi o da sanatçıları uzaktan çok romantik, kişisel ilişkilerinde çok terbiyeli olarak düşünüyordu; görgünün demir parmaklıkları arkasındaki göz kamaştırıcı vahşi bir hayvan gibi… Adamın piyano çalışında hissettiği tutku, bedensel yakınlaşmada onu huzursuz ediyordu, aslında bu ani ve şiddetli kucaklaşmaları istemiyor, erkeğin kendisini düşünüp, onu dikkate almadan yaptığı bu davranışlarını ister istemez yıllar sonra bile kocasının çekingen ve saygılı coşkusuyla karşılaştırıyordu.