Akıl ve Tutku. Джейн ОстинЧитать онлайн книгу.
edindiği için kendisini tebrik ediyordu.
Albay Brandon’ın Marianne’e olan ve arkadaşları tarafından çoktan keşfedilen ilgisini, şimdi Elinor ilk defa fark ediyordu. Fakat daha şanslı olan rakibi, arkadaşlarının tüm dikkatini ve şakalarını üzerine çekiyordu; albayın kimsenin dikkatini çekmeden önce maruz kaldığı küçük alaylar, hisleri tutkularının gerektirdiği bir şey olarak algılanıp gerçekten gülünç olmaya başladığı anda bitiverdi. Elinor istemeye istemeye de olsa, Bayan Jennings’in zevk olsun diye Albay Brandon’a atfettiği hislerin gerçekten kardeşi tarafından alevlendirildiğini ve iki tarafın da mizacen benzerliği Bay Willoughby’nin duygularını harekete geçirmiş de olsa aynı derecede önemli bir karakter farklılığının Albay Brandon’ın gözünde engel olarak görülemeyeceğini kabul etmek zorunda kalıyordu. Bunu kaygıyla fark etti; otuz beş yaşında sessiz sakin bir adam, yirmi beş yaşında kanlı canlı biriyle nasıl rekabet edebilirdi ki! Hiç şansı olmadığını görerek kayıtsız kalmasını diledi canıgönülden. Tüm ağırlığına ve ciddiyetine rağmen, ondan hoşlanıyor, ilgi çekici buluyordu. Tavırları ağırbaşlı olsa da yumuşaktı; ciddiyeti ise iç dünyasının kasvetli olmasından ziyade kendini kontrol etme arzusunun sonucu gibiydi. Sör John, onun geçmişte bazı acı verici olaylar yaşadığını ve hayal kırıklıkları olduğunu ima etmişti ki bu da onun talihsiz bir adam olduğuna dair sezgisini haklı çıkarıyordu; bu yüzden ona saygı ve merhamet duyuyordu.
Elinor’un albaya yakınlık duymasının nedeni Willoughby ve Marianne idi belki de çünkü genç ve heyecanlı değil diye onun tüm meziyetlerini hafife almaya meyilliydiler.
Bir gün onun hakkında konuşurken Willoughby “Brandon sadece hakkında herkesin iyi düşündüğü ve aslında kimsenin umursamadığı türden bir adam. Herkes onunla olmaktan memnundur ama kimse dönüp konuşmuyor.” dedi.
“Ben de öyle düşünüyorum.” diye haykırdı Marianne.
Bunun üzerine Elinor, “Bununla hiç övünmemelisin. İkiniz de haksızlık ediyorsunuz. Park’taki bütün aileler onu önemsiyor; şahsen onu her gördüğümde sohbet etmek için hevesleniyorum.” dedi.
Willoughby, “Senin onu koruyup kollaman elbette ki onun için gayet iyi fakat başkalarının onu önemsemesine gelince, bu başlı başına bir hakaret! Kim Leydi Middleton ve Bayan Jennings gibi kadınlar tarafından takdir edilmenin itibarsızlığını taşımak ister ki başka herkes kayıtsız kalırken?” dedi.
“Fakat siz ve Marianne gibi insanların küçümsemesi, Leydi Middleton ve annesinin saygısını telafi ediyordur belki. Eğer siz onların övgülerini aşağılama olarak görüyorsanız, sizin aşağıladıklarınız da onlar tarafından övgüye layık görülebilirler; sonuçta onlar, sizin ön yargılı ve zalim oluşunuz kadar düşüncesiz değiller.”
“Gözdenizi savunmak için küstahlaşmaktan çekinmiyorsunuz.”
“Sizin tabirinizle ‘gözdem’ aklı başında bir adam ve akıl da beni hep cezbetmiştir. Evet Marianne, otuzlarındaki bir adamda bile. Epeyce görüp geçirmiş; yurt dışına çıkmış, okumuş, sorgulayan bir adam. Birçok konuda bana bir sürü bilgi verebildiğine şahit oldum ve sorularıma her zaman nezaketle ve sevecen bir ilgiyle cevap verdi.”
Marianne küçümseyerek, “Bunu da sırf sana Doğu Hint Adaları’nda havanın sıcak ve sivrisineklerin zararlı olduğunu söyledi diye diyorsun.” dedi.
“Eğer öyle sorular sorsam kesin söylerdi ama ben bunları zaten daha önceden biliyordum.”
Willoughby, “Belki gözlemleri mihracelere, altın rupilere ve tahtırevanlara kadar uzanıyordur.” dedi.
“Şunu söyleyebilirim ki siz ne ölçüde samimiyseniz, o daha ileri derecede deneyimli biri. Ama ondan neden hazzetmiyorsunuz?”
“Ondan hazzetmiyor değilim. Aksine, herkesin hakkında iyi düşündüğü ama kimsenin umursamadığı oldukça saygıdeğer bir adam olduğunu düşünüyorum; harcayabileceğinden daha büyük bir serveti, nasıl geçireceğini bilmediği kadar çok zamanı var ve her yıl iki yeni palto alıyor.”
Marianne söze girdi: “Tüm bunların yanında deha, zevk ve heyecandan yoksun. Parlak bir zekâsı, hislerinde arzu, sesinde tek bir ifade yok.”
“Kusurlarını öyle üstünkörü değerlendiriyor ve kendi hayal gücüne dayanarak karar veriyorsun ki onun için yapabileceğim övgüler senin söylediklerinin karşısında yavan ve etkisiz kalıyor. Onu yalnızca aklı başında, iyi yetişmiş, bilgili, kibar konuşan ve şefkatli bir yüreğe sahip olan biri olarak nitelendirebilirim.”
Willoughby, “Bayan Dashwood, bana insafsızca davranıyorsunuz. Beni ikna etmek için elimi kolumu bağlamaya çalışıyorsunuz. Fakat başaramayacaksınız. Sizin hünerli olduğunuz derecede ben de inatçıyım. Üç sağlam sebepten ötürü Albay Brandon’dan hazzetmiyorum: Ben hava güzel olsun isterken ‘Yağmur yağacak gibi gözüküyor.’ diyerek beni korkuttu; at arabamın yaylarına kusur buldu ve onu, benim kahverengi kısrağımı satın almaya da bir türlü ikna edemedim. Ayrıca, sizin içinizi rahat ettirecekse eğer şunu da itiraf edebilirim ki başka bakımlardan kişiliğinin kusursuz olduğuna inandığımı söyleyebilirim. Biraz canımı acıtacak böyle bir itirafın karşılığında ondan yine eskisi kadar hazzetmeme hakkını benden esirgeyemezsiniz.”
11
Bayan Dashwood ve kızları Devonshire’a geldiklerinde, kısa zamanda onları meşgul edecek birçok şey olacağını veya birçok davete gitmekten ve misafir ağırlamaktan kendilerine vakit ayıramayacaklarını akıllarına hiç getirmemişlerdi; öyle ki önemli işlerine ayıracak çok az zamanları kalıyordu. Ama durum aynen böyleydi. Marianne iyileştiğinde Sör John’un tasarladığı ev içindeki ve dışındaki parti planları uygulamaya konuldu. Park’ta özel balolar düzenlenmeye başlandı, yağmurlu ekim günlerinin el verdiği kadarıyla göl kenarında partiler yapıldı. Willoughby her türlü kutlamada yer alıyordu, partilerin verdiği rahatlık ve samimiyetle Dashwood’larla olan münasebetini ilerletebileceğini, Marianne’in meziyetlerini gözlemleyebileceğini, ona olan ilgisini belli edeceğini ve onun da kendisine olan ilgisinin kesin işaretlerini alacağını umarak davranıyordu.
Elinor’a göre yakınlaşmaları gayet doğaldı. Yalnızca keşke daha az ortalığa dökselerdi, bir iki kez Marianne’e kendine mukayyet olmasını da salık vermişti. Fakat Marianne serbestlik hakikaten bir utanca yol açmayacaksa her türlü mahremiyetten nefret ediyordu; kendi başlarına utanç duyulmayacak hisleri kısıtlamaya çalışmak ona göre oldukça gereksizdi hatta bayağı, sakat fikirlere alçakça köle olmak demekti. Willoughby de aynı şekilde düşünüyordu ve davranışları da fikirlerinin birer yansımasıydı.
Willoughby olunca kızın gözü başka hiçbir şeyi görmüyordu. O ne yapsa doğruydu. Ne söylese zekiceydi. Park’taki akşamlar kâğıt oyunuyla sona eriyorsa delikanlı kendinin ve masadakilerin zararına hile yapar, Marianne’in elinin daha iyi olmasını sağlardı. Eğer gecenin eğlencesi dans etmekse zamanlarının yarısı boyunca eş olurlardı; başkalarıyla dans etmek için ayrılmak zorunda kalırlarsa mümkün olduğunca yakın olmaya ve başkalarıyla konuşmamaya özen gösterirlerdi. Böyle davranmaları çoğu zaman alay konusu olmalarına sebep olsa da alaya alınmak onları utandırmıyor hatta kızdırmıyordu.
Bayan Dashwood onların duygu yoğunluğuna mani olmak istemedi; çünkü onların duygularını samimiyetle değerlendiriyordu. Ona göre genç ve coşkun zihinler bu denli kuvvetli bir sevgiyle birleşince, böyle sonuçlar olması doğaldı.
Marianne’in mutluluk mevsimiydi. Kalbini Willoughby’ye adamıştı; Sussex’ten buraya beraberinde getirdiği Norland düşkünlüğü, yaşadığı yerin Willoughby’nin varlığıyla çekici hâle gelmesiyle sandığından daha çabuk etkisini kaybedecek gibiydi.
Elinor