Tarzan Maymun Adam. Эдгар Райс БерроузЧитать онлайн книгу.
Aslan, arka ayaklarını altına doğru yavaşça çekerken güzel kürkünün altındaki muhteşem kasları hareket ediyordu.
Şimdi yere o kadar yakın hâlde sürünüyordu ki atlamaya hazırlanırken parlak tüylü sırtı yukarıya doğru kıvrılmasa bütünüyle yere yapışacak ve dümdüz olmuş gibi görünecekti.
Kuyruğu sallanmıyordu artık, arkasında sessiz ve düz bir şekilde uzanıyordu.
Bir an taş kesilmiş gibi öylece durdu ve sonra, korkunç bir kükremeyle ileri atıldı.
Dişi aslan Sabor, bilge bir avcıydı. Onun kadar bilge olmayan biri için avına atıldığı anda böyle vahşice kükreyerek ikaz vermesi budalaca görünebilirdi zira böyle yüksek sesle çığırmadan atlasa kurbanlarını yakalaması daha kesin olmaz mıydı?
Ancak Sabor, orman halkının muhteşem çabukluğunu ve inanılmaz işitme kabiliyetini gayet iyi biliyordu. Onlar için bir otun başka bir ota sürtünmesi bile, onun en gür kükremesi kadar tesirli bir ikazdı. Sabor yine biliyordu ki o müthiş atlayışı, bir miktar ses çıkarmadan yapması mümkün değildi.
O vahşi kükreyişi bir ikaz değildi. Amacı, zavallı kurbanlarını korkudan felç edip kısa bir anlığına donmalarını sağlamaktı. Donsunlar ki o da üzerlerine atlayıp müthiş pençelerini yumuşak etlerine geçirsin ve onları, kaçmalarına fırsat vermeden yakalayabilsin.
Maymunun hâline bakılacak olursa Sabor’un mantığı doğruydu. Ufaklık, korkuyla titreyerek sadece kısa bir an yere çömeldi fakat o kısa an, sonunu getirmeye yetecek kadar zamanı kapsıyordu.
İnsan yavrusu Tarzan için ise durum farklıydı. Vahşi ormanın tehlikeleri arasında yaşamak, ona acil durumlar karşısında özgüvenini yitirmemeyi öğretmişti ve yüksek zekâsı sayesinde de maymunların kabiliyetlerinin ötesinde bir hızla düşünüp harekete geçebiliyordu.
Bu sebeple dişi aslan Sabor’un kükremesi, küçük Tarzan’ın beynini ve kaslarını ateşleyip anında harekete geçirmişti.
Önünde küçük gölün derin suları uzanıyordu; arkasında ise onu paramparça edecek pençelerin ve sivri dişlerin getirdiği zalim bir ölüm.
Susuzluğu giderme aracı olması haricinde sudan hep nefret etmişti Tarzan. Nefret ediyordu çünkü onu şiddetli yağmurlarla gelen soğuk ve sıkıntı ile ilişkilendirmişti; üstelik, yağmura eşlik eden şimşek ve gök gürültüsünden de korkuyordu.
Gölün derin sularından uzak durması gerektiğini öğretmişti vahşi annesi ona. Dahası, henüz birkaç hafta önce küçük Neeta’nın gölün dingin sularına batıp bir daha kabileye dönmediğine şahit olmamış mıydı?
Ancak bu iki kötü hâl arasında kalınca kıvrak zekâsı kötünün iyisini seçmiş ve Sabor’ın kükremesinin ilk notası, ormanın sükûnetini bozar bozmaz üstelik koca hayvan atlayışının henüz yarısındayken Tarzan’ın başı gölün soğuk sularının altın girmişti. Yüzme bilmiyordu ve su çok derindi ama yine de üstün mevcudiyetinin nişanı olan o özgüveninden ve maharetinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Yukarıya çıkma çabasıyla ellerini ve ayaklarını hızla hareket ettirmeye başladı; kasıttan daha ziyade şans eseriyle, köpeklerin yüzerken kullandığı kulaç düzenine geçti. Böylelikle birkaç saniye içerisinde burnunu suyun üstüne çıkarmayı başardı ve kulaç atmaya devam ettiği sürece de hem burnunu su üstünde tutabileceğini hem de suda ilerleyebileceğini keşfetti.
Gökten inmiş gibi birdenbire kazandığı bu beceri karşısında hem çok şaşırmış hem de memnun olmuştu fakat şimdi bunu düşünmeye pek vakti yoktu.
Kıyıya paralel yüzüyordu ve baktığında, pençesinden son anda kurtulduğu zalim yaratığı zavallı oyun arkadaşının hareketsiz bedeni üzerine çöreklenmiş hâlde gördü.
Dişi aslan, Tarzan’ı pürdikkat izliyor, belli ki kıyıya dönmesini bekliyordu ancak oğlanın öyle bir niyeti yoktu.
Dönmek yerine, oğlan bağırarak kabilesine mahsus yardım çağrısını yaptı; yaparken de müstakbel kurtarıcıları koşup geldiklerinde Sabor’un kucağına düşmesinler diye, çağrısına bir ikaz ekledi.
Neredeyse anında bir cevap duyuldu uzaktan; hemen peşinden de kırk elli kadar koca maymun ağaçların arasından uçarcasına bir hızla ve ihtişamla, trajedinin yaşandığı yere doğru yol aldı.
Başlarında Kala vardı; gözde yavrusunun sesini tanımıştı. Onun yanında da zalim Sabor’un altında cansız bir şekilde yatan küçük maymunun annesi…
Dövüşme hususunda maymunlardan daha kuvvetli ve donanımlı olmasına rağmen dişi aslanın bu öfkeli yetişkinlerle yüzleşmeye hevesi yoktu; nefretle hırladıktan sonra çabucak çalıların içine atlayıp gözden kayboldu.
Artık kıyıya doğru yüzen Tarzan, çabucak tırmanıp kuru toprağa çıktı. Soğuk suların verdiği ferahlık ve uyandırdığı heyecan, çocuk benliğini tatminkâr bir şaşkınlıkla doldurmuştu. Bu olaydan sonra bulduğu her fırsatta, mümkünse her gün; göle, dereye ya da okyanusa gidip suya girmeye başladı.
Uzunca bir süre, bu duruma alışmakta güçlük çekti Kala zira kendi halkı her ne kadar mecbur kaldığında yüzebilse de suya girmeyi sevmezlerdi; hele bir de suya isteyerek girmek mi? Asla!
Dişi aslanla yaşadığı macera, Tarzan için hoş hatıraların yolunu açmıştı zira günlük hayatının monotonluğunu kıran tek şey böyle hadiselerdi. Yoksa hayatı yemek arama, yemek yeme ve uyumadan ibaret yavan bir döngüydü.
Ait olduğu kabile; deniz kıyısı boyunca kabaca kırk, iç kısımlara doğru ise seksen kilometre kadar uzanan bir yol boyunca dolaşıyordu. Bu yolda neredeyse sürekli gidip geliyor, bazen bir yerde aylarca kalıyorlardı fakat ağaçtan ağaca müthiş bir hızla hareket edebildiklerinden, bölgenin tamamını sadece birkaç günde katediyorlardı.
Nerede ne kadar kaldıkları genellikle yiyecek kaynaklarına, iklim koşullarına ve daha tehlikeli hayvan türlerinin varlığına bağlıydı. Gerçi Kerchak’ın sık sık, sırf aynı yerde kalmaktan sıkıldığı için onları uzun yolculuklara çıkardığı da oluyordu.
Karanlık nerede çökerse orada geceliyorlardı. Yerde uyuyor; bazen başlarını, nadiren de gövdelerini fil kulağının büyük yapraklarıyla örtüyorlardı. İki üç maymunun soğuk gecelerde birbirlerine sarılarak uyudukları da oluyordu; böylece Tarzan bunca yılı, geceleri Kala’nın kolları arasında uyuyarak geçirmişti.
Şüphesiz ki bu koca, vahşi canavar; başka bir ırka mensup bu çocuğu seviyordu. Keza çocuk da -şayet hayatta olsaydı- güzel ve genç annesine karşı besleyeceği tüm sevgiyi bu büyük, kıllı hayvana karşı besliyordu.
İtaat etmediğinde çocuğu tokatladığı oluyordu, doğru ama ona karşı asla zalim değildi. Hatta attığı tokat bile çoğu zaman, dövmekten ziyade okşar gibiydi.
Eşi Tublat ise Tarzan’dan her zaman nefret etmişti ve birkaç defa çocuğun gencecik yaşamına son verme raddesine gelmişti.
Tarzan ise üvey babasına hislerinin karşılıklı olduğunu göstermek için karşısına çıkan hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Eline geçen her fırsatta kendisini, annesinin kolları arasında ya da yüksek ağaçların ince dallarında emniyete alıp, üvey babasına uzaktan kaş göz yaparak ya da hakaretler savurarak onu kızdırıyordu.
Üstün zekâsı ve kurnazlığı sayesinde, Tublat’ın hayatındaki dertlere dert eklemenin binbir şeytani yolunu icat etmişti.
Daha küçük bir çocukken uzun otları döndürüp birbirlerine bağlayarak halat yapmayı öğrenmişti. Bu halatlarla sürekli ya tuzak kurup Tublat’ı düşürüyor