Tarzan Maymun Adam. Эдгар Райс БерроузЧитать онлайн книгу.
“Yapma, John.” diye fısıldadı. “Her kimse görülmek istemiyor, görmememiz bizim için daha hayırlı olabilir. Orta yoldan ayrılmayacağımızı unutma.”
Clayton gülümsedi ve elini indirdi. Böylece, orada durup küçük beyaz kâğıdın tamamen içeriye girişini ve zeminin üzerinde hareketsiz kalana kadar kapının altından itilişini izlediler.
Sonra Clayton eğilip kâğıdı aldı. Kare şeklinde kabaca katlanmış; biraz kirli, beyaz bir kâğıttı. Açtıklarında içerisinde, neredeyse okunaksız bir yazıyla yazılmış ve bunun, alışkın olmadıkları bir iş olduğunu gösteren kaba saba bir mesaj buldular.
Tercüme etmek gerekirse Claytonlara, tabancalarının kaybolduğunu bildirmemeleri ve yaşlı denizcinin ona anlattıklarını kimseye anlatmamalarına dair bir ikazdı. Aksi hâlde sonucu acılı bir ölüm olacaktı.
“Zannediyorum ki bize bir şey olmayacak.” dedi Clayton, hüzünlü bir gülümsemeyle. “Yapabileceğimiz tek şey oturup olacakları sabırla beklemek.”
2. BÖLÜM
YABAN EVİ
Çok beklemek zorunda kalmamışlardı çünkü ertesi sabah Clayton, her sabah yaptığı gibi kahvaltı öncesinde yürüyüş yapmak için güverteye çıktığında, bir silah sesi çınladı ve ardından peş peşe birkaç silah sesi daha duyuldu.
Gördüğü manzara, en büyük korkularını haklı çıkarır nitelikteydi. Bir avuç zabitin karşısına, Fuwalda’nın tüm mürettebatı dikilmişti; başlarında ise Kara Michael vardı.
Zabitlerin açtığı ilk yaylım ateşiyle birlikte adamlar sığınacak bir yer bulmak için kaçıştılar. Direklerin, kaptan köşkünün ve kabinin arkasında siper alıp geminin nefret ettikleri otoritesini temsil eden bu beş adama karşı ateş açtılar.
Aralarından iki kişiyi kaptanın tabancasına kurban vermişlerdi. Cesetler çatışmanın ortasında, düştükleri yerde öylece yatıyorlardı. Sonra aniden, birinci güverte zabiti yüzükoyun yere kapaklandı. Hemen ardından Kara Michael’ın canhıraş komutu duyuldu ve isyancılar, geriye kalan dört kişinin üzerine atıldı. Mürettebat, sadece altı ateşli silah bulup toplayabildiği için; çoğunun elinde silah olarak kanca, balta, nacak ve levye vardı.
Onları saldırıya geçtiği sırada kaptan tabancasını boşaltmış; yeniden dolduruyordu. İkinci zabitin tabancası ise tutukluk yapmış ve böylece, üzerlerine atılan isyancılara karşı zabitlerin elinde yalnızca iki silah kalmıştı. Çaresiz kalan zabitler, üzerlerine gelen öfkeli adamların karşısında geri çekilmeye başlamışlardı.
Her iki taraf da dehşet verici küfürler savuruyor, lanetler okuyordu; bunlara bir de silah sesleri ve yaralıların haykırışları, inlemeleri eklenince Fuwalda’nın güvertesi âdeta bir tımarhaneye dönmüştü.
Zabitler henüz birkaç adım geriye kaçabilmişlerdi ki adamlar üzerlerine çullandılar. Kaptanın başı, iri kıyım bir zencinin elindeki baltayla alnından çenesine kadar yarıldı. Göz açıp kapayıncaya kadar hepsi yere serilmişti; onlarca yumruk ve merminin ardından kimi ölmüş, kimiyse yaralanmıştı.
Çabuk ve kanlı bir şekilde halletmişlerdi işi; Fuwalda’nın isyancıları. Ve tüm bunlar olurken John Clayton, güverte kapısının arkasına pervasız bir edâyla yaslanmış; sıradan bir kriket maçı izlermişçesine piposunu tüttürerek sakin sakin seyretmişti hepsini.
Son zabit de etkisiz hale getirilince mürettebattan birileri karısını aşağıda bir başına bulmasın diye, onun yanına dönmeye karar verdi.
Dışarıdan sakin ve umursamaz görünse de Clayton, içten içe korku ve endişe doluydu zira merhametsiz kader, onları bu yarı acımasız cahillerin eline bırakmıştı ve karısına zarar vermelerinden korkuyordu.
Merdivenden inmek üzere arkasına döndüğünde, hemen dibindeki basamakta dikilen karısıyla yüz yüze gelince şaşırdı: “Sen ne zamandır buradasın, Alice?”
“Başından beri.” diye karşılık verdi. “Çok korkunç, John. Off, çok korkunç! Böylelerinden ne bekleyebiliriz ki?”
“Kahvaltı mesela.” diye cevap verdi, karısının korkularını yatıştırma çabasıyla cesurca gülümseyerek.
“Yani, en azından.” diye ekledi. “Gidip soracağım. Sen de gel, Alice. Güzelce ağırlanmaktan başka bir muameleyi kabul etmeyeceğimizi göstermemiz lazım onlara.”
O sırada ölü ve yaralı zabitlerin etrafında toplanmış olan adamlar, ölü ya da diri ayrımı gözetmeden hiçbir sevgi ya da merhamet kırıntısı göstermeden hepsini gemiden aşağı atmakla meşgullerdi. Aynı kalpsizlikle, kendi ölülerini ve can çekişen yaralılarını da atıyorlardı.
O sırada mürettebattan biri, yaklaşmakta olan Claytonları fark ettiğinde: “Balıklara iki yem daha geliyor!” diye bağırarak baltasını havaya kaldırıp onlara doğru hızla koşmaya başladı.
Ama Kara Michael daha hızlıydı; adam daha birkaç adım bile atamadan sırtına yediği kurşunla yere devrildi.
Gür kükremesiyle adamların dikkatini üzerine toplayan Kara Michael, Greystoke Lordu ve Leydisi’ni işaret ederek bağırdı:
“Bu ikisi benim dostumdur, onları rahat bırakacaksınız. Anladınız mı?”
“Bundan böyle bu geminin kaptanı benim, ben ne dersem onu yapacaksınız.” diye ekledi ve Clayton’a dönüp, “Siz kendi işinize bakacaksınız, kimse de size zarar vermeyecek.” dedikten sonra adamlarına tehditkâr bir bakış attı.
Claytonlar, Kara Michael’ın talimatlarına öyle sıkı sıkıya uyuyorlardı ki mürettebatı neredeyse hiç görmüyorlar; yaptıkları planlardan da hiç haberdar olmuyorlardı.
Ara sıra, isyancıların kendi aralarındaki kavgaların ve atışmaların boğuk seslerini duydukları oluyordu. İki defa da havanın sükûneti, silahların kulakları delen dehşet verici sesiyle bozulmuştu. Ama Kara Michael, bu haydut sürüsünü nasıl idare edeceğini bilen bir liderdi ve sözüne itaat etmelerini hakkaniyetle sağlıyordu.
Gemi zabitlerinin öldürülmesinden sonraki beşinci günde gözcü, karanın göründüğünü haber verdi. Bu bir ada mıydı yoksa ana kara mıydı, bilmiyordu Kara Michael ama Clayton’a giderek yeri inceleyeceklerini, yaşamaya elverişli olduğu anlaşılırsa onu ve Greystoke Leydisi’ni eşyalarıyla birlikte kıyıya bırakacaklarını söyledi.
“Orada birkaç ay idare edersiniz.” diye açıkladı. “Biz de o zamana kadar yerleşilmiş bir kıyıya varmış oluruz. Oradan devletinize haber yollayıp yerinizi bildiririm; bir harp gemisi yollayıp sizi aldırırlar.”
“Sizi medeni bir yere bırakırsak başımıza iş alırız; çok soru sorarlar ve hiçbirimizin de verebileceği ikna edici bir cevabı yok.”
Clayton, kendilerini meçhul bir kıyıya; vahşi hayvanların ve hatta belki de vahşi insanların merhametine bırakacak olmalarının insafsızlığı karşısında sitem etti.
Ama sözleri boşunaydı ve Kara Michael’ı sinirlendirmekten başka bir işe yaramadı. O da geri adım atmak ve bu vahim şartlarda elindekiyle yetinmek zorunda kaldı.
Öğleden sonra saat üç civarında; büyük kısmı karayla çevrili bir koy olduğunu tahmin ettikleri güzel, ormanlık kıyıya yanaştılar.
Kara Michael, Fuwalda’nın koyun girişinden sağ salim geçip geçemeyeceğine karar vermek için adamlarından birkaçını küçük bir filikaya bindirip koyun girişi incelemeye yolladı.
Adamlar yaklaşık bir saat sonra dönüp geçitten küçük havzanın içine kadar suyun yeterli derinlikte