Kardeş Sesler 2020. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
küpelerim sayesinde okulun da kuralları olduğunu ve bu kurallara uyulması gerektiğini öğrenmiş oldum.
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Ocak 2020)
ANLAMAYA ÇALIŞ
Babamla sürekli telefonda görüşüyorduk, o da bize hasta olduğunu, dışarı çıkamadığını söylüyordu. Ama, biz bu dışarı çıkamamasını yaşlılığına verdiğimizden, hastalığın ciddiyetini geç anladık. Ayrıca yanında eşi vardı, yalnız değildi. İstanbul’da yaşayan en küçük kız kardeşimiz Selin’de sürekli ziyaretlerine gider, onlarla ilgilenirdi. Biz kendimize böyle teselli veriyorduk.
Şikayetlerin artması üzerine benden bir yaş küçük kız kardeşim Dilek İstanbul’a gitmeye karar verdi. Çalışmadığı için durumu en müsait olan oydu. “Tamam, sen git bir bak, biz de duruma göre hareket ederiz.” dedik. Gelen haberler maalesef hiç birimizin beklediği türden haberler değildi. Babam! O, bir zamanların güçlü, kuvvetli, her işini kendisi yapan, yardıma muhtaç kimi duyarsa gece, gündüz demeden koşan, yaşadığı çevrelerde herkesin tanıdığı, uzak yollardan gelenlerin çekinmeden kapısını çaldığı babam, artık ayakta duramaz, desteksiz ayağa kalkamaz hale gelmişti. Sağ olsun Selma Abla ona iyi bakıyordu ama artık o da genç sayılmazdı, çoğu zaman babama destek olmaya gücü yetmiyordu. Dilek hem babamın hastalığını tam öğrenebilmek hem de onlara bir nebze olsun destek olabilmek için gitmişti. İki hafta kalıp tekrar geriye döndüğünde bize “Gidebilen gitsin, görsün derim, çünkü bundan sonra ne olacağı belli olmaz, her an her şey olabilir.” dedi.
Babamın kalbi vardı, son muayenelerinde böbrek yetmezliği üzerinde durulmuş ama henüz bundan kesin bir sonuç çıkmamıştı. Şimdi de bağırsak sorunu ile karşı karşıyaydı. Doktorlar Kolonoskopi yapılması gerektiğini söyledikleri halde vücudu çok bitkin düştüğünden ne hastaneye yatırıp tedavi ediyorlar ne de Kolonoskopi yapıyorlar, sorulan sorulara “Bu yaşta artık ne bekliyorsunuz?” gibi yanıtlar verip eve gönderiyorlardı. Babam her an bir kalp krizi ya da felç geçirebilirdi.
Hepimiz can atıyorduk gitmeye. Benden önce de Ankara’dan ağabeyim gitmişti yanına. Bende iş yerinden bir hafta izin alarak cumartesi günü uçakla İstanbul’a gittim. Evin kapısına gelince zili çaldım. Selma Abla açtı kapıyı, beni karşısında görünce şaşırdı tabii. Babam ise sabah kahvaltısını yaptıktan sonra bütün gün zamanını geçirdiği kanepenin üzerinde uyuyakalmıştı. Yavaşça yanına yaklaştım ve elini tuttum.
–Baba! Babacım ben geldim, dedim. Sesimi duyunca zorlukla arkasını dönmeye çalıştı, yüzüme baktı, sitemle:
– Biz seni beklemiyorduk, dedi.
Alındığımı hissettim birden.
……
Kısa süren bir sessizliğin ardından hemen kendimi toparladım. Gülerek, şakayla karışık:
–Uçaklar gece yolcu almıyorlarmış, kaldım bu gece başınıza, dedim.
Doğrulup, uykusu açılınca “Hoş geldin kızım!” dedi. Ellerini öptüm, sarılıp kucaklaştık. Hâl, hatır sormalar bitince yorulduğu için kollarından destek vererek yatmaya götürdük. O güçlü, kuvvetli adam gitmiş yerine artık başkalarına muhtaç, yardımsız ayağa kalkamayan bir adam gelmişti. İçim sızladı. Orada kaldığım bir hafta süresince gece en ufak bir durumda seslerini duyabilmek, yardıma koşabilmek için sürekli odamın kapısı açık uyudum, tabii buna uyumak denirse… Ama benim uykusuzluğum onlarınki yanında hiç kalırdı. Babamın uykusu sürekli bölünüyordu.
Ertesi gün Pazar olduğu için bir şey yapamadık. O gün sıkıntılı, kapalı, moral bozan bir havası vardı İstanbul’un. Selin, grip olduğu için yüzünde bir maske ile geldi. Pazartesi hastanede yine randevusu varmış babamın. Böyle günlerde onlara yardıma gelen bir tanıdığın da yardımıyla taksi ile hastaneye gittik. Tesadüf olarak bulduğumuz bir tekerlekli sandalye ile doktora ulaştık. Genç bir bayandı doktor. Kapıdan içeri adımımızı atar atmaz:
–Neyiniz var? diyerek hiçbir muayeneye bile gerek görmeden bizi birkaç tahlile yönlendirdi. Hastane koridorlarında her yerin yabancısı olduğumdan tanıdığın da yardımı ile tahlilleri yaptırıp üç gün sonra sonuçları almak üzere bıraktık.
Bu arada babam zaman zaman bütün direncini kaybediyor, ayakları üstüne basamıyordu. Dışarıdan gelen yardımı da kabul etmiyordu. Getirdiğim yürüme destek arabasını da kullanmadı. Onu kullanırsa, ona bağımlı kalıp bir daha yürüyemeyeceğini takmıştı kafasına, ne diller döktümse ikna edemedim. Başkasına muhtaç olması, üç aydır evden dışarı çıkamaması, dizlerinde yürüyecek derman olmaması onu aşırı agresif, sabırsız bir duruma sokmuştu. Selin’le tahlilleri almaya gideceğimiz gün morali aşırı bozuktu, gözünü saatten ayıramadı. Morali bozuk olduğu günler vücudu tamamen kendini bırakıyor, hiç kalkamıyordu. Tahliller sonucunda doktorun verdiği ilaçları almak için eczaneye girdiğimizde masanın yanında, vitrine yakın yerde duran tekerlekli sandalye ilişti gözüme. Daha önce bunu da sormuştum babama…
–Baba! dedim. Yürüme destekli arabayı kullanmak istemiyorsun, o zaman sana tekerlekli sandalye alayım, hem hastane önünde sandalye bulmak için eziyet çekmezsiniz hem de güzel havalarda bahçeye çıkar, temiz hava alırsın.
– İstemem! dedi hemen.
– Babacım çok rahat edersiniz.
– Kim itecek o arabayı, diye tersledi yine.
– Selma Abla var ya…
– Siz onu çok mu sağlam zannediyorsunuz? Anlamıştım, yine yokuşa sürüyordu. Selma Abla Allah razı olsun, elinden geldiği kadar iyi bakıyordu babama, bunu hepimiz biliyorduk.
– Baba, seni kolundan tutup kaldırmak onun için daha ağır, sandalye asıl onun için kolaylık olacak, dedimse de dinletememiştim. Sonunda “Senin paran çok galiba, ne yaparsan yap!” diye beni bir güzel payladı. Biz, babamın artık bu tür sitem dolu sözlerini ciddiye almak istemesek te bazen de diğer odaya geçip gözlerimizi silerek o anı atlatıyorduk. Eczane de sandalyeyi görünce, duyacağım sözleri hiçe sayıp hemen o anda kararımı verdim, Selin’e dönerek.
– Biz bu sandalyeyi alalım, ama eve gidince saklayalım, babam görmesin, dedim. Selin soran gözlerle yüzüme baktı.
– Bugün olmazsa bile yarın babamın buna ihtiyacı olacak, en azından o zaman hazırda olur böylece hastane önünde sandalye aramak zorunda kalmazsınız, dedim. Sandalyeyi alıp eve geldik ve bir suçlu gibi hemen ortadan kaldırdık. Daha sırada doktorun tahlil sonuçları vardı, hesap vereceğimiz… Önce ben anlattım, sonra Selin’e anlattırdı tekrar.
– Yalan, vallahi de billahi de yalan, dedi.
– Yalan olan ne baba?
– Doktorun dedikleri… Doktorun dedikleri, o kadar hastalık arasından ona çok basit gelmişti, teşhisin doğru olduğuna ya da bizim gerçeği söylediğimize inanmıyordu.
– Benim babama bile güvenim yok, dedi. Çünkü daha önce başka doktorlar aylarca yanlış ilaç vererek yanlış tedavi uygulamışlardı. Ben bundan habersiz olduğumdan o anda istemeden de olsa sesimi yükseltmiştim.
– Baba ne söylemelerini istiyorsun?
Dedim ve dediğim anda çok pişman oldum. Ama ne çare ki söz ağzımdan çıkmıştı bir kere, toparlayamadım. Babacığım ağladığımı görüp, üzülmesin diye kendimi hemen banyoya attım, bir süre ağladıktan sonra hepimizin yaptığı gibi elimi yüzümü yıkayarak hiçbir şey olmamış gibi odaya döndüm. Babam zor günler geçiriyordu. Biliyordum, tekerlekli sandalyeyi de yine istemeyecekti, ta ki Allah korusun, bir daha yürüyemeyeceğine