Madam Bovary. Гюстав ФлоберЧитать онлайн книгу.
uçlarındaki aşağı mevkide oturacaklardı- seremoni bluzları, yani yakası omuzları üzerine devrilmiş, arkası küçük kıvrımlarla bükülmüş ve beli pek aşağıdan dikili bir kemerle tutturulmuş bluzlar giymişlerdi.
Sonra nedir o, eski zamanın zırhlı adamları gibi, göğüsleri şişkin kolalı gömlekler! Herkesin saçları daha yeni dibinden kesilmiş, kulaklar kafalardan ayrılmış ve yakınından tıraş başlamıştı. Hele bazıları tanyeri ağarmadan kalkıp gün doğmadan tıraş oldukları için iyice göremediklerinden burun altında, çene hizasında ustura kesikleri veya üç franklık bir madenî para büyüklüğünde kabarmış deriler, yolda gelirken havalanıp iltihaplanarak o kocaman beyaz yılışık suratlarda ebrulu mermer damarları gibi pembe plaklar göstermekteydi.
Belediye dairesi çiftlikten yarım saat kadar çektiği için bir kere kilisede merasim yapıldıktan sonra oraya kadar yaya gidilip öyle gelinmişti. Yeşil buğday tarlaları arasında yılan kavi kıvrılan dar yolda önce renkli bir eşarp gibi tek parça dalgalanan alay, gittikçe kesilip koparak giderken konuşmaya dalan ve geciken gruplara ayrılmıştı. Kabarık helezoni fiyonklu kurdelelerle donanmış olan kemanı elinde çalgıcı alayın önünde gidiyor, onun arkasında yeni evliler, onlardan sonra akrabalar ve rastgele eş dost ve en geride buğday başaklarını koparmakla eğlenen ve kimse görmeden koşup oynayan çocuklar…
Emma’nın gelinlik robu çok uzun olduğu için etekleri biraz yere sürünüyordu. Genç kız ikide bir durup nezaketle eğilerek yapışan küçük deve dikenleri ve sert otları silkiyor ve bu esnada elleri boş kalan Charles, işini bitirinceye kadar onu bekliyordu. Siyah elbisesinin uzun kolları tırnaklarına kadar ellerini kaplayan Baba Ruolt, başında yeni ipek şapkası, kolunu Charles’ın annesi Madam Bovary’ye vermişti. Babası Mösyö Bovary gelince, içinden bütün bu davetlileri hiçe sayan ve sırtına askerî biçimde, tek sıra düğmeli bir redingot giyerek sade bir kıyafetle gelmişti kumral bir köylü kızına takılarak ona birahane şakaları yapmaya başladı; zavallı kız da bu durum karşısında kızarıyor, bozarıyor, baş kesiyor ve ne diyeceğini bilemiyordu. Öteki davetliler kendi aralarında işlerinden bahsediyorlar veya peşin peşin neşelenmek için türlü oyunlar, muziplikler yapıyorlardı. Kulak kabartınca uzaktan kemanın vızıltısı duyuluyordu, çünkü çalgıcı hem alabildiğine gidiyor hem kemanı ile kırları inletiyordu. Sonra herkesin çok geride kaldığını fark edince durup dinleniyor ve kirişler daha iyi gıcırdasın diye elindeki yaya uzun uzun reçine sürüyordu. Sonra gene çalarak yürümeye başlıyor, ölçüsünü bilmek için vakit vakit kemanın sapını eğip kaldırıyor ve kemanın sesi uzaklardan küçük kuşları harekete getiriyordu.
Yemek sofrası yol arabaları sundurmasının altında hazırlanmıştı. Sofranın üstünde dört sığır filetosu, altı salçalı piliç ve tavada dana, üç koyun budu ve ortalarında kızarmış bir süt kuzusu ve bunları kucaklayan kuzu kulağı karışık dört domuz sucuğu vardı. Köşelerde içki dolu sürahiler duruyor, şişelerdeki tatlı elma şarabının koyu köpükleri tıpalardan dışarı fırlıyordu. Bütün şarap kadehleri daha evvelden ağızlarına kadar doldurulmuştu. Kocaman kayık tabaklar içinde, masanın en ufak sarsıntısı ile kendiliğinden titreyip dalgalanan sarı renkli kremlerin düzlüğü üzerinde yeni evlilerin isimlerinin ilk harfleri, ince bir arabesk sanatla resmedilmiş bulunuyordu. Çeşit çeşit pastalar ve bademli cevizli nugalar için, mahsus Iveto’ya gidilip bir pastacı bulunmuştu. Bu adam memlekette yeni iş yaptığını göz önüne getirerek çok özenmiş bezenmişti. Sıra yemeye geldiğinde, o, kendi eliyle ortaya öyle şatafatlı istifte bir el işi numunesi getirmişti ki görenler hayretle haykırmaktan kendilerini alamamışlardı. Önce zemin katını dört köşe mavi mukavva üzerine alçıdan revakları ve sütunlarıyla bir mabedi temsil eden bu maketin küçük hücrelerinde mini mini heykelcikleri ve semasında yaldızlı kâğıtlardan kırpılmış yıldızları vardı.
Sonra ikinci katta Savoa böreğinden bir kale bedeni ve etrafında bademler, kuru üzümler ve dörde bölünmüş portakallarla melek otundan yapılmış mini mini istihkâmlar… Nihayet yeşil bir çayırı temsil eden üst taraçada kayalar ve içinde fındık kabuğundan gemiler yüzen reçel suyundan göller… Sonra çikolatadan bir salıncakta güya sallanan mini mini bir aşk perisi ki salıncağının iki direği tepesine konulmuş olan iki tabii gül goncası birer yuvarlak top rolünü yapmaktadır.
Akşama kadar yenildi içildi. Oturmaktan yorulanlar avluya çıkıp geziniyorlar yahut samanlıkta bir parti tıpa oyunu oynuyor, sonra gene sofra başına geliyorlardı. Ziyafetin sonlarına doğru bazıları uyudu ve horladı. Fakat sıra kahveye gelince hepsi canlandı. Şarkı söylediler, kuvvet tecrübeleri yaptılar, ağırlık kaldırdılar, başparmağı aşağıdan duvara dayayıp altından geçtiler, arabaları omuzlamaya çalıştılar, kaba şakalarla kadınları kucakladılar. Gece giderlerken burunlarına kadar tıka basa kuru ot yiyen hayvanlar huysuzluk ediyor, arabaların okları arasına girmek istemiyor, kıç atıyor, şaha kalkıyor, koşumları koparıyorlar; sahipleri de küfrü basıyor yahut gülüyorlardı. Ve bütün gece mehtapta, memleketin yollarında azgın hamlelerle dörtnala giden yaylı arabaların hendekler aştığı, çakıl yığınlarından atlayıp geçtiği, yamaçlara tırmandığı ve içinde telaşa düşen kadınların dizginleri yakalamak için araba kapılarından dışarı sarktığı görüldü.
Berto’da kalanlar geceyi mutfakta içmekle geçirdiler. Çocuklar sıraların altında uyuyakalmışlardı.
Gelin, düğünlerde âdet olan şakaların, eğlencelerin kendisine karşı yapılmamasını babasından rica etmişti. Böyle olmakla beraber kuzenlerinden bir balıkçı -ki düğün hediyesi olarak bir çift taze dil balığı getirmişti- gelin güveyinin bulunduğu odanın anahtar deliğinden ağzıyla su püskürtmeye kalkıştı. Bereket versin Baba Ruolt tam vaktinde yetişti de ağır başlı olan damadının durumunun bu gibi münasebetsizliklere müsait olmadığını anlatarak onu bu işten güçlükle vazgeçirdi. Çünkü kuzenin kulağına lakırtı girmiyordu. İçinden Baba Ruolt’a “kibirli” dedi ve bir köşede fiskos eden dört beş davetliye katıldı. Bunlar da sofrada etin hep fena taraflarının kendilerine verildiğinden ve saygısızlığa uğradıklarından bahsederek ev sahibini çekiştiriyorlar ve üstü kapalı sözlerle onun yoksul düşmesi için beddua ediyorlardı.
Güveyinin annesi Madam Bovary’nin o gün çenesini bıçak açmadı. Ne gelinin tuvaleti ne de ziyafetin düzeni işlerinde onun düşüncesi sorulmuştu. Buna içerlediği için erkenden çekildi. Kocası ise onun arkasından gideceği yerde kendisi için hususi Saint-Viktor sigaralarından aldırtarak bir taraftan da punçla kiraz rakısını karıştırarak sabaha kadar içti. Düğünde kimsenin bilmediği bu karışık içki onda daha derin düşünceler için bir ilham kaynağıydı.
Charles’ın yaradılışında hiç şakacı taraf yoktu. Düğünde hiç kendini gösteremedi. Sofrada çorba ile beraber başlayan dokunaklı şakalara, kelime oyunlarına, kinayelere, cinaslara, komplimanlara, çapkınlıklara pek basit cevaplar veriyordu. Hâlbuki sosyeteyi şenlendirmek için herkes onu böyle biraz iğnelemek istiyordu.
Ertesi gün ise sanki bütün bütün başka bir adam oldu. Şimdi o, daha ziyade dünkü bakirenin yerini tutmuş gibi utanıyordu. Hâlbuki gelin, herkesin merakla yüzüne bakarak bir şeyler sezinleyebileceği zamanlarda bile hâlinden hiçbir şey sezdirmiyordu. Kurnaz geçinenler de ne diyeceklerini bilemiyorlar ve gelin yanlarından geçerken ruhlarının ölçüsüz bir gerginliği ile onu süzmekten geri kalmıyorlardı. Charles ise, hiçbir duygusunu saklamıyordu. Emma’ya “karıcığım” diyor, onunla senli benli konuşuyor, herkese onu soruyor, her yerde onu arıyor ve ikide bir koluna takıp onu dışarı çıkarıyordu. Charles’ın orada ağaçların arasında, kolunu beline dolamış ve onun rahipler gibi taktığı kolalı büyük yakasının ütüsünü bozarcasına, başını omzuna dayayıp yürüdüğü uzaktan görülüyordu.
Düğünden