Robinson Crusoe. Даниэль ДефоЧитать онлайн книгу.
Xury, cesaretini toplamış ve kıyıya gitmek için benden izin istiyordu. “Eh, git.” dedim ona. Çocuk hızla suya atladı, bir eliyle küçük tüfeğini tutarken, diğer eliyle kıyıya doğru yüzmeye çalışıyordu, bir süre sonra kıyıya çıktı, yaratığa iyice yaklaşarak tüfeğinin namlusunu hayvanın kulağına dayayıp, bir el ateş etti ve böylece yaratığı oracıkta öldürüverdi.
Bu bizim açımızdan güzel bir avcılık oyunu olmuştu ancak hiçbir işimize yaramayacak, yiyemeyeceğiz bir hayvan için üç kurşunumuzu kaybetmiş olduğumuzdan dolayı üzgündüm. Ancak, Xury yine de aslandan bir parça koparmak istiyordu; yeniden tekneye geri gelerek, benden baltayı vermemi istedi. “Ne için istiyorsun Xury?” diye sordum. “Ben başından kesmek.” dedi çocuk bana. Ancak yine de aslanın başını kesmeyi beceremedi, bu yüzden çok büyük bir canavar ayağına sahip olan aslanın sadece bir patisini keserek, tekneye geri döndü.
Her neyse, ben de belki ileride ihtiyaç olabilir düşüncesiyle, bir şekilde hayvanın derisini yüzmeye karar verdim. Böylece, Xury ile birlikte hayvanın üzerinde çalışmaya başladık; ancak Xury bu konuda benden çok daha becerikliydi, bense bu işi nasıl yapacağıma dair hiçbir bilgiye sahip değildim. Bu işlem neredeyse tam bir günümüzü almıştı, nihayet işimizi bitirdikten sonra postu kuruması için kamaranın üzerine serdik, hayvanın derisi ancak iki gün içinde tam olarak kuruyabilmişti, ilerleyen zamanda bu postu üzerinde yatmak için kullanmıştım.
III. BÖLÜM
ISSIZ ADADAKİ KAZAZEDE
Bu molanın ardından, on ya da on iki gün boyunca sürekli olarak güneye doğru ilerlemeye devam ettik, yiyeceğimiz oldukça azaldığından mümkün olduğunca az beslenmeye çalışıyorduk, karaya da sadece taze içme suyu alabilmek için yanaşarak hemen yola devam ediyorduk. Tek amacım, Gambiya ya da Senegal nehirlerine ulaşmaktı; bu sayede Avrupalı gemilere denk gelebileceğim Cape de Verde sahillerine varabilmekti; şayet bunu yapamayacak olursam, geriye adaları aramaktan ya da bu bölgelerdeki zenciler arasında yok olup gitmekten başka çarem kalmayacaktı. Gine kıyılarına, Brezilya’ya ya da Doğu Hint Adaları’na giden Avrupa’dan gelen tüm gemilerin bu burundan ya da adalardan geçtiğini biliyordum; yani aslında bütün kaderim tek bir noktaya bağlıydı; ya bir gemiye rastlamak zorundaydım ya da yok olacaktım.
Bu kararımın ardından, dediğim gibi on gün daha yola devam ettim ve toprağın insandan yoksun olmadığını görmeye başladım; iki ya da üç yerde, kenarından geçtiğimiz kıyılardan bizi izleyen insanlar olduğunu gördük; hepsinin kapkara ve çıplak olduklarını seçebiliyorduk. Bir seferinde bu kıyılardan birine çıkmaya niyetlendim; ancak benim iyi niyetli danışmanım Xury bana sürekli olarak, “Gitme, gitme.” dedi. Ancak yine de onlarla konuşabileceğim kadar kıyıya yaklaşmaya çalıştım ve hepsinin kıyı boyunca uzun süre ardımızdan koştuklarını gördüm.
Herhangi bir ateşli silahları olmadığı aşikârdı ancak ellerindeki uzun ince sopaları silah olarak kullanıyorlardı, Xury bunların mızrak olduğunu ve bu adamların o aleti kullanmakta çok usta olduklarını ve uzun mesafelere kadar atabildiklerini söyledi. Bu yüzden mümkün olduğunca onlardan uzak durmaya çalışarak elimden geldiğince işaretlerle konuşmaya çalıştım; özellikle de onlardan yiyecek istediğime dair işaretler yapıyordum; teknemi durdurmamı ve bana yiyecek bir şeyler getireceklerini işaret ettiler. Bunun üzerine yelkenimi yarıya kadar indirdim ve beklemeye başladım, adamlardan ikisi adadan içeri doğru koştu ve yarım saatten kısa bir süre içerisinde geri döndü. Yanlarında iki parça kuru et ve biraz da mısır vardı; gerçi ellerindeki ürünlerin tam olarak ne olduklarını bilmiyorduk. Bununla birlikte kabul etmeye de gayet istekliydik ancak diğer başka bir sorunumuz ise adaya nasıl çıkacağımızdı, çünkü onlardan çekindiğim için karaya çıkmaya cesaret edemiyordum ve onlar da görünüşe göre bizden fazlasıyla korkuyorlardı. Sonunda iki taraf açısından da güvenli olabileceğini düşündüğümüz bir yol bulduk, onlar yiyecekleri kıyıya bırakarak, uzaklaşacak ve biz yiyecekleri alana kadar kıyıya yaklaşmayacaklardı. Biz de böyle yaptık, yiyecekleri alıp teknemize geri döndükten sonra, kıyıdaki insanlar yine sahile doğru yaklaştılar.
El kol hareketleriyle onlara teşekkür ettik, çünkü onlara verebileceğimiz hiçbir şeyimizi yoktu; ancak tam bu sırada onlara minnetimizi ifade edebileceğimiz çok daha iyi bir fırsat çıktı. Tepeden aşağıya doğru iki büyük yaratık koşarak ve kavga ederek iniyordu; erkek dişisinin peşinde mi koşuyordu, birbirleriyle oynaşıyorlar mıydı yoksa öfkeli bir kavgaya mı tutuşmuşlardı bunu anlayamıyorduk; ayrıca böylesi bir duruma burada sık sık rastlanıp rastlanmadığından da bihaberdik. Ancak görünüşe göre bu durum pek nadiren rastlanan bir durumdu, bu tuhaf, korkunç yaratıklar çok nadiren gündüz vakti görünürlerdi, normal zamanlarda gece dışında pek ortalarda görünmezlerdi; ayrıca etrafta dolaşan bazı kadınlar da korkudan kaçışıp duruyordu. Mızraklı olan adam kaçmaya yeltenmemişti ancak diğerlerinin hepsi kaçmıştı. Bununla birlikte iki yaratık doğrudan suya dalmışlardı, herhangi bir şekilde yerlilere saldırmaya niyetleri yokmuş gibi görünüyorlardı, suya dalmışlar yüzerek oynaşıyor ve kendi aralarında eğleniyorlardı. Sonunda hayvanlardan biri hiç beklemediğim kadar teknenin yakınına yaklaşmaya başladı; ancak ben durum için çoktan hazırlıklıydım; tüfeğimi hızlıca doldurmuş ve diğer ikisini doldurması için de Xury’e emretmiştim. Hayvan menzilime iyice girer girmez hemen ateş ettim ve onu doğrudan kafasından vurdum; hayvan hemen suya daldı, ancak anında tekrar yükselerek sanki can çekişiyormuş gibi suya dalıp çıktı; almış olduğu ölümcül yaradan dolayı ne kadar uğraşırsa uğraşsın kıyıya ulaşamadan ölüp gitti.
Zavallı yerliler silahımın gürültüsünden dehşete düşmüşlerdi, yüzlerindeki ifadeyi size kelimelerle anlatabilmem imkânsız; hatta bazıları öylesine korkmuştu ki, bayılarak ölü gibi yere serilmişlerdi; nihayetinde hayvanın ölerek suya gömüldüğünü ve benim de işaretlerimden herhangi bir sıkıntı olmadığını görünce hepsi kıyıya doğru yaklaştılar ve suya batmış olan hayvanı aramaya başladılar. Kanı yüzünden bulanıklaşan suyun içerisinden hayvanı yakalayarak bir halatı boynuna doladım ve ipin ucunu da dışarı sürüklemeleri için yerlilere attım, hayvanı kıyaya doğru sürüklediklerinde, parıldayan muhteşem benekleri, hayran bırakan güzelliğiyle bir leoparı havaya doğru kaldıran yerliler, bu hayvanı neyle öldürmüş olabileceğimi anlayabilmek için evirip, çeviriyorlardı.
Tüfeğin ateş alması ve çıkarmış olduğu büyük gürültüden dolayı diğer yaratık korkarak karaya doğru yüzmüş ve sonrasında da arkasına bile bakmadan geldikleri yöne doğru koşarak tepenin ardında ortadan kaybolmuştu, aramızdaki mesafeden dolayı ne tür bir hayvan olduğunu bile görememiştim. Zencilerin bu yaratığın etini yemeye ne kadar istekli olduğunu çabucak anlamıştım, bu yüzden de bize göstermiş oldukları iyiliklerini karşılıksız bırakmamak için hayvanı onlara bırakmaya karar verdim; alabileceklerini işaret ettiğimde çok sevinmişlerdi. Hemen hayvanın üzerinde çalışmaya başladılar, bıçakları ya da parçalayacak keskin aletleri olmasa da buldukları tahta parçasını bıçak niyetine kullanarak hayvanın derisini kolayca yüzerek çıkardılar. Etleri parçalamaya başladıklarında, bir parça da bize vermek istediler ancak tekliflerini kabul etmedim, sadece hayvanın postunu almak istediğimi işaret ettim onlara, dileğimi seve seve kabul ettiler ve beraberinde tam olarak neler olduklarını bilmediğim yiyeceklerinden de ilave ettiler. Daha sonra onlara biraz da suya ihtiyacım olduğunu göstermek için içi boşalmış testimi ters çevirerek onu doldurmak istediğimi gösterdim. Hemen arkadaşlarından bazılarını çağırdılar ve iki kadın koşarak geldi, ellerinde muhtemelen güneşte pişirerek hazırlamış oldukları büyük bir tekne vardı, aynı yiyeceklere yaptıkları gibi onu da kıyıya bıraktılar, Xury’i kıyıya gönderdim ve testilerimizin üçünü de böylece doldurabildik. Kadınlar da tıpkı