Üç Silahşörler. Александр ДюмаЧитать онлайн книгу.
var ki Dartanyan ne geçtiği caddede ne de ilerisinde hiç kimseyi göremedi. Yabancı çok yavaş yürüyor olsa bile çoktan kaybolmuştu. Belki de bir evden içeri girmişti. Dartanyan karşısına çıkan herkese sordu. İskeleye indi. Seine Caddesi ve Croix-Rouge boyunca ilerledi. Ama hiçbir şey bulamadı. Yine de bu kovalamacanın bir faydası olmuştu. Alnından dökülen terler yüreğini soğutuyordu.
Başına gelen çok sayıda uğursuz hadiseyi düşünmeye başladı. Saat daha on bir bile olmadığı hâlde çoktan Mösyö de Treville’in gözünden düşmüştü. Dartanyan adamın yanından az biraz saygısızca ayrıldığını düşünmekten kendini alamadı.
Dahası her biri üç tane Dartanyan’ı öldürme kapasitesinde olan iki iyi adamla düelloya tutuşacaktı. Büyük saygı duyduğu iki silahşorle yani…
Durum vahimdi. Athos’un kendisini öldüreceğinden emin olduğundan Porthos konusunda çok da huzursuz değildi. Ne var ki ümit bir insanın kalbinde yok olan son şey olduğundan büyük yaralar alarak olsa dahi hayatta kalabileceğine dair inancı hâlâ vardı. Olur da yaşamaya devam ederse diye kendini şu şekilde eleştirmeye başladı:
“Nasıl da deli, nasıl da ahmak bir adamım ben! Cesur ve talihsiz Athos’un yaralı omzuna çarptım. Beni şaşırtan şey ise tek bir darbe ile beni öldürmemiş olması. Bunu yapmak için çok makul bir sebebi vardı hâlbuki. Kim bilir ona nasıl bir acı yaşatırım. Porthos’a gelince. Ah Porthos… Gerçekten de bu tuhaf bir durum…”
Genç adam kendini kontrol edemeyerek sesli kahkahalar atmaya başladı. Daha sonra dikkatlice etrafını inceledi. Gülüşünün kimseyi rahatsız etmediğinden emin olmak istiyordu.
“Porthos’a gelince, bu gerçekten gülünç bir durum olsa da ben de az aptal değilim. İnsanlara uyarmadan çarpmak da ne. Hem pelerininin altında ne olduğuna bakmak benim ne haddime! Eğer o lanet kayışla ilgili o belirsiz sözleri söylemeseydim beni muhtemelen affederdi. Ben nasıl da lanetlenmiş bir Gasconluyum öyle! Bir beladan kurtulup başkasına kapılıyorum. Dostum Dartanyan…” diye devam etti. Kendisine hak ettiğini düşündüğü bir tatlılıkla hitap ediyordu. “Yüksek ihtimal olmasa da kaçmayı başarırsan geleceğin için kibar olmanı tavsiye ederim sana. Bundan sonra sana bu özelliğinle hayran olmalılar. Nezaketinle örnek olmalısın. Nazik ve kibar olmak bir adamı korkak yapmaz. Aramis’e baksana. Kendisi yumuşak ve ince. Şimdiye kadar herhangi bir kimse ona korkak demeyi aklına getirmiş midir acaba? Hayır, kesinlikle hayır… Bu andan itibaren kendime onu örnek alacağım. A! Ne tuhaf… Kendisi de burada.
Kendi kendine konuşurken yürüyen Dartanyan, de Arguillon Oteli’nin yakınına gelmişti. Otelin önünde ise Aramis’in üç adamla neşe içinde konuştuğunu gördü. Ne var ki Mösyö de Treville’in kendisinin yanında öfkelendiğini unutmamıştı. Silahşorlerin işittiği azar hoşa giden bir şey olmadığından Aramis görmezden geldi. Ne var ki uzlaşmacı ve nazik bir insan olma kararı alan Dartanyan genç adamlara yaklaştı ve yüzünde kibar bir gülümseme ile eğilerek selam verdi. Hepsi de konuşmayı kestiler.
Dartanyan haddini aştığını anlayacak kadar akıllı olsa da kendini içine düşürdüğü tuhaf durumlardan uygun bir şekilde çıkarabilecek kadar ince biri değildi. Doğru düzgün tanımadığı insanların arasına karışıp kendisini ilgilendirmeyen bir konuşmadan nazikçe nasıl kurtulabileceğini bilemiyordu. Geri çekilmenin en az tuhaf yolunu düşündüğü sırada Aramis’in yere düşmüş mendilinin üzerine bastığını söyledi. Bu durumu uygunsuz davranışını telafi etmek üzere bir fırsat olarak gördüğünden eğildi. Takınabildiği en nazik tavıra bürünüp silahşorün ayağının altında tutmaya çalıştığı mendili çekti ve
“Öyle sanıyorum ki bu mendili kaybetmek sizi üzerdi beyefendi.” dedi.
Mendil özenle işlenmişti ve köşelerinde armalar vardı. Fazlasıyla kızaran Aramis, mendili delikanlının elinden almak yerine âdeta kapıverdi.
Bu arada muhafızlardan biri, “Aman aman… Sizin gibi ketum biri Madame de Bois-Tracy ile arasını iyi tuttuğunu inkâr mı edecek yani? Hem de bu asil hanım mendillerinden birini size verdiği hâlde.”
Aramis, Dartanyan’a ölümcül bir düşman kazandığını ilan eden bir bakış fırlattı. Sonra da yumuşak tavrına tekrar bürünerek. “Yanılıyorsunuz beyler.” dedi. “Bu mendil bana ait değil. Bu beyefendinin mendili sizden birine değil de bana vermesine anlam veremiyorum doğrusu. Bu söylediklerime delil olarak cebimdeki mendilimi göstereceğim.”
Aramis dediğini yaptı ve mendilini çıkardı. O zamanlar pek popüler olan patiskadan yapılma mendil diğeri gibi çok şıktı. Fakat bu mendilde işlemeler ya da armalar yoktu. Üzerinde sadece sahibinin kim olduğuna işaret eden bir işleme vardı.
Dartanyan bu kez aceleci davranmadı ve hatasını anladı. Ne var ki Aramis’in arkadaşları pek ikna olmamışlardı. İçlerinden biri sahte bir ciddiyetle şöyle dedi, “Eğer dediğiniz gibiyse Sevgili Aramis, onu kendim alacağım. Çünkü pekâlâ biliyorsunuz ki Bois-Tracy yakın bir dostumdur. Karısına ait bir eşyaya ödül muamelesi yapılmasına müsaade edemem.”
“Bu talebini hoş bir şekilde dile getirmedin.” diye cevap verdi Aramis. “Sözlerinde haklı olduğunu kabul etsem de az önce söylediğim sebepten dolayı dediğini yapmayacağım.”
Dartanyan ürkerek şunları söyleme riskine girdi: “Mendilin Mösyö Aramis’in cebinden düştüğünü görmedi. Ayağını üzerine basmıştı. Bu sebepten mendilin ona ait olduğunu zannettim.”
“Ve yanılıyorsunuz Sayın Beyefendi.” diye soğukça cevap veren Aramis, bu kurtarma teşebbüsüne kayıtsız kalmıştı.
Daha sonra Bois-Tracy’nin arkadaşı olduğunu iddia eden muhafıza döndü ve şöyle dedi:
“Ayrıca ben de Bois-Tracy’nin en az sizin olduğunuz kadar arkadaşıyım. Bu mendilin benim cebimden düştüğünü varsayabilirsiniz.”
“Hayır, şerefim üzerine hayır!” diye haykırdı saray muhafızı.
“Sen şerefin üzerine yemin etmek üzeresin. Ben de sözümü söyledim. Bu durumda ikimizden birinin yalan söylediği aşikar. En iyisi ikimiz de bir parçasını alalım.”
“Mendilin mi?”
“Evet.”
“Son derece adil.” dedi diğer iki muhafız. “Kral Süleyman’ın adaleti. Aramis, gerçekten de bilgelikle dolusun!”
Genç adamlar kahkahalar patlattılar. Tahmin edilebileceği gibi olayın devamı gelmedi. Bir müddet sonra sohbet sona erince üç muhafız ve silahşorler içtenlikle el sıkışıp yollarına gittiler.
“Şimdi sıra bu cesur adamla aramı düzeltmeye geldi.” dedi Dartanyan kendi kendine. Sohbetin son kısmı boyunca kenarda beklemişti. İşte bu iyi hislerle kendisine aldırmadan yanından ayrılan Aramis’in yanını gitti. “Beyefendi” dedi. “Umarım beni affedersiniz.”
“Ah beyefendi!” diye sözünü kesti Aramis. “Bu olayda nazik bir beyefendinin davranması gerektiği gibi davranmadığınızı söylememe müsaade edin.”
“Ne diyorsunuz beyefendi. Ne sanıyorsunuz?” diye haykırdı Dartanyan.
“Aptal olmadığınızı sanıyorum beyefendi. Bunu da pekâlâ biliyorsunuz. Her ne kadar Gaskonya’dan da gelmiş olsanız insanların mendillere sebepsiz yere basmayacağını bilirsiniz. Lanet olsun! Paris patiskalarla mı kaplı sanki?”
“Beni utandırmaya çalışarak yanlış yapıyorsunuz beyefendi.” dedi Dartanyan. Doğuştan gelen kavgacı ruhu, barışçıl olma kararını bastırıyordu. “Gaskonyalı olduğum doğrudur. Mademki bunu biliyorsunuz Gascon insanının çok sabırlı olmadığını size