Üç Silahşörler. Александр ДюмаЧитать онлайн книгу.
hizmetçiye birden bakamayacağını bu yüzden Dartanyan’a hizmet etmesini söylemesi üzerine ufak bir hayal kırıklığı yaşadı. Daha sonra yemek sırasında efendisinin kendisine verdiği altınlar geleceğinin kurtulduğunu düşünmesine sebep oldu. Kalanlarıyla kendi açlığını doyurduğu yemek sonrasında da bu düşüncesini muhafaza etti.
Planchet’in olumlu düşünceleri akşam olup da efendisinin yatağını yaptığında dağıldı. Bir oda bir salondan oluşan dairede sadece bir yatak vardı. Kendisi salonda, Dartanyan’ın yatağından alınma bir yatak örtüsünün üzerinde uyumak zorunda kalmıştı.
Athos’un oldukça tuhaf bir şekilde eğittiği Grimaud isimli bir uşağı vardı. Sessiz bir beyefendiydi bu adam. Athos’tan bahsediyoruz ne de olsa. Yakın arkadaşları Porthos ve Aramis, birlikte geçirdikleri beş ya da altı sene boyunca onun sık sık gülümsediğini hatırlasalar da kahkaha attığına hiç şahit olmamışlardı.
Kısa ve net ifadelerle konuşurdu. Söyleyeceğini söyler daha fazlasına gerek duymazdı. Süslemeden, işlemeden konuşurdu.
Henüz 30 yaşında olan kişilikli ve zeki Athos’un metresi olduğuna dair hiç kimse bir şey işitmemişti. Kadınlardan hiç bahsetmese de başkalarının bahsetmesine mani olmazdı. Sert sözler ve insan düşmanı ifadelerle dâhil olduğu türden konuşmalardan hoşlanmadığı belliydi. Kendi hâlindeliği, sessizliği ve kabalığı onu neredeyse yaşlı bir adama dönüştürmüş gibiydi. Bu sebepten Grimaud’u basit bir el ya da dudak hareketi ile itaat ettirebilecek bir şekilde eğitmişti. Onunla olağanüstü durumlar hariç asla konuşmazdı.
Efendisinden ateşten korkar gibi korkan, yeteneklerine saygı duyan ve kendisine güçlü bir bağlılık hisseden Grimaud, bazen kendisine verilen emri çok iyi anladığını düşünüp istenen şeyin tam tersini yapardı. Böyle durumlarda omuz silken Athos, Grimaud’u döverdi. O günlerde çok az konuşurdu.
Porthos gördüğümüz gibi Athos’un tam tersiydi. Sadece çok değil gürültülü konuşurdu. Dinlenip dinlenmediğini umursamazdı. Sadece konuşmuş olmanın ve kendi konuşmasını dinliyor olmanın zevkine varmak için konuşurdu. Bilim dışında her konu hakkında konuşurdu. Bu konu hakkında konuşmamasının sebebi ise çocukken edindiği âlim nefretiydi. Athos gibi asil bir havası yoktu ve bu sebepten ilişkilerinin başlarında bu beyefendiye sık sık haksızlık eder, gösterişli giyimiyle ona üstün gelmeye çalışırdı. Ne var ki Athos, basit üniformasıyla dahi Porthos’u geride bırakabiliyordu. Porthos ise Treville’in salonunda ya da Louvre’ın muhafız odasında anlattığı aşk hikâyeleriyle teselli buluyordu. Hatta kendisine pek düşkün yabancı bir prensesten bahsederdi.
Eski bir deyiş der ki, “Uşak efendisine benzer.” Şimdi de Porthos’un uşağı Mousqueton’dan bahsedelim. Asıl ismi Boniface olan Mousqueton, aslen Normandiyalıydı. Efendisi ona daha etkileyici olduğunu düşündüğü “Mousqueton” adını vermişti. Porthos’un emrine giyinme ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması için girmişti. Diğer ihtiyaçlarını karşılamak üzere günde iki saat başka bir işte çalışırdı. Porthos, kendisinin de pekâlâ uygun bulduğu bu durumu kabul etmişti. Maharetli bir terzi yardımıyla eski kıyafetlerinden yepyeni giysiler diktiriyordu. Böylece Mousqueton, efendisine çok güzel bir giyimle hizmet etmiş oluyordu.
Karakteri hakkında yeterince bilgi sunulan Aramis’in yardımcısının adı Bazin’di. Patronunun bir gün bir kilisede görev alacağı umudunu taşıdığıdan, din adamlarının uşakları gibi siyah giyinirdi. Berrichonlu bu adam otuz beş kırk yaşlarındaydı. Uysal, yumuşak biriydi. Boş zamanlarında din kitapları okur, gerektiğinde iki kişilik muhteşem yemekler hazırlardı. Sadakatinden şüphe edilmeyen Ba-zin, gerektiğinde kör, sağır ve dilsiz oluverirdi.
Uşaklarını yüzeysel bir şekilde de olsa anlattığımız silahşorlerin evlerinden bahsedebiliriz artık.
Athos, Lüksemburg yakınlarında, Ferou Caddesi’nde bir evde yaşardı. Hâlâ genç ve oldukça güzel olan ev sahibesinin boş yere hisli bakışlar attığı genç adamın iki odadan oluşan evi oldukça iyi döşenmişti. Gösterişsiz bu evin bazı köşelerinde görkemli bir geçmişe ait parçalar bulmak mümkündü. Örneğin, 1.Francis zamanlarına ait kabartma bir kılıç vardı. Değeri iki yüz altını bulan kabzası kıymetli taşlarla süslü bu kılıcı en zor anlarında dahi satmayı düşünmemişti Athos. Porthos’un uzun zamandır bu kılıçta gözü vardı ve ona sahip olabilmek için hayatından on yılını feda ederdi.
Günlerden bir gün, bir düşesle randevusu olan Porthos, bu kılıcı ödünç almak istedi. Bunun üzerine Athos, tek söz etmeden ceplerini boşalttı ve bütün mücevherleri ile altınlarını Porthos’a vermeyi teklif etti. Kılıcın ise yerine sabitlendiğini ve ancak sahibi evden ayrılırsa yerinden çıkacağını söyledi. Bir de 3. Henry zamanlarından kalma bir asili resmeden bir portre vardı. Bu portrenin Athos ile olan bazı benzerlikleri, resmedilen kişinin silahşorün atalarından biri olduğunu gösteriyordu.
Bütün bunların yanı sıra, kılıçta ve resimde bulunan armanın aynısını taşıyan altın bir kutu şöminenin üzerinde durmaktaydı. Athos, bu kutunun anahtarını her zaman yanında taşırdı. Kutuyu bir gün Porthos’un gözü önünde açtı. İçinde aşk mektubu ile aile evrakları vardı.
Porthos, Vieux-Colombie Caddesi’nde büyük ve ihtişamlı bir dairede yaşardı. Ne zaman buranın önünden bir arkadaşıyla geçse, “Burası benim mekânım!” derdi. Ne var ki kendisini evde bulmak mümkün değildi. Hiç kimseyi davet etmediği gösterişli dairesinin içinde ne tür bir zenginlik olduğunu ya da olmadığını takdir etmek mümkün değildi.
Aramis’in zemin katındaki evi, giyinme odası, yemek odası ve yatak odasından oluşmaktaydı. Komşuların bakışlarının tesir edemeyeceği bu ev, yeşil bir bahçeye açılıyordu.
Dartanyan’a gelince, onun nerede yaşadığını ve uşağının nasıl biri olduğunu zaten biliyoruz.
Entrika çevirme dehasına sahip herkes gibi doğuştan meraklı olan Dartanyan, Athos, Porthos ve Aramis’in (silahşorler takma adları sayesinde gerçek kimliklerini saklıyorlardı) kim olduğunu öğrenmek için fazlasıyla çabalıyordu. Özellikle de Athos, bir soylu görüntüsü veriyordu. Bu sebepten Athos ve Aramis hakkında bilgi almak için Porthos’a, Porthos hakkında bilgi almak için Aramis’e başvuruyordu.
Ne var ki Porthos sessiz dostu hakkında kendisinin söyledikleri dışında hiçbir malumata sahip değildi. Aşk hayatında ihanete uğradığı söylenen bu yürekli adamın hayatı bu sebepten zehir olmuştu. Ne var ki bu ihanetin ne olduğu konusunda hiç kimse bir şey bilmiyordu.
Diğer ikisi gibi asıl adı farklı olan Porthos’un yaşamı herkesçe bilinirdi. Kibirli ve patavatsız olan bu adamın içini görmek çok kolaydı. Dartanyan’ı araştırmasında yanıltacak tek şey, adamın kendi hakkında söylediği olumlu şeylere inanıyor olmasıydı.
Aramis’e gelince, her ne kadar kendisi hakkında hiçbir sır olmadığı görüntüsü verse de genç adam gizemlerle doluydu. Kendisi hakkında pek bilgi vermiyordu. Porthos’un prensesle olan ilişkisindeki başarısından bahsettiği bir gün Dartanyan ona aşk hayatıyla ilgili şu soruyu sormuştu:
“Peki, siz Sevgili Dostum, baroneslerden, konteslerden ve başkalarının prenseslerinden bahsediyorsunuz.”
“Tanrı aşkına! Onlardan bahsediyorum çünkü Porthos bahsetti. Fakat emin ol Mösyö Dartanyan eğer onları başkasından duymuş olsaydım ve bana sır olarak emanet edilmiş olsalardı ağzımı açmazdım.”
“Ah! Bundan şüphe etmiyorum.” dedi Dartanyan. “Ama gördüğüm kadarıyla sen de soylu armalarına pek aşinasın. Seni tanıma şerefine sayesinde sahip olduğum işlemeli mendil mesela.”
Bu kez sinirlenmeyen