Üç Silahşörler. Александр ДюмаЧитать онлайн книгу.
ettiğimiz iki şey olan İspanyolları ve İngilizleri neden seviyor?”
“İspanya onun ülkesi.” diye cevap verdi Dartanyan. “Bu sebepten kendi ülkesinin çocukları olan İspanyolları sevmesi çok normal. İkincisine gelince, duyduğuma göre İngilizleri değil de bir İngiliz’i seviyor.”
“O İngiliz’in sevilmeyi hak ettiği bir gerçek. Ondan daha asil bir adam görmedim hayatımda.”
“Hiç kimsenin giyinmediği kadar iyi giyindiğini de söylemek gerek.” dedi Porthos, “İnciler savurduğunda Louvre’daydım. Bunlardan ikisini toplayıp tanesi on altından satmışlığım var. Onu tanıyor musun Aramis?”
“Sizin kadar tanıyorum beyler. Kendisini Amiens Bahçelerinde yakalayanlardan biri bendim. O zamanlar ben öğrenciydim ve bu maceranın Kral’a yapılan bir zulüm olduğunu düşündüm.”
“Yine de eğer Buckingham dükünün nerede olduğunu bilseydim onu ellerinden tutup Kraliçe’ye götürürdüm. Sırf Kardinal’i kızdırmak için. Ona böylesi bir oyun oynamak için gerekirse kellemi riske atarım.”
“Yani tüccarın dediğine göre Kraliçe, Buckingham’ın sahte bir mektup ile getirildiğini mi sanıyor?” diye sordu Athos.
“Öyle olmasından korkuyor.”
“Bir dakika o zaman.” dedi Aramis.
“Neden?” diye sordu Porthos.
“Ben bir şeyler hatırlamaya çalışırken siz devam edin.”
“Şuna ikna oldum ki…” dedi Dartanyan. “Kraliçe’nin hizmetçisi kadının kaçırılması konuştuğunuz olaylarla, belki de Buckingham’ın Paris’te bulunmasıyla alakalı.”
“Gaskonlunun ne kadar da çok fikri var öyle!” dedi Porthos hayranlıkla.
“Onun konuşmasını dinlemeyi seviyorum. Aksanı beni eğlendiriyor.” dedi Athos.
“Beyler!” dedi Aramis. “Şunu dinleyin.”
“Dün zaman zaman çalışmalarımla ilgili danıştığım bir ilahiyat âliminin evindeydim.” Athos gülümsedi.
“Sessiz bir bölgede yaşıyor.” diye devam etti Aramis. “Mesleği gerektirdiği için. Şimdi, evinden ayrıldığım bir anda…” Aramis durakladı.
“Ee?” diye sordu ahali. “Evden ayrıldığında ne oldu?”
Aramis, yaşanmamış bir durumu anlatırken öngörülmeyen bir engelle karşılaşmışçasına bir iç mücadelesi verdi. Ne var ki üç arkadaşı gözlerini ona dikmiş, kulaklarını açmıştı. Geri çekilme imkânı yoktu artık.
“Bu adamın bir yeğeni var.” diye devam etti Aramis.
“Ah yeğeni var!” diye araya girdi Porthos.
“Saygın bir hanımefendi.” dedi Aramis.
Üç arkadaş kahkaha patlattılar.
“Böyle gülüp şüphe etmeye devam ederseniz hiçbir şey öğrenemeyeceksiniz.” diye cevap verdi Aramis.
“Biz Muhammediler gibi iman eder, mezar taşları gibi sessiz kalırız.” dedi Athos.
“O zaman devam edeyim.” dedi Aramis. “Bu yeğen zaman zaman amcasını ziyarete gelir. Dün de tesadüfen oradaydı. Ben de görevim olduğu üzere ona arabasına kadar eşlik ettim.”
“Ah, demek yeğenin arabası var hem de?” diye araya girdi patavatsız Porthos. “İyi bir tanıdık bu dostum.”
“Porthos!” diye cevap verdi Aramis. “Senin çeneni tutamadığına birden fazla kez şahit oldum. Bu da kadınlar nezdinde sana zarar veriyor.”
“Beyler, beyler!” dedi bu olayla ilgili fikir edinmeye başlayan Dartanyan. “Durum ciddi, şaka yapmamaya çalışalım. Devam et Aramis, devam et.”
“Bir anda Dartanyan gibi uzun boylu esmer bir adam göründü.”
“Belki de aynı adamdır,”
“Mümkün.” diye devam etti Aramis. “Bana yaklaşmaya başladı. Yanında kendisini takip eden beş altı adam vardı. Çok nazik bir şekilde, ‘Mösyö Dük!’ dedi bana. ‘Siz ve Madam…’ diye devam etti yanımdaki hanıma hitaben.
“Hocanın yeğeni?”
“Dilini tut Porthos!” dedi Athos. “Dayanılmaz birisin!”
“Zorluk çıkarmadan ve gürültü yapmadan arabaya binecek misiniz?”
“Seni Buckingham sandı!” diye haykırdı Dartanyan.
“Öyle zannediyorum.”
“Peki ya hanımefendi?”
“Onu da Kraliçe sandı.” dedi Dartanyan.
“Aynen.” dedi Aramis.
“Gaskonlu tam bir şeytan. Gözünden hiçbir şey kaçmıyor.”
“İşin aslı…” dedi Porthos. “Aramis de o boylarda ve Dük’e benziyor. Yine de bir silahşorün elbisesi vardı ama.”
“Koca bir pelerin takmıştım.” dedi Aramis.
“Temmuz ayında mı? Seni şeytan!” dedi Porthos. “Hoca tanınmandan mı endişe ediyordu yoksa?”
“Casusun vücuduna aldanmasını anlarım ama yüzün…”
“Geniş bir şapka takıyordum.” dedi Aramis.
“Aman Tanrı’m!” dedi Porthos, “İlahiyat çalışmak için ne kadar da çok tedbir alıyorsun öyle.”
“Beyler, beyler!” dedi Dartanyan. “Şaka yaparak vakit kaybetmeyelim. Ayrılıp tüccarın eşini bulalım. Entrikanın anahtarı o.”
“Böylesine düşük konumdan bir kadın! İnanabiliyor musunuz?” dedi Porthos küçümser bir tavırla.
“Kraliçe’nin güvenilir uşağı Laporte’ın vaftiz kızı kendisi. Size demedim mi beyler? Ayrıca düşük tabakadan birini yanına almak Kraliçe’nin planladığı bir şey olabilir. Soylu kafalar kendilerini uzaktan belli ediyorlar. Kardinal’in görüşü iyidir.”
“Peki.” dedi Porthos, “İlk olarak tüccarla anlaşın. İyi bir anlaşma yapın.”
“Buna gerek yok.” dedi Dartanyan. “Eğer ki o iyi ödeme yapmazsa, iyi ödeme yapacak başka birileri çıkar diye düşünüyorum.”
Tam bu sırada merdivenlerden ayak sesleri geldi. Kapı şiddetle çalındı ve talihsiz Bonacieux görüşmenin yapıldığı odaya kendini attı.
“Beni kurtarın beyler! Tanrı aşkına kurtarın!” diye bağırdı. “Dört adam beni yakalamaya geldi. Kurtarın beni! Kurtarın!”
Porthos ve Aramis ayağa kalktı.
“Bir saniye!” diye bağıran Dartanyan yarısı kınından çıkmış kılıçları yerine koymalarını işaret etti.
“Cesarete değil, tedbire ihtiyaç var.” dedi.
“Yine de!” diye bağırdı Porthos, “Bu şekilde!”
“Dartanyan nasıl uygun buluyorsa o şekilde davranacak.” dedi Athos. “Tekrar ediyorum. İçimizdeki en akıllı kişi o ve ben kendi adıma ona itaat edeceğim. Neyi uygun görüyorsan onu yap Dartanyan.”
Bu sırada kapıya gelen dört muhafız, kılıçları yanında bulunan silahşorleri görünce içeri girmekte tereddüt ettiler.
“Buyrun beyler. Buyrun.” dedi Dartanyan. “Benim evimdesiniz ve hepimiz Kral ile Kardinal’in sadık hizmetkârlarıyız.”
“Bu durumda bize verilen emirleri yerine getirmemize