Üç Silahşörler. Александр ДюмаЧитать онлайн книгу.
bir öğrenci misali titriyorlardı. En ufak bir sözüne dahi itaat ediyorlardı. En ufak bir hakaret için dahi kendilerini feda etmeye hazırlardı.
Mösyö de Treville elindeki bu silahı öncelikle Kral için, sonra Kral’ın arkadaşları için en nihayetinde de kendisi ve arkadaşları için kullanıyordu. Düşmanı çok olan beyefendiyi bu durumdan dolayı suçlayan bir tane dahi hatırata rastlamak mümkün değil. Treville’in adamları aracılığı ile menfaat elde ettiğine dair hiçbir örnek yok. Entrikaya bu kadar meyilli dehasına rağmen kendisi dürüst bir adam olarak kaldı. Zayıflatan kılıç darbelerine ve yorucu antrenmanlara rağmen zevk âlemlerinin müdavimi bir çapkın olmayı başarmıştır. İşte böyle… Silahşorlerin lideri hem hayranlık uyandıran, hem korkulan hem de sevilen bir adamdı ki bu bir insanın sahip olabileceği talihin zirve noktasıydı.
Treville’in evinin avlusu askerî bir karargâhı andırıyordu. Elli ya da altmış kadar silah kuşanmış adam sürekli nöbet değiştiriyor, her an savaşa hazır vaziyette sırada bekliyordu. Modern medeniyetin üzerine ayrı bir ev inşa edebileceği devasa merdivenlerden ricada bulunmaya gelen insanlar, silahşorlere katılmak isteyen farklı illerden gelmiş beyefendiler, Mösyö de Treville ile silahşorleri arasındaki haberleşmeyi temin eden hizmetçiler inip çıkıyordu. Evin girişindeki salonda “seçkin” diye adlandırılan kişiler oturmaktaydı. Bu evde sabahtan akşama kadar devam eden bir gürültü vardı. Mösyö de Treville, giriş salonuna yakın ofisinde ziyaretçileri kabul ediyor, şikâyetleri dinliyor, emirler veriyordu. Tıpkı Louvre’daki Kral’ın balkonda oturması misali pencerenin yanına kurulmuştu. Hem adamlarını hem de silahları inceliyordu.
Dartanyan’ın ziyarete geldiği gün müthiş bir kalabalık vardı. Özellikle de taşradan gelen biri için fazla kalabalıktı. Bu taşralının bir Gascon olduğu doğrudur. Üstelik o zaman için Dartanyan’ın hemşehrileri, gözlerinin kolay kolay korkmamasıyla nam salmıştır. Büyük kapıdan içeri girdiğinde birbirine sataşan, bağırıp çağıran, dövüşen ve şakalaşan savaşçıların arasına düştü. Böylesi bir karmaşa ortamından geçebilmek için bir insanın ya bir subay, ya mühim bir soylu ya da güzel bir kadın olması gerekiyordu.
Genç adam işte böyle bir arbede ve düzensizlik ortamında ilerlemek zorunda kalmıştı. Kalbi küt küt atıyordu. Uzun kılıcını ince bacaklarına hizalamıştı ve bir eliyle de şapkasının kenarını tutuyordu. Yüzünde huzursuzluğunu belli etmemeye çalışan bir taşralının hafif gülümsemesi vardı. Her bir grup savaşçıyı geçtiğinde derin bir nefes alıyordu. Ne var ki adamların dönüp ona baktığı gözünden kaçmadı. O güne kadar kendisine dair olumlu fikirleri olan Dartanyan şapşal hissetmekten kendini alamadı.
Ne var ki merdivenler daha kötüydü. Dört silahşor tuhaf bir şekilde eğleniyordu. Bu arada on ya da on iki kadar savaşçı da sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu.
Merdivenin üst tarafındaki bir silahşor elindeki kılıçla diğer üçünün yukarı çıkmasını engelliyor daha doğrusu engellemeye çalışıyordu. Diğer üçü ise ellerindeki çevik kılıçlarla mücadele ediyordu.
Dartanyan ilk bakışta bu kılıçların uçları düğmeli eskrim kılıcı olduğunu zannetse de daha sonra gördüğü sıyrıklar üzerine her bir kılıcın sivriltilmiş ve bilenmiş olduğunu anladı. Her bir sıyrık üzerine sadece izleyiciler değil aynı zamanda savaşçılar da kahkahalar patlatıyordu. Âdeta çılgın gibi…
O sırada merdivenin üst kısmında bulunan savaşçı rakiplerini mükemmel bir şekilde hizada tutmayı başarıyordu. Oyunun kuralları gereği darbe alan kişi yerini darbeyi vuran rakibine bırakıyordu. Beş dakika içinde tam üç kişi ufak yaralar aldı. Biri elinden, diğeri kulağından… Merdiveni savunan ve hiçbir yara almayan savaşçı ise kurallar gereği üç kez kazanmış oluyordu.
Her ne kadar kendisini şaşırtmak zor olsa da (ya da kendisi zor şaşıran biri olduğunu iddia etse de) genç gezginimiz bu oyun karşısında fazlasıyla şaşırmıştı. Herkesin kolayca sinir harbine tutulduğu memleketinde birkaç düello başlangıcına şahit olmuştu. Fakat bu dört kılıç ustasının mücadelesi Gaskonya’dakilerden bile daha güçlü görünmüştü gözüne. Bir an için kendini Güliver’in meşhur Devler Ülkesi’ne gelmiş gibi hissedip korksa da henüz hedefine ulaşmamıştı. Hâlâ geçmesi gereken merdiven ve giriş salonu vardı.
Merdiven girişindeki kavga bitmişti ve birbirlerine kadınlarla ilgili hikâyeler anlatıyorlardı. Giriş salonunda ise sarayla ilgili konular konuşuluyordu. Merdiven sahanlığında kızaran Dartanyan giriş salonunda ürperdi. Gaskonya’da kendisine zorlu hizmetçiler hatta bazen onların hanımlarını getiren hercai hayal dünyası, burada bazı tanınmış insanlarla ilgili konuşulan aşk hikâyelerinin yarısını bir hezeyan hâlinde dahi üretemezdi. Ne var ki merdiven sahanlığında ahlaki değerleri hayrete düşerken giriş salonunda, Kardinal’e olan saygısı yerle bir olmuştu. Dartanyan bütün Avrupa’yı titreten politikaların yüksek sesle açık bir vaziyette eleştirildiğini işitip hayretler içinde kalmıştı. Dahası Kardinal’in şahsi hayatı da konuşuluyordu. Çok sayıda soylu kişi sırf bu sebepten cezalandırılmıştı. Baba Dartanyan’ın saygı duyduğu bu büyük adam Treville’in silahşorlerinin şaka malzemesi olmuştu. Adamın çarpık bacakları ve kamburuyla alay ediyorlardı. Bazıları Kardinal’in metresi Madame de Aguillon ve yepyeni Madame Cambalet ile ilgili aşk şarkıları söylüyordu. Bazıları ise Kardinal’in muhafızları ve uşaklarını sinir etmek için planlar yapıyordu. Dartanyan’a göre bütün bunlar gerçekleştirilmesi imkânsız olan şeylerdi.
Bu arada Kral’ın adı Kardinal şakaları arasında bilinmeden zikredildiğinde gizli bir ağızlık alaycı ağızları kapatıyor gibiydi. Tereddütle etraflarına bakınıyor, Mösyö de Treville’in odasıyla salonu ayıran duvarın kalınlığını düşünüyorlardı. Ne var ki Kardinal hazretleri ile ilgili yapılan taze bir şaka konuşmaya eski canlılığını getiriyordu. Kahkahalar yeniden patlatılıyor, adamın hayatına dair her detay yeniden mercek altına alınıyordu.
“Bu adamların hapse atılacağı ya da idam edileceği muhakkak.” diye düşündü korkmuş Dartanyan. “Ben de onlarla birlikte kurban edileceğim. Çünkü onları dinledim ya da duydum. Beni de suç ortağı sayacaklar. Peki ya iyi huylu babam ne der? Kendisi Kardinal’e saygı duymamı isterdi benden. Böylesi kâfirlerle aynı ortamda bulunduğumu bilse ne düşünür?”
Dartanyan’ın bu konuşmalara hiçbir şekilde dâhil olmadığını söylemeye gerek yok. Delikanlı gözlerini dört açmış etrafına bakınıyor, cankulağıyla dinliyordu. Beş duyusu da tüm gücüyle harekete geçmiş vaziyetteydi. Dahası, babasının nasihatlerine rağmen hem duyuları hem de içgüdüleri daha önce işitilmemiş bu şeylere hak veriyordu.
Mösyö de Treville’in ahalisine yabancı olduğu ve o yerde ilk kez bulunduğu hâlde en nihayetinde kendisini fark edip ne istediğini soran biri oldu. Bunun üzerine Dartanyan, alçak gönüllü bir şekilde adını verdi ve hemşehri olduğu kısmını vurguladı. Kendisiyle konuşan hizmetçiye Mösyö de Treville ile kısa bir görüşmek istediğini söyledi. Hizmetçi talebini ileteceğini söyleyince ilk baştaki şaşkınlığını üzerinden atan Dartanyan insanların giyimlerini ve görünümlerini inceleyecek zamanı bulmuş oldu.
En hareketli grubun merkezinde heybetli ve mağrur yüzlü bir silahşor vardı. Dikkat çeken bir kıyafete bürünmüştü. Her ne kadar zorunlu olmasa da üniformanın parçası olan pelerini giymemişti. Bunun yerine rengi biraz solmuş ve eskimiş bir ceket giyiyordu. Kıyafetinin üzerinde de güneş ışığında parlayan su misali ışıldayan altın işlemeli görkemli bir kılıç kayışı vardı. Omuzlarında zarafetle dökülen kırmızı, kadife pelerini devasa kılıcını taşıyan kılıfın önünü kapatıyordu. Bu silahşor görevinden henüz dönmüştü