Küçük Prenses. Фрэнсис Элиза Ходжсон БёрнеттЧитать онлайн книгу.
dans hocasının okula her gelişi bir olay oluyordu. Öğrencilere en güzel elbiseleri giydiriliyor ve Sara özellikle iyi dans ettiği için ön sıralarda duruyordu, Mariette’ten onu olabildiğince hafif ve güzel giydirmesi isteniyordu.
Bugün üzerine gül rengi bir elbise giydirilmişti ve siyah lülelerinin üstüne taksın diye Mariette ona gerçek gül goncalarından bir çelenk yapmıştı. Yeni, keyifli bir dans öğrenmişti; odada göz alıcı, gül rengi bir kelebek gibi süzülüyordu; neşeden ve yaptığı hareketlerden yanağına parlak, mutlu bir ışıltı gelmişti.
Odaya o kelebek adımlarıyla girmişti ve orada Becky başlığı bir yana düşmüş vaziyette oturuyordu.
Onu görünce “Ah!” diye haykırdı Sara sessizce. “Zavallı şey!”
En sevdiği koltuğa küçük, kirli bedeniyle oturmasına kızmak aklına bile gelmedi. Doğruyu söylemek gerekirse onu gördüğüne çok sevinmişti. Hikâyesinin bahtsız başkahramanı uyanınca onunla konuşabilirdi. Yanına doğru sessizce yürüdü ve durup onu izledi. Becky hafifçe horluyordu.
“Keşke kendi kendine uyansa.” dedi Sara. “Onu uyandırmak istemiyorum. Fakat Bayan Minchin onun burada uyuyakaldığını öğrenirse küplere biner. Ben yine de birkaç dakika bekleyeyim.”
Masanın kenarına oturdu ve ince, gül rengi bacaklarını sallayıp ne yapması gerektiğini düşündü. Bayan Amelia her an gelebilirdi ve gelirse Becky şüphesiz fırçayı yerdi.
Ama çok yorgun! diye düşündü. Çok yorgun!
O anda bir parça kömür alevi içindeki tereddüdünü sona erdirdi. Alev büyük bir topaktan kopup parmaklıkların önüne düştü. Becky ürperdi ve korkulu bakışlarla gözlerini açtı. Uykuya daldığının farkında değildi. Bir dakikalığına oturmuş, güzel kor ışıltısı üzerine düşmüştü ve işte şimdi kendini, meraklı gözlerle yakınına oturan, gül rengi bir periye benzeyen harika öğrenciye panik içinde bakarken bulmuştu.
Koltuktan fırlayıp başlığını kaptığı gibi başına geçirdi. Sonra başlığın kulağının üstünde hissetti ve onu çılgın gibi düzeltmeye çalıştı. Ah, başını çok büyük belaya sokmuştu! Böylesi genç bir leydinin koltuğunda şuursuzca uyuyakalmıştı! Maaşını bile alamadan kapı dışarı edilecekti.
Hıçkırır gibi bir ses çıkardı.
“Ah, hanımım! Ah, hanımım!” diye kekeledi. “Beni affedin, hanımım! Ah, ne olur affedin, hanımım!”
Sara masadan atladı ve ona yaklaştı.
“Korkmana gerek yok.” dedi, kendisi gibi küçük bir kızla konuşur gibi. “Hiç önemli değil.”
“Kasten yapmadım hanımım.” diye açıklamaya çalıştı Becky. “Ateş sıcaktı ve ben de çok yorgun olunca… Ben… ben densizlik yapmak istemezdim!”
Sara dostça bir kahkaha attı ve elini Becky’nin omzuna koydu.
“Yorulmuştun.” dedi. “İçin geçmiş. Hâlâ uyanabilmiş değilsin.”
Zavallı Becky ona nasıl da bakıyordu! Aslında, hiç kimseden böylesine tatlı ve dostça bir ses duymamıştı. Emir verilmesine, azarlanmaya ve tokatlanmaya alışıktı.
Bu dans eden gül rengi akşamüstünün o görkemi, ona suçluymuş gibi değil de bırakın yorulmayı, uyuyakalmaya bile hakkı varmış gibi bakıyordu! Omzuna dokunan yumuşak ve ince küçük el, hayatındaki en muhteşem şeydi.
“Kız… kızmadınız mı hanımım?” dedi güçlükle. “Müdirelere söylemeyecek misiniz?”
“Hayır!” diye haykırdı Sara. “Tabii ki söylemeyeceğim.”
Kömür lekeli surattaki keder dolu korku onu birden o kadar üzdü ki içi acıdı. Aklına o garip düşüncelerinden biri geldi. Elini Becky’nin yanağına koydu.
“Biz seninle aynıyız, ben de senin gibi küçük bir kızım. Senin ben ve benim sen olmamam tamamen tesadüf!”
Becky kızın laflarından hiçbir şey anlamamıştı. Aklı böylesine muhteşem düşünceleri kavrayamıyordu.
“Tesadüf mü hanımım?” diye kekeledi saygıyla. “Öyle mi?”
“Evet.” diye cevapladı Sara, bir anlığına ona rüyadaymış gibi bakarak. Fakat sonra farklı bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Becky’nin onun ne demek istediğini anlamadığını fark etti.
“İşini bitirdin mi?” diye sordu. “Biraz daha kalabilir misin?”
Becky’nin soluğu kesildi.
“Biraz daha kalmak mı? Ben mi?”
Sara koşup kapıyı açtı ve dışarı bakıp bir ses var mı diye kulak kabarttı.
“Görünürlerde kimse yok.” dedi. “Yatak odaları bittiyse belki burada birazcık daha kalabilirsin. Belki bir dilim kek istersin.”
Sonraki on dakika Becky için akıl alır gibi değildi. Sara bir dolabı açtı ve ona kalın bir dilim kek verdi. Kekin bir çırpıda koca lokmalarla bitirildiğini görmek Sara’yı sevindirmişti. Becky’nin korkuları geçene kadar, Sara onunla konuşup sorular sordu ve güldü. Sonunda Becky ona bir iki soru soracak kadar cesaretini toplayabildi.
“Bu…” diye başladı gül rengi elbiseye hayranlıkla bakarak. Neredeyse fısıldıyordu. “Bu en güzel elbiseniz mi?”
“Bu dans elbiselerimden biri.” diye cevapladı Sara. “Benim hoşuma gidiyor, ya senin?”
Becky hayranlıktan bir an için küçük dilini yuttu sanki. Sonra şaşkın bir sesle, “Bir keresinde bir prenses görmüştüm. Covent Garden’daki kalabalığın dışında sokakta dikiliyor, önemli kişilerin opera binasına girişini izliyordum. Kalabalık birine dikkatle bakıyordu. Birbirlerine, ‘İşte prenses!’ diyorlardı. Yetişkin, genç bir leydiydi fakat pespembe giyinmişti; elbisesi, pelerini, çiçekleri falan… Sizi masanın orada oturmuş görünce hemen aklıma o geldi, hanımım. Aynı ona benziyorsunuz.”
Sara düşünceli düşünceli “Hep prenses olmak istemişimdir.” dedi. “Acaba nasıl bir histir? Sanırım prensesmişim gibi numara yapmaya başlayabilirim.”
Becky ona hayran hayran baktı ve yine dediklerinden tek bir kelime bile anlamadı. Onu bir çeşit hayranlıkla izledi. Sara hemen hayal âleminden çıktı ve ona yeni bir soru sordu.
“Becky.” dedi. “Sen o hikâyeyi dinliyor muydun?”
“Evet hanımım.” diye itiraf etti Becky, yine biraz panik olmuştu. “Hakkım olmadığını biliyorum ama o kadar güzeldi ki ben… ben engel olamadım.”
“Dinlemeni isterim.” dedi Sara. “İnsan hikâye anlatırken onu dinlemek isteyen insanların duymasından başka bir şey istemez. Neden böyle bilmiyorum. Geri kalanını dinlemek ister misin?”
Becky’nin yine nefesi kesildi.
“Ben mi dinleyeceğim?” diye haykırdı. “Öğrenciymişim gibi mi hanımım? Prens ve saçlarında yıldızlarla, gülüşerek yüzen küçük, beyaz deniz bebeklerini mi?”
Sara başıyla onayladı.
“Korkarım, şu anda dinlemeye vaktin yok.” dedi. “Ama odamı düzeltmeye tam olarak kaçta geldiğini söylersen her gün o saatlerde burada olmaya çalışır ve hikâye bitene kadar her gün sana birazını anlatırım. Biraz uzun, güzel bir hikâye ve her seferinde bir şeyler ekliyorum.”
“Öyleyse…” diye nefes aldı Becky samimiyetle, “kömür kovalarının NE KADAR ağır olduğu veya aşçının bana neler yaptığı umrumda bile olmaz. Hikâyeyi düşünürsem hiçbirini kafama takmam.”
“Tabii