Tanrı İnsanlar. Герберт Джордж УэллсЧитать онлайн книгу.
ki “Kiminle?” sorusuna belli belirsiz ama kesinlikle kabul edilebilir bir cevap da sunuyordu. İki kişilikti. Aile içinde, Ayak Banyosu, Colman Hardalı ve Sarı Tehlike adlarıyla biliniyordu. Bu isimlerden de anlaşılabileceği gibi küçük, alçak, üstü açık ve parlak sarı renginde bir arabaydı. Bay Barnstaple onu Sydenham’dan ofise gitmek için kullanıyordu çünkü bir galonla otuz üç mil yapan bu araba, -söz konusu mesafe için- sezonluk bir bilete göre çok daha az masraf çıkarıyordu. Gün boyunca ofis penceresinin altındaki park yerinde duruyordu. Sydenham’da ise anahtarı sadece Bay Barnstaple’da olan bir garajda yaşıyordu. Bugüne kadar Bay Barnstaple oğlanların onu sürmesini veya parçalara ayırmasını engellemeyi başarmıştı. Ara sıra Bayan Barnstaple onunla alışverişe gitmek istese de gerçekte bu küçük arabadan hoşlanmıyordu çünkü üstü açık araba onu fazlasıyla korunmasız bırakıyor, her yanı tozlanıyor ve dağılıyordu. Tüm bunların sonucu olarak küçük arabanın, ihtiyaç duyulan tatil için kullanılacak araç olması gerektiği açıktı. Üstelik Bay Barnstaple bu arabayı kullanmayı seviyordu. Çok kötü ama bir o kadar da dikkatli sürüyordu; bazen durduğu ve ilerlemeyi reddettiği olsa da -Bay Barnstaple’ın hayatındaki diğer şeylerin yaptığı gibi- direksiyonu batıya çevirdiği hâlde doğuya gitmiyordu; en azından bunu bugüne kadar hiç yapmamıştı! Bu yüzden de ona hoş bir hâkimiyet duygusu tattırıyordu.
Sonunda Bay Barnstaple büyük bir hızla kararını verdi. Önünde aniden bir fırsat çıkmıştı. Perşembe onun matbaadaki günüydü; o günün akşamı her zamankinden de fazla bunalmış bir hâlde eve döndü. Hava inadına kuru ve sıcaktı. Bu, kuraklığın dünyanın yarısı için açlık ve sefalet anlamına geldiği gerçeğinin yarattığı baskıyı hiç de azaltmıyordu. Ve Londra bu durum karşısında umursamaz görünüyor, keyifli keyifli sırıtıyordu; bu 1913 yılından, yeni büyük tango yılından bile daha saçma bir yıl olmuştu ki sonraki olayların ışığında Bay Barnstaple o güne kadar 1913’ün dünya tarihindeki en aptalca yıl olduğunu düşünmüştü. Star gazetesi her zamanki kötü haberlerin yanında spora ve şık magazin haberlerine de yer ayırmaya devam ediyordu. Polonyalılar ve Ruslar arasında çatışmalar sürüyordu ve İrlanda’da ve Asya ülkelerinde ve Hindistan sınırında ve Doğu Sibirya’da da. Üç korkunç cinayet daha işlenmişti. Madenciler hâlâ grevdeydi ve mühendisler de büyük bir ayaklanma için hazırdı. Tüm yerler dolmuş olmasına rağmen aşağı yakaya giden tren yirmi dakika geç kalkmıştı.
Eve döndüğünde karısından bir not buldu. Yazdığına göre; Wimbledon’daki kuzeni telgrafla, şans eseri, Matmazel Lenglen ve diğer şampiyonlarla beraber tenis maçlarını izleme imkânlarının doğduğunu bildirmişti. Karısı da oğlanları alarak oraya gitmişti ve eve geç dönecekti. Kaliteli birkaç maç izlemek için çocukların oyunlarına son vermenin hiçbir zararı olmazdı. Ayrıca o gece hizmetçilerin de izin gecesiydi. Evde yalnız kalmasının bir sakıncası olur muydu? Hizmetçiler çıkmadan önce onun için soğuk bir akşam yemeği hazırlayıp bırakacaklardı.
Bay Barnstaple sakin sakin bu notu okudu. Soğuk akşam yemeğini yerken bir yandan da Çinli bir arkadaşının gönderdiği, Japonların Çin uygarlığına ve eğitimine uyum sağlayamayanları nasıl yok ettiğini anlatan el ilanına göz attı.
Ancak evinin küçük arka bahçesinde oturmuş piposunu tüttürürken bu akşamın kendisi için bir fırsat olduğunu fark etti.
Birdenbire hareketlendi. Hemen Bay Peeve’i arayarak ona doktorun kararını ve Liberal’in tam da bu dönemde onsuz idare edebileceğini bildirip tatil iznini aldı. Ardından yatak odasına giderek aceleyle yanına alacağı birkaç şey seçti ve bunları yokluğu hemen fark edilmeyecek bir Gladstone çantasına doldurup çantayı arabasının şoför mahalline bıraktı. Sonra da büyük bir özenle karısına bir mektup yazarak gömleğinin cebine soktu.
Bu işi de bitirdikten sonra arabasının bulunduğu garajı kilitleyip ailesi döndüğünde mümkün olduğunca masum görünmek ve hissetmek için Avrupa ekonomisinin çöküşü üzerine bir kitap alıp piposunu yakarak bahçedeki masasına yerleşti.
Karısı döndüğünde ona sinirlerinin çok gergin olduğunu ve ertesi sabah bir doktora görünmek için Londra’ya gideceğini söyledi.
Bayan Barnstaple onun için bir doktor seçmek istese de bu konuda Bay Peeve’i de düşünmesi gerektiğini ve onun önerdiği doktoru görmesinin daha doğru olacağını söyleyerek bundan kurtuldu. Bayan Barnstaple hepsinin de iyi bir tatile ihtiyacı olduğunu söylediğinde ise yorum yapmaktan kaçınarak sadece homurdanmakla yetindi.
Bu sayede Bay Barnstaple arabasında birkaç haftalık tatili boyunca ihtiyaçlarını karşılayacak eşya ile hiçbir itiraza neden olmadan evden ayrıldı ve Londra’ya doğru yola çıktı. Trafik yoğun ve hareketliydi ancak hiçbir şekilde sıkıntı yaratmıyordu. Üstelik Sarı Tehlike öyle rahatlıkla kayıp gidiyordu ki neredeyse Altın Umut olarak adlandırılabilirdi. Camberwell’de, Yeni Camberwell Yolu’na dönerek Vauxhall Köprüsü Yolu üzerindeki postaneye doğru sürdü. Postaneye geldiğinde arabayı durdurdu. Yaptığı şey onu korkutuyordu ama bir yandan da coşkulu bir sevinç içindeydi. İçeri girerek karısına bir telgraf gönderdi: “Dr. Pagan…” diye yazmıştı, “acilen dinlenmem gerektiğini söyledi, bu yüzden göl kıyısına doğru yola çıkıyorum. Böyle bir şeyi tahmin ettiğim için eşyalarımı daha önceden hazırlamıştım.”
Postaneden dışarı çıktığında ceplerini karıştırdı ve bir önceki gece büyük bir dikkatle yazdığı mektubu bulup postaladı; ciddi safhada sinirsel nevroz belirtilerine sahip olduğunu göstermek amacıyla üzerini kasten karalamıştı. Dr. Pagan’ın, acil bir tatile ihtiyacı olduğunu söylediğini ve “kuzeye” doğru gitmesini önerdiğini açıklıyordu. Birkaç gün, hatta belki de bir hafta kadar mektup yazmaması en iyisiydi. Ters giden bir şey olmadığı sürece mektup yazarak onları rahatsız etmeyecekti. Hiçbir haber, iyi haber olamazdı. Dinlenmek her şeyin yoluna girmesi için yeterli olacaktı. Belirli bir adresi olur olmaz bunu bildirecek ama sadece çok önemli bir şey olursa yazacaktı.
Bunları halledip arabasında koltuğa oturur oturmaz okuldaki ilk tatilinden bu yana hissetmediği bir özgürlük hissiyle doldu. Büyük Kuzey Yolu’na doğru ilerledi ancak Hyde Park’ın köşesindeki trafik yoğunluğu yüzünden polisin onu Knightsbridge’e yönlendirmesine izin verdi, Bath Yolu’nun Oxford Yolu’ndan ayrıldığı köşede trafiği tıkayan bir kamyon yüzünden yine bir önceki yola saptı ama tüm bunların gerçekte pek önemi yoktu. Her yol “başka bir yer”e gidiyordu ve nasılsa daha sonra kuzeye doğru dönebilirdi.
3. BÖLÜM
Ancak 1921 yılındaki büyük kuraklıkta görülebilecek güneşin umursamazca parıldadığı o günlerden biriydi. Asla boğucu değildi. Tam tersine havada, Bay Barnstaple’ın keyifli ruh hâliyle birleşerek ona kendisini bekleyen güzel maceralar olduğunu hissettiren bir tazelik vardı. Umut ona çoktan geri dönmüştü. Hayatında bazı şeylerin değişmekte olduğunu biliyordu ama bu değişimin ne kadar büyük olacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Şimdilik küçük bir motelde mola verip öğle yemeği yemek bile onun için yeterli bir macera olacaktı; eğer kendini yalnız hissederse yolda durup bir otostopçuyu alabilir ve onunla sohbet edebilirdi. Sydenham’ı ve Liberal’i arkasında bıraktığı sürece hangi yönde ilerlediğinin bir önemi yoktu; kendisine eşlik edecek birini bulmak zor olmayacaktı.
Slough’ın biraz dışında, devasa, gri bir tur aracı onu şaşırtıp bir an arabanın yönünü saptırmasına neden olarak yanından hızla geçip gitti. Hiçbir ses çıkarmadan yanına kadar gelmişti, üstelik hız göstergesine göre saatte yirmi yedi mil süratle gidiyordu; buna rağmen araba onu bir anda geçip gitti. Gördüğü kadarıyla içinde üç adam ve bir kadın vardı. Hepsi de dimdik oturmuştu ve sanki peşlerinden gelen bir şey