Kayıp Zamanın İzinde Guermantes Tarafı 3. Kitap. Марсель ПрустЧитать онлайн книгу.
kapatır kapatmaz, -aksi takdirde annemin ‘ağzına gelecek her türlü hakareti’ işitmek zorunda kalırdı- Françoise homurdanarak ve iç çekerek mutfak masasını toplamaya koyuldu.
“La Chaise Sokağı’nda kalan bazı Guermantes’lar var.” diye başladı söze babamın uşağı; “Onlarla birlikte kalan bir arkadaşım vardı; faytoncu yamağı olarak çalışıyordu. Bir tanıdığım da, yani tanıdığım dediysem benim değil arkadaşımın kayınbiraderi, Guermantes Baronu’nun saray uşağıyla birlikte askerlik yapmış. Aman sanki babamın oğlu!” diye ekledi uşak; dönemin revaçta şarkılarını söylercesine konuşmalarının sonuna popüler nükteleri de eklemeyi ihmal etmiyordu.
Yaşlı bir kadının yorgun ve hatta Combray dışındaki her şeyi buğulu gören gözleriyle Françoise, kelimelerin altında yatan nükteyi anlamasa da bunun nükteli bir şey olması gerektiğini fark etmişti çünkü konuşmanın gidişatıyla hiçbir bağlantısı yoktu ve şakacı bir insan olduğunu üstüne basa basa söylenmişti. Bu nedenle, “Victor işte, hep böyledir!” derken iyimser ama bir o kadar da şaşkın bir edayla gülümsedi. Bu tür espriler duymanın, -uzaktan olsa bile- toplumun her kesiminde, hatırı sayılır toplumsal zevkleri anımsattığını bildiği için aslında mutluydu; insanlar ellerinden gelenin en iyisini yapmak için acele eder, gerekirse bu yolda hastalanmayı bile göze alır. Ayrıca Françoise, uşağın çok iyi bir dost olabileceğine yürekten inanıyordu; çünkü uşak, Cumhuriyet’in ruhban sınıfına karşı uygulamak üzere olduğu dehşet verici tedbirleri kendisine öfkeli bir şekilde iletmekten asla vazgeçmezdi. Françoise, en acımasız düşmanlarımızın aslında bizle çelişen, bizi ikna etmeye çalışanların değil, bizi mutsuz edebilecek haberleri üreten ve abartanların olduğunu henüz öğrenememişti; bu haberlerde sıkıntımızı dindirebilecek herhangi bir mazeret belirtmemeye özen gösterirler ve muhtemelen bizi, yaptıkları işkenceyi tamamlamak için hem korkunç hem de muzaffer olduklarını göstermemeye çabaladıkları partilere az da olsa saygı duymaya zorlarlar.
“Düşes’in bunların hepsiyle bir bağlantısı vardır mutlaka.” dedi Françoise, bir parçaya andante tonunda girercesine konuşmayı yeniden La Chaise Sokağı’ndaki Guermantes’lılara getirdi. “Kimin söylediğini tam olarak hatırlamıyorum fakat şunlardan biri Dük’ün kuzeniyle evlenmiş. Bir şekilde akraba olmuşlar sonuçta. Ne kadar da harika bir aile şu Guermantes’lılar!” derken bir yandan ailenin ne kadar köklü olduğuna bir yandan da ne kadar görkemli bağlılıkları olduğuna saygıyla değinmiş oldu; tıpkı Pascal’ın,5 dinin doğruluğunu Akıl ve Kutsal Yazılara dayandırması gibi. Çünkü bu iki ifadeyi açıklamak için tek kelime kullanan ve o kelimeyi de “büyük”ten yana kullanan Françoise’ın gözünde bunlar yalnızca tek bir düşünceyi oluşturuyordu; zihninin girintilerindeki karanlığa ışık tutarak parçalanmış taş misali kusurlarını ortaya çıkartan türden bir kelime haznesine sahipti. “Merak ediyorum da Combray’den sadece birkaç mil uzaklıktaki Guermantes Kalesi’nin sahipleri bunlar olabilirler miydi? O hâlde bunlar Cezayir’deki kuzenleriyle de akrabadırlar.” Annemle ben uzun bir süre Cezayir’deki bu kuzenin kim olabileceğini düşünüp durduk; ta ki sonunda Françoise’ın Cezayir6 diyerek kastettiği şeyin aslında Angers7 kasabası olduğunu öğrenene kadar. Bazen uzaktaki şeyler yakında olanlardan daha tanıdık gelebilir bize. “Cezayir” adını yılbaşı zamanlarında hediye gelen tatsız hurmalardan bilen Françoise, daha öncesinde Angers’yi hiç duymamıştı. Onun lisanı da tıpkı Fransızca gibi hatalarla doluydu, özellikle yer adlarında. “Bu konuyu kâhyayla konuşmak isterim. Ne diyorlardı ona?” dedi. Muntazam yoldan soru soruyormuşçasına sözünü yarıda keserek, kendi cevabıyla da devam etti: “Ah, tamam, o Antoine idi!” Sanki bir unvanmış gibiydi Antoine. “Bana doğrusunu söyleyebilecek tek kişi oydu fakat o da tam bir çelebidir ama bir o kadar da bilgiçtir; görseniz sanki konuşmayı bilmediğini ya da dilini kesip attığını düşünürdünüz. Onunla konuşurken cevap bile vermiyor.” diye ekledi, tıpkı Mme. de Sévigné gibi “cevap” diyen Françoise. “Fakat.” diye konuşmasına devam etti asılsızca, “Tenceremde neyin kaynadığını bildiğim sürece başkalarının tabağına göz dikmem. Katolik olsun ya da olmasın. Zaten hiç cesur bir adam değil! (Bu eleştiri, Françoise’ın Combray’de yaşadığı günlerde sahip olduğu, fiziksel cesaretin erkekleri hayvanların seviyesine düşürdüğü hakkındaki fikrini değiştirebilirdi. Fakat öyle olmadı. Cesur sadece çok çalışan anlamına geliyordu.)”
“Bir saksağan kadar hırsız olduğunu da söylüyorlar fakat her söylenene inanmamak gerek. Kiracılar yüzünden hizmetçiler uzun süre orada kalamıyor, kapıcılar kıskanıyor ve Düşes’i onlara karşı dolduruyorlar. Amma velakin Antoine tam bir düzenbazdır, Antoinesse ise ondan da beterdir.” diyerek uşağın karısının tanımlayacak bir sıfat bulamadığından isminin sonuna eklediği kadınsı bir ekle bitirdi cümlesini Françoise; bu kelime yapısını bilinçsizce hafızasına yerleşmiş olan chaoine8 ve chanoinesse9 örneklerinden aldığı aşikârdı. Gerçi haksız da sayılmazdı. Hâlâ Notre-Dame yakınlarında Chanoinesse Sokağı adında bir sokak var; doğruyu söylemek gerekirse Françoise, bu ismi (Chaoinelardan başka kimse ikamet etmediği için) veren Fransızlar kadar çağdaştı. Buna ek olarak, aklına gelen bir başka kadınsı kelimeyi de söylemeyi ihmal etmedi: “Hiç şüphe yok Guermantes Kalesi, Düşes’e ait. Bu durumda oranın “mairesse”i10 de odur. Bu da bir şey.”
“Elbette bir şey.” diye bir hışımla söze daldı ironiyi anlamayan uşak.
“Sence bu bir şey midir, evladım? Onlar gibi insanlar için, belediye başkanı kadın olmuş erkek olmuş hiçbir önemi yoktur. Ah, Guermantes Kalesi benim olsaydı, beni bir daha Paris’e adım atarken göremezdiniz. Monsieur-Madame olarak soylarını devam ettirecek olan bir ailenin özgür kaldıklarında ve kimse engel olmadığında Combray’ye kaçmak yerine bu sefil kasabada kalmaları akıl kârı değil. Ne zamana kadar emekliliklerini erteleyecekler? Zaten istedikleri her şeye sahipler. Ölünceye kadar mı? Ah, yiyecek bir kuru ekmeğim, kışın beni ısıtmaya yetecek kadar çalı çırpım olsaydı, Combray’ye, kardeşimin yanına dönerdim. En azından orada yaşadığınızı hissedersiniz; dört tarafınız evlerle de çevrili değildir, gece vakti tek bir çıt çıkmaz, birkaç mil ötedeki kurbağaların şarkı söylercesine çıkardığı sesler dışında.”
“Kulağa çok güzel geliyor!” diye coşkuyla haykırdı genç uşak, gondolun Venedik’e özgü olması gibi bu son özellik de sanki Combray’ye özgüydü. Babamın hizmetkârından çok daha sonra eve katılan genç uşak, kendisi hakkında konuşmak yerine Françoise’ın ilgisini çekebilecek konular hakkında konuşurdu. Sırf aşçı muamelesi gördüğü zaman tiksintiyle yüzünü kırıştıran Françoise, kendisinden ‘kâhya’ olarak bahseden genç uşağa, kraliyet ailesine üye olmayan prenslerin, kendilerine ‘ekselansları’ diye seslenen iyi niyetli insanlara karşı duyduğu türden bir şefkat besliyordu.
“En azından insan orada neyle uğraştığını, yılın hangi zamanında olduğunu bilir. Burada Paskalya’da, Noel’de çiçek açan düğün çiçeklerine rast gelemezsiniz; ihtiyarlamış bedenimi yataktan çıkarırken tek bir dua çanı bile duymuyorum. Orada sürekli duyabilirsiniz; ufak tefektir fakat içinden: ‘Kardeşim şimdi tarladan dönmek üzeredir.’ deyip gün batımını izleyebilirsiniz, lambaları yakmadan önce o sırada toprağın bereketi kutlarcasına çalmakta olan çanlarını dinleyecek vaktiniz olur. Fakat burada bir gündüz oluyor bir gece ve sonra yatağa gidiyorsunuz dilsiz hayvanlardan hiçbir farkımız kalmıyor.”
5
Fizik, felsefe, teoloji ve matematik gibi pek çok alanda uzmanlığı bulunan ünlü düşünür, Blaise Pascal. (ç.n.)
6
Cezayir’in Fransızcası: Algerie ve okunuşu: Aljei şeklinde. (ç.n.)
7
Fransa’daki bir şehir olan Angers ve okunuşu Anje şeklinde. (ç.n.)
8
Chanoine: Fransızcada dinî bir kuruluşa bağlı rahip kelimesinin erkek hâli. (ç.n.)
9
Chanoisse: Chanoine’nın kadın hâli. (ç.n.)
10
Maire: Erkek belediye başkanı. Mairesse: Kadın belediye başkanı ya da belediye başkanının karısı. (ç.n.)