Odise. ГомерЧитать онлайн книгу.
tanrılar beni Mısır’da alıkoydu, zira benim adaklarım onları tatmin etmemişti ve tanrılar haklarını almak konusunda çok katıdırlar. Mısır’a yakın, bir geminin arkasında sert bir rüzgârla bir günde gidebileceği uzaklıkta Pharos diye bir ada vardır. Güzel bir limanı vardır, sularını aldıktan sonra gemilerin açık denize açıldığı. İşte burada tanrılar alıkoydu beni yirmi gün, ilerlemem için güzel esen rüzgâr vermeden. Erzaklarımız tükeniyordu ve adamlarım açlıktan ölüyordu, eğer ki bir tanrıça bana acımasaydı, denizlerin ihtiyarı Proteus’un kızı Eidothoe kurtardı beni, zira çok beğenmişti beni.
Tek başımayken yanıma geldi bir gün, ki çoğu zaman öyleydim, zira adamlar çengelli oltalarıyla adanın etrafında dolanıp bir iki balık yakalamayı umuyorlardı açlığın verdiği acıyı bastırmak için. ‘Yabancı!’ dedi. ‘Belli ki böyle açlıktan kıvranmayı seviyorsun, ne olursa olsun sana fazla dokunmuyor, zira günler geçiyor hâlâ buradasın, kurtulmaya bile çalışmıyorsun, adamların öldüğü hâlde ağır ağır.’
‘Sana anlatayım!’ dedim ben de. “Hangi tanrıça olduğunu bilmiyorum, ben kendi isteğimle durmuyorum burada, gökte yaşayan tanrıları gücendirmiş olmalıyım. O zaman söyle bana, zira tanrılar her şeyi bilir, hangi ölümsüz beni böyle engeller ve söyle bana evime varmak için nasıl denize açılabilirim?’
‘Yabancı.’ diye karşılık verdi o da. ‘Sana her şeyi anlatacağım bir bir. Yaşlı bir ölümsüz vardır denizin altında yaşayan buralarda ve adı Proteus’tur. Mısırlıdır ve insanlar babam olduğunu söyler. Poseidon’un has adamıdır ve denizin altındaki her santim toprağı bilir. Onu yakalayıp sıkıca tutabilirsen sana yolu söyleyecektir, hangi rotaları izleyeceğini ve evine ulaşmak için denizde nasıl gitmen gerektiğini. Eğer istersen evinde olan biteni de söyler, iyi veya kötü, sen uzaklarda uzun ve tehlikeli yolculuğundayken.’
‘Bana gösterebilir misin onu şüphelendirmeden ve kendimi fark ettirmeden bu yaşlı tanrıyı yakalamak için nasıl bir pusu kurulacağını?’ dedim. ‘Zira bir tanrı çok kolay yakalanmaz, hele de bir ölümlü tarafından.’
‘Yabancı!’ dedi. ‘Sana anlatacağım her şeyi bir bir. Güneş göğün ortasına ulaştığı zaman, denizin yaşlı adamı dalgaların altından çıkar, başının üstünü kaplayan batı rüzgârıyla selamlanarak. Dışarı çıkınca uzanır yatar ve uykuya dalar büyük kıyı ini içinde, burada foklar da dışarı çıkar kurşuni denizden ve çevresinde sürüyle yatarlar, Halosydne’nin tavukları derler onlara ve beraberlerinde çok güçlü bir balık kokusu taşırlar. Yarın sabah erkenden, buraya götüreceğim seni ve pusuya yatıracağım. Bu yüzden gemindeki en iyi üç adamı seç, ben sana ihtiyarın oynayacağı bütün oyunları anlatacağım.
Önce bütün foklarına bakacak ve onları sayacak, sonra onları görüp hesap yaptıktan sonra, aralarında uykuya dalacak, koyunları arasındaki çoban gibi. Uykuda olduğunu gördüğün an yakala onu, bütün gücünü göster ve onu sıkıca tut, zira senden kaçmak için elinden geleni yapacaktır. Kendini yeryüzünde bulunan her türlü canlıya çevirecektir, hem ateş hem de su olacaktır. Ancak sıkıca tut onu, daha da kavra sıkı sıkı, ta ki seninle konuşuncaya ve uykuya dalarken olduğu hâline dönünceye kadar. O zaman gevşetip bırakabilirsin, ona hangi tanrıların sana öfkeli olduğunu sorabilirsin ve eve dönmek için denizde ne yapman gerektiğini de.’
Böyle söyleyip dalgaların altına daldı, ben de kıyıda sıralanan gemilerimin olduğu yere döndüm ve giderken yüreğim düşüncelerle kararmıştı. Gemime varınca akşam yemeğini hazırladık, zira gece çöküyordu ve kıyıda yatıp uyuduk.
Sabahın çocuğu, gül parmaklı Şafak sökünce yiğitliğine çok güvendiğim üç adamı aldım yanıma ve deniz boyunca gittim, Tanrı’ya tüm kalbimle yalvararak. Bu sırada tanrıça denizin altından dört tane fok derisi getirdi, hepsi yeni yüzülmüştü, zira kendisi hazırlıyordu oyunu babasına. Sonra bizim için dört tane çukur kazdı, dışarı çıkana dek yatıp beklememiz için. Ona yaklaşınca çukurlarda yatırdı bizi yan yana ve her birimizin üzerine fok derisi örttü. Tuzağın en dayanılmaz anıydı bu, zira foklardan gelen balık kokusu çok felaketti; kim bir deniz canavarıyla beraber yatmak ister? Burada da tanrıça yardım etti bize ve bizi rahatlatacak bir şeyler düşündü, herkesin burun deliklerine tanrısal merhem koydu, öyle tatlı kokuyordu ki bu, fokların kokusunu bastırdı.
Bütün sabah bekledik ve elimizden gelen sabrı gösterdik, yüzlerce fokun güneşlenmek için denizden çıkmasını izledik, öğle vakti denizin ihtiyarı da çıktı geldi ve besili foklarını görünce bakıp saydı onları. Biz ilk sayılanlar arasındaydık, hiçbir hileden şüphelenmedi ve saymayı bitirince yatıp uykuya daldı. Sonra bağıra çağıra üzerine saldırdık ve onu yakaladık, bunun üzerine hemen bildiği düzenleri göstermeye başladı ve önce kendini kocaman yelesiyle bir aslan hâline getirdi, sonra birdenbire bir ejderha, leopar, yaban domuzu oldu, hemen arkasından su olup aktı ve sonra da bir ağaç oldu dimdik; ama biz ona yapıştık ve hiç bırakmadık, en sonunda kurnaz ihtiyar tükendi ve şöyle dedi: ‘Atreusoğlu, hangi tanrı seninle bu düzeni kurdu, beni tuzağa düşürüp isteğim dışında alıkoymak için? Ne istiyorsun?’
‘Sen bunu biliyorsun ihtiyar.’ diye cevap verdim. ‘Beni vazgeçirmeye çalışarak bir şey kazanamazsın. Bunun nedeni şu ki çok uzun zaman bu adada kaldım ve kaçmak için hiçbir işaret göremedim. Cesaretim kırılıyor. Haydi söyle bana, zira tanrılar her şeyi bilir, hangi ölümsüz beni alıkoyuyor? Bana evime ulaşmak için denizde nasıl gideceğimi de söyle.’
‘O zaman, yolculuğunu bitirip eve ulaşmak için hızlıca, Zeus ve diğer tanrılara adaklar sunman gerekiyordu yola çıkmadan önce.’ dedi. ‘Zira arkadaşlarına ve evine dönemeyeceğin karara bağlanmış, ta ki Mısır’ın gökten beslenen nehrine gidip göklerde hüküm süren ölümsüz tanrılara kutsal kurbanlar sunana dek. Bunu yaptığın zaman yolculuğunu bitirmene izin verecekler.’
Yüreğim parça parça olmuştu, Mısır’a o uzun ve korkunç yolculuğu yaparak tekrar geri gitmem gerektiğini duyunca. Buna rağmen, şöyle cevap verdim: ‘Yapacağım ihtiyar, bana buyurduğun şeyleri ama şimdi söyle bana ve doğruyu söyle, Truva’dan yola çıktığımızda Nestor ve benim geride bıraktığımız tüm Akhalar eve sağ salim vardılar mı yoksa herhangi birinin sonu kötü oldu mu kendi gemisinde veya savaş bitince arkadaşları arasında?’
‘Atreusoğlu!’ diye cevap verdi. ‘Niye bana sorarsın? Sana söyleyeceklerimi bilmesen daha iyi, zira hikâyemi duyduğunda gözlerin dolacak. Sorduklarından pek çoğu ölüp gitti ama birçoğu hâlâ duruyor ve Akhalardan sadece iki önder eve dönüş sırasında öldü. Savaş alanında ne olduğuna gelince; sen kendin de oradaydın. Üçüncü Akhalı önder hâlâ denizde, sağ ama dönüşü engellendi. Aias’ın gemileri paramparça oldu, zira Poseidon onu Gyrai’nin büyük kayalıklarına sürdü ama denizden sağ çıkmasına izin verdi. Athena’nın tüm nefretine rağmen ölümden kaçabilirdi, eğer övünerek kendini mahvetmeseydi. Tanrılar denediler ama yine de beni boğamadılar deyince ve Poseidon bu büyük lafı duyunca üç dişli mızrağını güçlü elleriyle kavradı ve Gyrai kayalıklarını iki parçaya ayırdı. Tabanı kaldı olduğu yerde kayanın ama Aias’ın oturduğu kısmı denize yuvarlandı gümbür gümbür ve Aias’ı da beraberinde sürükledi. Böylece tuzlu suları yutup boğuldu Aias.
Senin kardeşin ve gemileri kurtuldu, zira Hera onu korudu ama sarp Malea Burnu’na ulaşmak üzereyken büyük bir fırtınaya yakalandı. Sürükledi onu denizde hiç istemediği hâlde ve eskiden Thyestes’in yaşadığı burna taşıdı ama Aigisthos yaşıyordu artık orada. Fakat çok geçmeden, sağ salim eve dönüş zamanı geldi en sonunda, eski yelkenine rüzgârla arka çıktı tanrılar ve böylece eve vardılar. Agamemnon öptü yurdunun toprağını