Sefiller II. Cilt. Виктор Мари ГюгоЧитать онлайн книгу.
etmek istermiş gibi: “Sakin ol, benim küçük dostum.” dedi. “Kendine zarar verme kıymetlim. Bütün o insanlara yazarak iyi iş çıkarıyorsun, kocam!”
Sefalet içinde yaşayan insanlar üşüdüklerinde birbirlerine sokulurlardı ancak yürekleri birbirlerinden çok uzaklaşırdı. Anlaşıldığı kadarıyla yıllar önce bu iri yarı kadın, bu zayıf adamı çok sevmişti. Ama kendilerini kuşatan o korkunç sefalete beraber dayanmak, onları birbirlerinden uzaklaştırmıştı işte. Onca sefaletin ve acının ardından kadında kocasına karşı sadece yılgın bir soğukluk kalmıştı, ona güzel sözler sarf ederken bile bunları sadece alışkanlıktan söylüyordu. İfade ettiği kelimeler ise sadece “sevgilim, küçük dostum, iyi yürekli adamım” gibi sözlerdi. Bunları ise sadece dudakları sarf ediyordu ama yüreği bir zamanlar sevmiş olduğu bu adama karşı çoktan lal olmuştu. Adam yazı yazmaya devam etti.
VII
Strateji ve Taktikler
Marius, göğsünde bir yük ile gözlemevinden aşağı inmek üzereyken bir ses dikkatini çekerek görev yerinde kalmasına neden oldu. Tavan arasının kapısı aniden açıldı. En büyük kız eşikte göründü. Ayaklarında ayak bileklerine bile sıçrayan kırmızı çamura bulanmış, büyük, kaba erkek ayakkabıları vardı ve yırtık pırtık, asılı eski bir mantoya sarılıydı. Marius onu bir saat önce üzerinde görmemişti ama muhtemelen kendisini daha fazla acındırmak için onu kapısına bırakmış ve ortaya çıkar çıkmaz tekrar almıştı. İçeri girdi, kapıyı arkasına itti, nefes almak için durakladı. Çünkü tamamen nefes nefeseydi, sonra bir zafer ve sevinç ifadesiyle haykırdı:
“O geliyor!”
Baba gözlerini ona çevirdi, kadın başını çevirdi, küçük kız kardeş yine kıpırdamadı bile.
“Kim?” diye sordu babası.
“Mösyö!”
“Hayırsever mi?”
“Evet.”
“Saint-Jacques Kilisesi’nden mi?”
“Evet.”
“O yaşlı adam mı?”
“Evet.”
“Ve o gerçekten geliyor mu?”
“Hemen arkamdan gelecek.”
“Emin misin?”
“Eminim.”
“O, gerçekten geliyor mu?”
“Bir arabayla geliyor.”
“Bir arabayla mı?”
Baba ayağa kalktı.
“Nasıl, gerçekten emin misin? Eğer o bir arabayla geliyorsa sen nasıl oluyor da ondan önce buraya vardın? Ona adresimizi verdin mi? Koridorun sonunda, sağdaki son kapı olduğunu ona söyledin mi? Sadece hata olmasın istiyorum! Yani onu kilisede mi buldun? Mektubumu okudu mu? Sana ne söyledi?”
“Ta, ta, ta!..” dedi kız. “Nasıl da dörtnala gidiyorsun dostum! Buraya bakın: Kiliseye girdim, her zamanki yerindeydi, ona selam verdim ve mektubu uzattım. Okudu ve bana, ‘Nerede yaşıyorsun çocuğum?’ dedi. ‘Mösyö, size göstereceğim.’ dedim. ‘Hayır, bana adresini ver, kızımın yapması gereken bazı işler var, ben bir arabaya atlayıp seninle aynı anda evine ulaşacağım.’ dedi. Ona adresi verdim. Evden bahsettiğimde şaşırmış göründü ve bir an tereddüt etti, sonra dedi ki: ‘Her neyse, geleceğim.’ Ayin bittiğinde kızıyla birlikte kiliseden çıkışını izledim ve bir arabaya bindiklerini gördüm. Ona kesinlikle koridordaki son kapı olduğunu söyledim, sağdaki diye belirttim.”
“Peki geleceğini sana düşündüren ne?”
“Az önce arabanın Petit-Banquier Sokağı’na döndüğünü gördüm. Beni böyle koşturan da buydu.”
“Aynı araba olduğunu nereden biliyorsun?”
“Çünkü numarayı fark ettim, yani ezberledim!”
“Numara neydi?”
“440.”
“İyi, sen akıllı bir kızsın.”
Kız, babasına cesurca baktı ve ayağındaki ayakkabıları gösterdi:
“Akıllı bir kızım elbette ama bu ayakkabıları bir daha giymem. Önce sağlığım için sonra da temizlik için giymem, haberin olsun. Her zaman ‘Ghi, ghi, ghi!..’ diye gıcırdayan ayakkabılardan daha rahatsız edici bir şey bilmiyorum. Çıplak ayakla gitmeyi tercih ederim.”
“Haklısın.” dedi babası, genç kızın kabalığına tezat oluşturan tatlı bir ses tonuyla. “Fakat o zaman kiliselere girmene izin verilmeyecek çünkü fakirlerin bunun için ayakkabısı olması gerekiyor. Yüce Tanrı’nın huzuruna yalın ayak gidemezsin.” diye ekledi acı acı. Sonra, onu içine çeken konuya dönerek:
“Yani geleceğinden emin misin?”
“Arkamdan çıkmışlardı.” dedi kız.
Adam başladı. Yüzünde bir çeşit aydınlanma belirdi.
“Kadın! Duydun mu!” diye haykırdı. “İşte hayırsever geliyor. Ateşi söndür.”
Şaşkın anne kıpırdayamadı bile. Baba, bir akrobat çevikliğiyle bacanın üzerinde duran kırık burunlu bir testiyi kaptı ve suyu ateşin üzerine fırlattı. Sonra en büyük kızına seslenerek:
“İşte! O sandalyenin hasırını sök!”
Kızı ne demek istediğini anlamadı.
Sandalyeyi kavradı ve bir tekmede oturağının kırılmasını sağladı, bacağı resmen içinden geçmişti. Bacağını geri çekerken kızına sordu:
“Soğuk mu?”
“Çok soğuk. Kar yağıyor.”
Baba, pencerenin yanındaki yatakta oturan genç kıza döndü ve gürleyen bir sesle ona bağırdı:
“Çabuk! Kalk o yataktan seni tembel şey! Hiçbir şey yapmayacak mısın? Bir camı kır!”
Küçük kız titreyerek yataktan fırladı. “Camı kır!” diye tekrarladı adam. Çocuk şaşkınlıkla kalakaldı.
“Beni duyuyor musun?” diye bağırdı babası tekrar. “Sana bir camı kırmanı söylüyorum!”
Çocuk, korku dolu bir itaatle parmak uçlarında yükseldi ve yumruğuyla cama vurdu. Cam kırıldı ve büyük bir gürültüyle yere düştü. “Bu iyi oldu.” dedi evin babası.
Ciddi anlamda düşüncelere dalarak etrafı kolaçan etti, bakışları tavan arasının tüm çatlaklarını hızla taradı. O anda savaşın başlamak üzere olduğu vakitte son hazırlığı yapan bir general gibi göründüğü söylenebilirdi. O ana kadar tek kelime etmemiş olan anne şimdi ayağa kalktı ve donuk, yavaş, durgun bir sesle sordu; sözlerinin sanki donmuş bir hâlde ortaya çıktığı görülüyordu: “Ne yapmak istiyorsun canım?”
“Yatağa gir.” diye yanıtladı adam. Tonlaması hiçbir itirazı kabul etmiyordu. Anne itaat etti ve kendisini ağır bir şekilde şiltelerden birinin üzerine attı. Bu sırada bir köşeden bir hıçkırık sesi işitildi.
“Bu da ne?” diye haykırdı baba.
Küçük kız, sindiği köşeyi terk etmeden kanayan yumruğunu gösterdi. Camı kırarken kendisini yaralamıştı, annesinin şiltesinin yanına gitti ve sessizce ağlamaya devam etti. Şimdi ağlamaya başlama ve haykırma sırası annedeydi:
“Şuraya bir bak! Ne aptallıklar yaptırıyorsun böyle! Senin yüzünden camı kırarak kendisini kesti!”
“Çok