Ndura. Ormanın Oğlu. Javier Salazar CalleЧитать онлайн книгу.
bir yerlerde su aktığını duyar gibi olmuştum. Çırılçıplak, hiçbir şeyi umursamadan, titreyerek ve tüm bedenim kaşınarak elimde sopa sırtımda çanta suyu aramaya koyuldum. Ardımda sayısız ezilmiş karınca bırakmıştım, hayatta kalanlarsa o bilindik çılgın danslarını yaparak oradan oraya koşuşturuyordu.
Kulağım cidden beni yanıltmamıştı. Aşağı yukarı beş metre genişliğinde bir dere gözümün önünde ormanın ortasından akıp gidiyordu. İlk önce ayakkabılarımı çıkarıp kendimi suya atmak istedim ama sonra sülüklerle ilgili bir şeyler hatırlayınca dikkatimin bir anlığına da olsa umutsuzluğumun önüne geçmesine izin vererek dere kenarından suyu dikkatle inceledim. Sülüklerin vücuduma yapışıp kalarak kanımı emmesi düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyordu. Suya elimle dokunduğumda soğuk olsa da içine girip biraz durmamı engelleyecek kadar soğuk olmadığını fark ettim. Suda birkaç değerli küçük renkli balık dışında hiçbir şey görmedim. Kimileri diğerlerinden daha renkliydi ve yenemeyecek kadar küçük, öldürülemeyecek kadar da güzellerdi. Vücutları uzun ve düzdü, kuyrukları üç kısımdan oluşuyordu ve ortadaki kısım kuş tüyüne benziyordu, gözleri başlarıyla orantılı biçimde büyüktü ve vücutları alacalı mavi renkteydi fakat güneş ışığı vurduğunda pullarında maviden menekşeye kadar inanılmaz çeşitlilikte renk mat bir ışıkla parlıyordu10. Gözüm pirana ve timsah gibi başka hayvanları da aradı ama hiçbir şey göremedim. Ben de biraz su içtikten sonra suya girmeye karar verdim.
Önce elimdeki sopayla zeminin sağlam olup olmadığını kontrol edip suyun içine doğru biraz ilerledim. Ayakkabılarımı çıkarmadım çünkü bir böcek ısırır ya da ayağıma bir şey batar diye korkuyordum. Suyla havanın sıcaklık farkından dolayı suyla ilk temasımda soğuktan ürpersem de hemen alıştım. Uzun vücutları ve kararlı manevralarıyla canlı renklere sahip birkaç yusufçuk etrafımda uçuşuyordu. Etrafta oradan oraya uçuşan ya da sanki bir buz pistindeymiş gibi suyun üzerinde hızla seğirten bir sürü böcek de vardı.
Su dizlerime gelene kadar ilerlediğimde durup tüm vücudumu ellerimle ıslattım. Suyun sayısız karınca ısırığı ve şişmiş dizimdeki çiziklerin üzerindeki ferahlatıcı etkisi tarif edilmez bir rahatlama hissi yaratmıştı. Suyun içinde olup her şeyi unutarak her saniyeden haz almak bende derin bir rahatlamaya sebep olmuştu. Gözlerimi kapatıp nefesimi tutabildiğim kadar tutarak kafamı suya soktum, her yerimi saran serinleme hissiyle tenimi nazikçe okşadım. Kısa bir anlığına da olsa tüm sorunlar, kafamı meşgul eden her şey kaybolmuştu. Susuzluğumun tamamen dindiğini hissedinceye kadar da kana kana su içtim. Ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaya kararlı bir şekilde sudan çıktığımda moralim yerine gelmiş, zihnim de savaşa hazırdı.
Yakınlardaki bir ağaçtan bir gürültü gelince hemen çalıların arasına saklandım. Bulmuşlardı işte beni, hem de çırılçıplak ve savunmasız. Şimdi beni öldürecekler, acımasızca katledecekler, vahşi bir hayvan gibi kurban edeceklerdi. Ölmek istemiyordum, acaba onları yanlış yöne çekebilir miydim? Biraz huzuru hak etmemiş miydim? Karıncalardan yeterince çekmemiş miydim? Juan’ın isyancılar tarafından kurşunlarla delik deşik edilişi film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başlamıştı. Kazadan sonra alnından kanlar akan Alex’in koltuktaki cansız bedeni bana bir kez daha ıstırap veriyordu. Kendimi isyancıların kurşunlarıyla açılan yaralardan kanlar akarak koca bir ağacın dibinde yatarken hayal ettim. Ben acılar içinde kıvranırken isyancılar da bana gülüyordu. Ah o acı… Ağaçları gözlerimle tarayıp sonunda sesin kaynağını buldum: kuyruğu kendisi kadar uzun, yüzü maviye çalar bir renkte, yaklaşık yarım metre boyunda bir maymun. Kafasının her iki yanında gözüyle kulağı arasından bir tutam koyu renkli kıl fışkırıyordu, gözlerinin üzerinde de eğik bir açıyla çıkan beyaz tutam tutam kıl vardı, beyaz renkteki boğazı, göğsü ve karnı dışında vücudunun büyük bölümü sarımsı kahverengiydi11. Belki de kaderimde o gün ölmek yoktu. Yavaş yavaş, daldan dala atlayıp ciyak ciyak bağıran başka maymunlar da belirdi ve toplam beş tane oldular. Herhalde oyun falan oynuyorlardı çünkü bir dalın üzerine tüneyip çığlıklar atarak büyük bir enerjiyle dalı sallamaya başladılar. Belki de çiftleşme dönemindeydiler, hiçbir fikrim yoktu, ama çok büyük bir gösteri sergiliyorlardı. Kalp atışlarım yavaş yavaş normale döndü. En son içlerinden bir tanesinin yerden bir şey alıp yediğini gördüm, yediği şey benim durduğum yerden çıyana benziyordu.
Nehrin karşı kıyısında onlara benzer ama renkleri farklı bir maymun daha gördüm. Bunun yüzü siyah, favorileri beyazdı ve göğsüne ve kollarının bir kısmına yayılmış bir sakalı vardı. Rengi daha siyahtı ve sırtında kızılımsı turuncu renkte üçgen bir iz vardı. Gördüğüm öteki maymunlardan daha büyük ve görece daha dinç ve kuvvetliydi12. Eliyle nehirden biraz su alıp içti ve sonra gözden kayboldu. Bir süre diğerlerinin oynayıp zıplamalarını seyrettim, tanık olacağımı asla tahmin etmeyeceğim eşsiz bir andı bu. Bir kez daha iki ölü arkadaşımı ve bunu görmenin ne kadar hoşlarına gideceğini anımsadım, özellikle de her şeye dair bitmek bilmez bir merakı olan şen şakrak Alex’i. Şimdi böyle şeyleri kimle konuşup kimle paylaşacaktım? Bunları benimle yaşamamış kimse anlayamazdı. Ama hayır! Şimdi bunları düşünmenin sırası değildi, ilerlememe bir faydası olmazdı bunun. O an ihtiyacım olan şey hayatta kalabilmek için toplayabildiğim kadar enerji toplamaktı. Hedefim bu lanet olası ormandan çıkmak, bu yeşil cehennemden kaçmak olmalıydı.
Spor ayakkabılarımı çıkarıp sularını sıktım ve kurumaları için dalların ucuna astım. Sonra şişeyi alıp su doldurmak için küçük bir akıntı aramaya koyuldum çünkü sanki bir yerlerde suyun durgun olduğu yerlerden su doldurmanın kötü bir fikir olduğunu çünkü oralarda suyun kirli olması ya da içinde böcek bulunması ihtimalinin daha fazla olduğunu okumuştum. Neyse ki su içmeden önce bunu hatırlamıştım. Öncekine göre biraz azalma olsa da hâlâ her yerim kaşınıyordu. Bacağımın üst kısmında bir sızı hissettim ve morardı mı acaba diye şöyle bir bakarken bir sülüğün yapışmış kanımı emmekte olduğunu gördüm. Bildiğimiz sülüklere göre belki biraz daha ince bir türdü. Önce korksam da sonradan sakinleşip bir çözüm düşünmeye çalıştım. Yanlış hatırlamıyorsam sülükleri tuzla ya da yakarak çıkarabilirdiniz. Çakmağımı çıkardım, küçülüp büzüşene kadar sülüğü yaktım ve tam o an bıçağımla çekip çıkardım. Yapıştığı yerde kenarından bir damla kan sızan bir kızarıklık bıraktı. Çakmakla bıçağın ucunu ısıttım ve dikkatlice yarayı dağladım. Sülüklerin açtıkları yarayı enfekte edip etmedikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu ama risk almak istemedim. O kadar acıdı ki avazım çıktığı kadar bağırmamak için çok büyük çaba sarf ettim. Belki başka bir tane daha vardır diye vücudumun geri kalanını da kontrol ettim ama hiçbir şey bulamadım. Artık bacağımda bıçağın ucu şeklinde yanık bir dövmem olmuştu. Yaram devasa şekilde su toplayacaktı. Belki de böyle pervasız bir şey yapmamalıydım.
Tüm bedenimi bir uyuşukluk sarınca sabahı dinlenerek geçirmeye karar verdim. O kadar duyguyu art arda yaşamak yorucu gelmişti, bitkin düşmüştüm ve bedenim kurşun gibi ağırlaşmıştı. Gölgelik bir yer bakındım ve tamamen kuruduğumda üzerimi giyindim. Çantada Namibya’dan almış olduğum hediye tişört vardı, nehir kıyısında dolaşan sinir bozucu binlerce böcekten korunmak için yüzüm de dâhil başımın tamamını örtmek için onu kullandım. Yere uzanmadan önce yakınlardaki bir çalıyı kontrol ettim. Daha önce de ona benzer bir sürü çalı görmüştüm, küçük mavimsi çekirdekleri olan, gösterişli, parlak kızıl meyveleri vardı13. Yenir miydi acaba? Giysilerimden silkip atamadığım, kafası karışmış bir karıncayı ezdim. Gözlerimi kapatıp kendimi mahmurluğun kollarına bırakarak uykuya daldım,