Gülen Polis. Пер ВалёЧитать онлайн книгу.
olabilir. Bir dakika, bakayım.” Geri dönmesi birkaç asır sürdü sanki.
“Hayır, Martin. Evde yok.”
Şimdi onun sesi de endişeli gelmişti.
“Nerede olabilir ki?” dedi. “Bu havada?”
“Sadece hava alıyordur. Ben de şimdi döndüm eve, o yüzden çok kalmış olamaz. Merak etme.”
“Eve dönünce seni aramasını söyleyeyim mi?”
Kadının içi rahatlamış gibiydi.
“Hayır, önemli değil. İyi uykular. Hoşça kal.”
Martin Beck ahizeyi yerine koydu. Birdenbire o kadar üşüdü ki dişleri takırdadı. Ahizeyi tekrar kaldırdı, elinde tuttu ve neler olduğunu öğrenmek için birilerini araması gerektiğini düşündü. Sonra en iyisi oraya en kısa yoldan bizzat gitmek diye karar verdi. En yakındaki taksi durağını aradı, hemen cevap aldı.
Martin Beck yirmi üç yıldır polisti. Bu süre boyunca birçok meslektaşı görev esnasında hayatını kaybetmişti. Her seferinde büyük vurgun yemişti ve zihninin bir köşesinde hep polislik mesleğinin gün geçtikçe riskli olduğu, bir sonraki sefer sıranın ona geleceği düşüncesi dururdu. Fakat mesele Kollberg olunca hisleri bir meslektaşına duyulan hislerle sınırlı değildi. Yıllar içinde çalışırken birbirlerine çok bağlanmışlardı. Birbirlerini iyi tamamlıyorlardı ve akıllarından geçenleri daha söze dökülmeden anlamayı öğrenmişlerdi. Kollberg on sekiz ay önce evlenip Skärmarbrink’e taşındığında mesafe olarak da yakınlaşmış ve boş vakitlerinde de buluşmaya başlamışlardı.
Kollberg daha kısa süre önce, nadir yaşadığı bir depresif ruh hâli anında, “Sen olmasaydın, Tanrı biliyor ya, teşkilatta kalmazdım,” demişti.
Martin Beck ıslak yağmurluğunu üstüne geçirip merdivenlerden koşarcasına inerken ve bekleyen taksiye binerken bunu düşündü.
6
Yağmura ve saat geç olmasına rağmen, Karlbergsvägen’e doğru çekilmiş kordonun etrafında bir grup insan toplanmıştı. Taksiden inen Martin Beck’e merakla baktılar. Siyah bir yağmurluk giymiş, genç bir memur üstünü aramak için bir hışımla atladı fakat başka bir polis kolunu tutup selam verdi.
Açık renk trençkotlu ve şapkalı ufak tefek bir adam Martin Beck’in önüne çıkıp şöyle dedi: “Başınız sağ olsun, Başkomiserim. Az önce öğrendim ki sizin ekipten…”
Martin Beck adama öyle bir baktı ki adam cümlesinin geri kalanını yuttu.
Martin Beck bu şapkalı adamı çok iyi tanır ve ondan hiç mi hiç hoşlanmazdı. Adam serbest gazeteciydi ve kendini cinayet muhabiri sayardı. Özel alanı cinayetlerdi ve yazıları sansasyonel, mide bulandırıcı ve çoğunlukla yalan yanlış ayrıntılarla dolu olurdu. Hatta yazılarını, sadece en kötü haftalık dergiler basardı.
Adam geri çekildi. Martin Beck bacaklarını kordonun üstünden karşı tarafa attı. Torsplan’a doğru, benzer bir kordon daha çekildiğini gördü. Kordonla ayrılmış alana siyah beyaz arabalar, parlak yağmurluklu, kimliği belli olmayan karaltılar doluşmuştu. Çift katlı kırmızı otobüsün etrafındaki zemin gevşek ve balçık gibiydi.
Otobüsün iç ışıkları ve farları yanıyordu fakat uzayan bu ışıklar sağanak yağışta pek uzağa ulaşamıyordu. Adli Tıp’tan gönderilen ambulans otobüsün arka kısmında, anteni Karlbergsvägen’e dönük hâlde duruyordu. Adli tıp uzmanının arabası da olay yerindeydi. Yıkık dikenli telin arkasında birtakım adamlar ışıldak kurmakla meşguldü. Tüm bu ayrıntılar, olağanın çok daha dışında bir olayın yaşandığını gösteriyordu.
Martin Beck sokağın diğer tarafındaki iç karartıcı apartmanlara şöyle bir baktı. Işığı yanan pencerelerin çoğunda birileri duruyordu ve yağmurdan ıslanmış pervazların arkasında, silik beyazlıklar hâlinde cama yapışmış suratlar seçiliyordu. Geceliğinin üstüne yağmurluk, yağmur çizmesi giymiş baldırı çıplak bir kadın kazanın meydana geldiği noktanın tam karşısındaki girişin kapısından çıktı. Sokağın ortasına kadar yürüdükten sonra bir polis memuru onu durdurdu. Polis, kadının koluna girip onu tekrar kapısının önüne götürdü. Polis memuru önden yürüdü ve kadın ıslak beyaz geceliği bacaklarına dolanarak arkasından koşturdu.
Martin Beck otobüsün kapılarını göremiyordu fakat içeride hareket eden insanları görüyordu, adli tıp çalışanlarının çoktan işe koyulduğunu düşündü. Cinayet masasından kimseyi göremedi fakat aracın diğer tarafında bir yerde olacaklarını tahmin etti.
İstemeye istemeye adımlarını yavaşlattı. Birazdan göreceklerini düşündü, ceketinin cebinde ellerini yumruk yapıp sıktı ve adli tıp uzmanlarının gri aracının etrafında genişçe döndü.
Otobüsün açık orta kapısının aydınlattığı yerde uzun yıllar amiri olan ve şimdi emniyet müdürü olmuş Hammar duruyordu. Anlaşılan otobüsün içindeki birisiyle konuşuyordu. Lafını yarıda bırakıp Martin Beck’e döndü.
“Demek buradasın. Seni aramayı unuttular demeye başlamıştım.”
Martin Beck bunu cevapsız bırakarak kapılara doğru yürüyüp içeri baktı.
Midesi sanki düğümlendi. Beklediğinden çok daha kötüydü.
Soğuk parlak ışık her bir ayrıntıyı iğne gibi göze sokuyordu. Otobüsün tamamı yamulmuştu, kanla kaplı cansız bedenlerle dolu gibiydi.
Arkasını dönüp yürüyüp gitmek, bir daha hiç bakmak zorunda olmamak isterdi. Ancak bu düşüncesi, yüzünden belli olmuyordu. Bunun yerine, kendini zorlayarak tüm ayrıntıları zihninde not aldı. Laboratuvardan gelen adamlar sessiz ve metotlu bir şekilde çalışıyordu. İçlerinden biri Martin Beck’e bakıp yavaşça kafa salladı.
Martin Beck cesetleri teker teker süzdü. Hiçbirisini tanımıyordu. En azından bu hâliyle.
“Şuradaki,” dedi birdenbire, “yoksa o…”
Hammar’a döndü ve yerinden fırladı.
Hammar’ın arkasından, karanlıkta Kollberg belirmişti, şapkasızdı ve saçları alnına yapışmıştı.
Martin Beck ona bakakaldı.
“Selam,” dedi Kollberg. “Ben de sana ne oldu diye merak etmeye başlamıştım. Tam seni tekrar aratacaktım.”
Martin Beck’in önünde durup onu yakından inceledi.
Ardından otobüsün içine hızlıca bir bakış atıp midesinin bulandığını belli eden bir bakışla devam etti, “Bir fincan kahve alsan iyi olur. Hemen getiriyorum.”
Martin Beck hayır anlamında başını salladı.
“Evet,” dedi Kollberg.
Uzaklaştı. Martin Beck arkasından bakakaldı, ardından tekrar ön kapıya doğru yürüyüp içeriye baktı. Hammar ağır adımlarla arkasından takip etti. Otobüsün şoförü direksiyonda yığılıp kalmıştı. Başının arkasından vurulduğu belliydi. Martin Beck adamın yüzünü inceledi ve tuhaf bir biçimde, kusacak gibi olmamasına şaşırdı. Yağmurun altında ifadesiz bir suratla dikilen Hammar’a döndü.
“Burada ne arıyormuş?” dedi Hammar tonlamasız bir sesle.
“Bu otobüste mi?”
Tam o saniye, Martin Beck telefondaki adamın kimi kastettiğini anladı.
Üst kata çıkan merdivenlerin arkasında, pencerenin dibindeki koltukta cinayet masasından komiser yardımcısı Åke Stenström oturuyordu. Martin