Teröristler. Пер ВалёЧитать онлайн книгу.
gelen adamlar karınca gibi çalışıyordu, holde çömelmiş bir adam telefonun yanındaki alçak bir sandıkta duran masa lambasının üstünü fırçayla siliyor, parmak izi arıyordu. Ani bir flaş patlamasıyla diğer odadaki fotoğrafçı dikkatlerini çekmişti.
Başkomiser Pärsson, Martin Beck ve Skacke’ye yaklaştı. “Çok hızlısınız,” dedi. “Önce banyoya bakmak ister misiniz?”
Küvetteki adam hiç hoş gözükmüyordu, Martin Beck de Skacke de gereğinden fazla içeride kalmadı.
“Doktor az önce çıktı,” dedi Pärsson. “Adamın en az sekiz en fazla ise on beş saattir ölü olduğunu söyledi. Aldığı darbeyle oracıkta ölmüş ve silahın, demir bir çubuk ya da levye benzeri bir şey olabileceğini düşünüyor.”
“Adam kim?” diye sordu Martin Beck, başıyla banyoyu işaret ederek.
Pärsson iç geçirdi. “Maalesef akşam gazetelerini süsleyecek birisi. Walter Petrus, yönetmen.”
“Of Tanrım,” dedi Martin Beck.
“Yani kimlikte geçen adıyla Valter Petrus Pettersson, film yönetmeni. Giysileri, cüzdanı ve evrak çantası yatak odasındaydı.”
Cesedi almaya gelen adamlar geçmek için sabırsızca beklediğinden Martin Beck, Pärsson ve Skacke ayak altından çekilip oturma odasına geçti.
“Burada yaşayan kadın nerede?” diye sordu Martin Beck. “Peki kadın kim? Sakın bir film yıldızı deme.”
“Hayır, çok şükür değil,” dedi Pärsson. “Üst katta. Şu anda adamlarımızdan biri onunla konuşuyor. Kırk iki yaşında ve Sveavägen’de bir güzellik salonunda çalışıyor.”
“Durumu nasıl?” diye sordu Skacke. “Şokta mı?”
“Eh,” dedi Pärsson, “kadın bayağı sarsılmış hâldeydi. Şimdi biraz daha sakin. Bu gece burada uyuyamaz, şehir merkezinde bir arkadaşı varmış, bizim işimiz bitene kadar orada kalacak.”
“Komşuları sorguya çekmeye vaktiniz oldu mu?” diye sordu Martin Beck.
“Her iki yandaki evde oturan komşularıyla ve karşı komşuyla konuştuk sadece. Kimse sıra dışı bir şey duymamış ve görmemiş. Ama yarın bu sokaktaki diğer evlere de uğramamız lazım. Belki de Rotebro’daki herkesle konuşmamız gerekecek. Burası insanların birbirini tanıdığı bir semt; çocuklar aynı okula gidiyor, herkes aynı marketten alışveriş yapıyor, arabası olmayanlar aynı otobüse ve trene biniyor.”
“Peki ama bu Walter Petrus, o da mı burada yaşıyor?” diye sordu Benny Skacke.
“Hayır,” dedi Pärsson. “Haftada birkaç gün buraya geliyor, geceyi Bayan Lundin ile geçiriyor. Normalde Djursholm’da karısı ve çocuklarıyla başka bir evde yaşıyor.”
“Ailesine haber verildi mi?” diye sordu Martin Beck.
“Evet,” dedi Pärsson. “Şansımıza evrak çantasından özel doktorunun faturası çıktı. Onu aradık, aile doktorlarıymış ve aileyi yakından tanıyormuş. Aileye haber verip onlarla ilgileneceğini söyledi.”
“Güzel,” dedi Martin Beck. “Yarın hepsini sorguya çekmek zorundayız. Şimdi geç oldu, buradaki işlerimizi toparlamaya bakalım.”
Pärsson kol saatine baktı. “Dokuz buçuk,” dedi. “O kadar da geç değil. Ama haklısın. Aileyi hemen rahatsız etmeyelim.”
Pärsson uzun boylu, zayıf bir adamdı, kar beyazı saçları ve çilleri vardı, yüzü sanki hep güneşte yanmış gibi görünürdü. Dar, kanca burnuyla, ince dudakları ve zarif hareketleriyle aristokratik bir havası vardı.
“Birkaç dakika Maud Lundin’le konuşmak istiyorum,” dedi Martin Beck. “Bir adamının üst katta onun yanında olduğunu söylemiştin. Çıkmamda bir sakınca var mı?”
“Hayır, tabii ki,” dedi Pärsson. “Sorun yok. Zaten patron sensin, sana kalmış.”
Dışarıdan gürültüler geliyordu, Pärsson mutfak camına yürüyüp dışarı baktı. “Baş belası gazeteciler,” dedi. “Akbaba gibiler. Gidip onlarla konuşayım bari.” Ağırbaşlı adımlarla ve ciddi bir yüz ifadesiyle ön kapıya yürüdü.
Martin Beck, “Sen de biraz etrafa göz at,” dedi Skacke’ye.
Skacke başıyla onayladı, kitaplığa gidip neler olduğunu incelemeye koyuldu.
Martin Beck merdivenlerden yukarı çıktı, duvardan duvara beyaz halıfleks döşeli kare şeklinde kocaman bir odaya geldi. Odada kocaman yuvarlak bir cam masanın etrafına dizilmiş, açık renk deri döşemeli, sekiz büyük sandalye vardı. Bir duvara çok ayrıntılı, çok pahalı olduğu belli bir stereo sistemi kurulmuştu ve köşedeki raflarda beyaza boyanmış kolonlar vardı. Tavan eğimliydi ve kocaman pencereden görülen evin arkasındaki manzara yeşillikti ve huzur veriyordu, geniş arsanın devamında koyu yeşil bir orman başlıyordu.
Odada sadece bir kapı vardı, o da kapalıydı. Martin Beck, arkasından gelen mırıltıları duyabiliyordu. Kapıyı tıklatıp içeri girdi.
İki kadın beyaz suni kürklü yatak örtüsü serilmiş yatakta oturuyordu. Martin Beck kapının eşiğinde dikilince susup ona baktılar.
Kadınlardan biri iriydi ve diğerinden çok daha uzun boyluydu. Sert yüz hatlarına sahipti, kara gözlüydü ve saçları ortadan ikiye ayrılmıştı, dümdüz, simsiyah ve parlak bir biçimde sırtından aşağı iniyordu. Diğer kadın inceydi, hafif kemikliydi, kahverengi gözleri hayat doluydu ve koyu renk saçları kısaydı.
“Martin,” dedi. “Selam! Burada olduğunu bilmiyordum.”
Martin Beck de şaşırmıştı, cevap vermeden önce duraksadı. “Merhaba Åsa,” dedi. “Ben de senin burada olduğunu bilmiyordum. Pärsson yukarıda bir adamı olduğunu söyledi.”
“Ah,” dedi Åsa Torell, “o herkese adamım der, kadınlara bile.”
Diğer kadına döndü. “Maud, bu Başkomiser Beck. Cinayet Büro Amiri.”
Kadın Martin Beck’e başıyla selam verdi, Martin Beck de ona selam verdi. Åsa ile bu beklenmedik karşılaşmasının sonucu hâlâ toparlanamamıştı. Çünkü beş yıl önce, neredeyse bu kıza âşık olmuştu.
Onunla sekiz yıl önce, nişanlısı yani ekibin en genç polisi Åke Stenström bir otobüsün içinde, sekiz kişiyle birlikte vurularak öldürüldüğü zaman tanışmıştı. Åsa uzun süre Åke’nin yasını tutmuş ve sonunda polis teşkilatına katılmaya karar vermişti. Şu aralar Märsta’da Pärsson’un yardımcısıydı.
Beş yıl önce, Malmö’de bir yaz gecesi, Martin Beck ve Åsa birlikte olmuşlardı. Güzel bir geceydi ve tekrarı olmamıştı. Martin Beck şimdi tekrarı olmadığı için memnundu. Åsa tatlı bir kızdı ve görev gereği ne zaman karşılaşsalar ilişkileri iyiydi, dostçaydı fakat Rhea’dan sonra, Martin Beck’in başka bir kadına karşı cinsel hisler beslemesi imkânsızdı. Åsa hâlâ evlenmemişti, görünüşe göre kendini işine adamış ve gerçekten iyi bir polis olmuştu.
“Sen Pärsson’e yardım eder misin?” dedi Martin Beck. “Aşağıda sana ihtiyacı var.”
Åsa keyifle başıyla onaylayıp gitti.
Martin Beck, Åsa’nın işinde ne kadar uzman olduğunu, sorguya çektiği kişiyle bağ kurmayı başardığını bildiği için Maud Lundin ile konuşmayı kısa tutacaktı.
“Olan bitenden sonra üzgün ve yorgun olduğunuzu tahmin ediyorum,” dedi Martin Beck. “Uzun tutmayacağım ama Bay Petrus ile ilişkiniz neydi, öğrenebilir miyim? Ne zamandır tanışıyordunuz?”
Maud Lundin saçlarını