Karanlık Yüz. Хеннинг МанкелльЧитать онлайн книгу.
üzerine bir şeyler giydi, mutfak dolabında mantar tıpalarla kahve kavanozunun yanında duran el fenerini aldı.
Ayaklarının altındaki çamur donmuştu. Dönüp baktığında pencerede Hanna’nın silüetini gördü.
Bahçe çitine gelince durdu. Etrafta çıt çıkmıyordu. Şimdi kendisi de mutfak penceresinin kırılmış olduğunu görüyordu. Alçak çiti dikkatlice tırmandı ve beyaz binaya yaklaştı. Hiç ses yoktu.
Her şey benim kuruntum, diye düşündü. Ben yaşlı bir bunağım, hem de gerçekle hayali artık birbirinden ayıramayan bir bunak. Belki de bu gece gerçekten boğaları gördüm rüyamda? Şu eski rüyamı, çocukluğumda beni kovalayan ve günün birinde öleceğimi hissettiren boğaları…
Birden o çağrıyı yeniden duydu. Çok zayıftı, çığlıktan çok, bir iniltiye benziyordu. Bu Maria’nın sesiydi.
Yatak odası penceresine yöneldi, perdeyle pencere arasındaki boşluktan dikkatle içeriye göz attı.
Johannes’in ölmüş olduğunu hemen anladı. El fenerini içeriye doğrulttu ve kendisini yeniden bakmaya zorlamadan önce gözlerini sıkıca yumdu.
Maria’yı gördü. Yere düşmüştü. Onu bir sandalyeye bağlamışlardı. Yüzü kan içindeydi, takma dişleri parçalanmış, kana bulanmış geceliğinin üzerinde duruyordu.
Sonra Johannes’in bir ayağını gördü. Sadece ayağını görebiliyordu. Vücudunun geri kalan kısmını perde engelliyordu.
Aksayarak geri döndü, bahçe çitini tırmandı. Ne yapacağını bilmez bir halde donmuş çamur zeminde topallayarak ilerlerken dizi ağrıyordu.
Önce polisi aradı.
Sonra naftalin kokan gardıroptan levyeyi aldı. “Burada kal,” dedi Hanna’ya. “Senin görmeni istemiyorum.”
“Neler oluyor?” dedi karısı, gözleri korkudan yaşarmıştı. “Bilmiyorum,” diye karşılık verdi. “Ama beni uyandıran şey, bu gece kısrağın kişnememiş olmasıydı. Bundan eminim.”
Günlerden 8 Ocak 1990’dı. Henüz gün ağarmamıştı.
2
Yapılan telefon görüşmesi Ystad Emniyet Müdürlüğü’n-de saat 05.13’te kayda geçti. Görüşmeyi yapan, Noel’den bu yana neredeyse hiç durmadan mesai yapmış, yorgun ve uykusuz bir polisti. Hattın diğer ucundaki titrek sesi dinlemiş, önce bunun sadece aklı karışmış yaşlı bir adam olduğunu düşünmüştü. Ama sonradan konuşma ilgisini çekmiş olacak ki sorular sormaya başlamıştı. Konuşması bitince, tekrar telefona sarılmadan önce bir süre durup düşünmüştü. Sonra da ezbere bildiği bir numarayı çevirmişti.
Kurt Wallander uyuyordu. Önceki gece çok geç saatte yatmıştı. Geç vakitlere kadar bir arkadaşının Bulgaristan’dan gönderdiği Maria Callas plaklarını dinlemişti. “Traviata”sını özellikle peş peşe çalmış, böylece yatağa girdiğinde saat ikiyi bulmuştu.
Telefonun sesi onu ansızın uykusundan uyandırdığında ateşli, erotik bir rüyanın tam odasındaydı. Gördüğünün bir rüyadan ibaret olup olmadığını anlamak istercesine kolunu yatağın diğer yanına uzatıp çarşafı yokladı. Ne onu üç ay önce terk etmiş olan karısı yanında yatıyordu, ne de biraz önce ihtirasla seviştiği siyahi kadın.
Bir yandan ahizeye uzanırken saate göz attı. Kesin araba kazasıdır, diye geçti aklından. Yerler buz tuttu, buna rağmen birileri aşırı hız yapıp E 14 yolunda savrulmuştur. Ya da Polonya’dan gece feribotuyla gelen göçmenler sorun çıkarıyorlardır.
Yatakta doğruldu ve ahizeyi omzuyla, sakalları yeni çıkan çenesinin arasına sıkıştırdı. “Ben Wallander!”
“Uyandırmadım ya?”
“Saçmalama, uyanıktım.”
Neden yalan söylenir ki, diye düşündü. Gerçeği neden olduğu gibi söylemiyorum. Bana kalsa yine uyuyup kaçırmış olduğum şu erotik rüyayı yakalamaya çalışmaz mıyım?
“Seni aramanın iyi olacağını düşündüm.”
“Trafik kazası mı?”
“Hayır, değil, o yüzden seni aradım. Yaşlı bir çiftçi aradı. Adının Nyström olduğunu ve Lenarp’ta oturduğunu söyledi. Komşularından bir kadının elleri bağlı halde yerde olduğunu, diğerinin de öldürüldüğünü iddia etti.”
Wallander bir an Lenarp’ın ne tarafta olduğunu düşündü. Marsvinsholm’den pek de uzak sayılmazdı, Skåne şartlarında fazlasıyla engebeli bir bölgeydi.
“Ciddi gibi geldi. Ben de seni aramanın en doğrusu olacağını düşündüm.”
“Şu an merkezde senden başka kimler var?”
“Peters ve Norén dışardalar, Continental’in camını indirmiş birinin peşindeler. Çağırayım mı?”
“Söyle onlara, Kade Gölü ile Katslösa arasındaki kavşağa gelsinler, orada beni beklesinler. Onlara adresi ver. Telefon ne zaman geldi?”
“Birkaç dakika önce.”
“Arayanın sarhoşun teki olmadığına emin misin?”
“Sesi sarhoşa benzemiyordu.”
“İyi o zaman.”
Duş almadan aceleyle giyinip termosta kalmış ılık kahveden bir fincan aldı, pencereden dışarıya göz attı. Ystad’ın merkezindeki Maria Caddesi’nde oturuyordu. Dairesi sıvaları yer yer çatlamış, gri bir binaya bakıyordu. Bir an düşündü, acaba bu kış Skåne’de kar olur mu? Böyle olmamasını umdu. Skåne’nin tipileri büyük kargaşalara neden olurdu. Trafik kazaları, karda kalan doğurdu doğuracak hamile kadınlar, dış dünyayla bağlantısı kesilen yaşlı emekliler ve devrilen yüksek gerilim direkleri. Tipi karmaşa yaratırdı. Bu kış böylesi bir kaosa yeterince hazırlıklı olmadığını düşünüyordu. Karısının terk etmesiyle yakasına yapışan bu korku onu rahat bırakmıyordu.
Doğudaki çevre yoluna dek, arabasını Regement Caddesi boyunca sürdü. Dragon Caddesi’nde kırmızı ışıkta durduğunda haberleri dinlemek için radyoyu açtı. Heyecanlı ses uzak bir kıtada düşen uçaktan söz ediyordu. Böyle işte; yaşamın da ölümün de zamanı var, diye düşündü, uykulu uykulu. Bunlar, yıllarca önce inanmaya başladığı sözlerdi. O zamanlar henüz genç bir polisken memleketi Malmö’de devriye gezerdi. Günün birinde sarhoşun biri, Pildammspark’tan götürmek isterlerken elindeki büyük satırla üzerine yürümüştü. Wallander kalbinin hemen yanına derin bir darbe almıştı. Onu erken ölümden kurtaran birkaç milimetre olmuştu. O zamanlar yirmi üç yaşındaydı ve işte o zaman polis olmanın ne anlama geldiğini iyice anlamıştı. Bu sözler, anılarındaki bu görüntüye karşı koyma çabasıydı onun.
Şehirden çıktı, yol kenarında yeni yapılan mobilya mağazasını geçti, kaçamak bir bakışla arkada bıraktığı denize doğru baktı. Deniz griydi. Kış ortasında oldukları düşünülürse alışılmadık bir sakinlikti. Uzaklarda, ufukta, rotası doğuya çevrili bir gemi belli belirsiz görünüyordu.
Tipi başlayacak, diye düşündü.
Er ya da geç kar fırtınası tepemize iner.
Radyoyu kapattı, kendisini bekleyen günü karşılamaya hazırlandı.
Şu âna kadar neler biliyordu?
Bağlanmış, yerde, yaşlı bir kadın? Onu gördüğünü iddia eden yaşlı bir adam? Bjäresjö sapağında hızını artırırken tüm bunların bunaklığın pençesine düşüveren yaşlı bir adamın uydurmaları olduğuna karar verdi. Emniyet