Beyaz Aslan. Хеннинг МанкелльЧитать онлайн книгу.
Malmö’deki akrabasıysa o zaman biz de o akrabayı bulmak zorundayız. Bu merkezde telefon edebilecek herkesin bize yardım etmesi gerekiyor. Hastaneyle görüşür görüşmez ben de telefon etmeye başlayacağım.” Başını çevirip Björk’e baktı. “Bu akşam çalışmak zorundayız,” dedi. “Bu gerekli.”
Björk onaylarcasına başını salladı. “Peki,” dedi. “Önemli bir şey bulursanız bana da haber verin, buralarda olacağım.”
Svedberg, Stig Gustafson’un Malmö’deki akrabasını arama hazırlıklarına başlarken Wallander de kendi odasına gitti. Hastaneyi aramadan önce babasına telefon etti. Telefon uzun zaman sonra açıldı. Babasının stüdyosunda resim yaptığını düşündü. Yaşlı adamın sesini duyar duymaz canının bir şeye sıkıldığını anladı.
“Selam! Benim,” dedi.
“Benim de kim?” diye sordu babası.
“Kim olduğumu gayet iyi biliyorsun,” diye karşılık verdi Wallander.
“Sesini unutmuşum,” dedi babası.
Wallander dişlerini gıcırdattı ve telefonu kapatmamak için kendini güç tuttu. “Bugünlerde işler çok yoğun,” dedi. “Az önce bir kuyunun dibinde cinayete kurban gitmiş bir kadın cesedi buldum. O yüzden seni görmeye gelemeyeceğim. Umarım beni anlayışla karşılarsın.”
“Anlıyorum,” dedi. “Tatsız bir işe benziyor.” Babasının samimi bir sesle konuşmasını şaşkınlıkla dinledi.
“Öyle,” diye yanıtladı Wallander. “Sana iyi bir akşam geçirmeni dilerim. Yarın gelmeye çalışacağım.”
“Tabii zamanın olursa,” dedi babası. “Kapatıyorum. Daha fazla konuşamayacağım.”
“Neden?”
“Birini bekliyorum.”
Babası telefonu kapadı. Wallander elindeki ahizeye şaşkın gözlerle baktı.
Biri gelecek ha, diye geçirdi içinden. Çalışmadığı akşamlarda Gertrud Anderson babamı görmeye mi gidiyor acaba? Başını şaşkınlıkla iki yana salladı. Bir an önce zaman yaratıp onu görmeye gitmeliyim, diye geçirdi içinden. O kadınla evlenecek olursa hayatı kayacak.
Yerinden kalkarak Svedberg’in yanına gitti. Bir dizi isim ve telefon numarasını alarak odasına geri döndü, listedeki ilk numarayı çevirdi. Birden nöbetçi savcıyı araması gerektiğini hatırladı.
Saat dört olduğunda hâlâ Stig Gustafson’un akrabasına ulaşamamışlardı. Saat dört buçukta Wallander, savcı Per Åkeson’u evinden aradı. O âna dek olanları anlattı ve artık Stig Gustafson’un peşinde olduklarını söyledi. Savcı karşı çıkmadı. Wallander’e herhangi bir şey bulduklarında kendisine haber vermesini söyledi.
Beşe çeyrek kala, Wallander, Svedberg’ten üçüncü isim listesini aldı. Şansı yaver gitmiyordu. Walpurgis Gecesi’nde bu tür şeylerle uğraştığı için içinden küfretti. Oysa herkes dışarıda eğleniyordu. Birçok kişi de tatile gitmişti.
Aradığı ilk iki numara cevap vermedi. Üçüncü telefonu açan yaşlıca bir kadınsa ailesinde Stig adında kimsenin olmadığından emindi.
Wallander pencereyi açtı, baş ağrısının başlamak üzere olduğunu hissediyordu. Masasına geri dönerek listedeki dördüncü numarayı çevirdi. Bir süre çaldı, Wallander tam telefonu kapatmak üzereyken açıldı. Sesin genç bir kadına ait olduğunu fark etti. Kendisini tanıtarak arama nedenini söyledi.
Adının Monica olduğunu söyleyeyen genç kadın, “Üvey kardeşimin adı Stig ve deniz mühendisi. Başına bir şey mi geldi?”
Wallander tüm yorgunluğunun ve bıkkınlığının birden yok olduğunu hissetti. “Hayır,” dedi. “Ama en kısa zamanda onunla görüşmek istediğim bir konu var. Nerede oturduğunu biliyor musunuz?”
“Elbette biliyorum,” dedi. “Lomma’da. Ama şu anda evde değil.”
“Nerede peki?”
“Las Palmas’ta. Yarın dönecek. Sabah saat onda Kopenhag’da olacak. Galiba Spies turlarından biriyle gitmişti.”
“Harika,” dedi Wallander. “Kardeşinizin adresini ve telefon numarasını verirseniz çok minnettar olurum.”
Monica ona kardeşinin adresiyle telefon numarasını verdi, Wallander rahatsız ettiği için özür diledikten sonra telefonu kapattı. Sonra da koşar adım odasından çıkarak Martinson’u alıp Svedberg’in odasına gitti. Kimse Björk’ün nerede olduğunu bilmiyordu.
“Malmö’ye biz gidelim,” dedi Wallander. “Oradaki meslektaşlarımız bize yardımcı olur. Feribotla ülkeye giren herkesin pasaportunun denetlenmesini istiyorum. Bunu Björk ayarlar.”
“Kardeşinin ne zamandan beri ülke dışında olduğunu söyledi mi?” diye sordu Martinson. “Eğer bir haftalık bir tatile çıkmışsa bu da geçen cumartesiden beri burada olmadığı anlamına gelir.”
Bakıştılar. Martinson’un belirttiği görüşün ne denli önemli olduğu açıkça ortadaydı.
“Eve gitsen iyi olacak,” dedi Wallander. “Hiç olmazsa yarına kadar bazılarımız bir güzel uyku çeksin. Sabah saat sekizde burada buluşalım. Sonra da Malmö’ye doğru yola çıkarız.”
Martinson’la Svedberg evlerine gittiler. Wallander de Malmö’deki meslektaşını arayacağının ve her şeyin isteği doğrultusunda olmasını sağlayacağının sözünü veren Björk’le konuştu.
Altıyı çeyrek geçe Wallander hastaneyi aradı. Doktorun yanıtları pek kesin değildi. “Cesette belirgin yara izleri yok,” dedi doktor. “Çürük ya da kırık yok. Cinsel saldırıya uğradığına ilişkin bir belirti de yok. Bunu biraz daha araştıracağım. El ve ayak bileklerinde de morluk yok.”
“Teşekkür ederim,” dedi Wallander. “Yarın görüşürüz.”
Kåseberga’ya gitti, tepenin üstünde bir süre oturarak aşağıda uzanan denizi seyretti. Dokuzu biraz geçe de yerinden kalkarak evine gitmek üzere arabasına bindi.
7
Gün ağarırken Kurt Wallander bir rüya gördü. Ellerinden biri siyah olmuştu. Eline siyah bir eldiven giymemişti. Afrikalı bir siyahinin eli gibi derisi simsiyahtı.
Wallander rüyasında dehşet ve mutluluk arasında bocalıyordu. İki yıl önce ölen eski meslektaşı Rydberg bu kapkara ele şaşkınlıkla bakıyordu. Wallander’e neden yalnızca bir elinin siyah olduğunu soruyordu.
“Yarın bir şeyler olacak,” diye karşılık verdi Wallander rüyasında.
Uyandığında gördüğü rüyayı hatırlayıp Rydberg’e neden böylesi bir yanıt verdiğini düşündü. Ne demek istemişti acaba?
Sonra da yataktan kalkarak pencereden dışarı baktı. Saat sabahın altısıydı. Bu yıl Skåne’de mayısın ilk günü bulutsuz ve güneşliydi ama rüzgâr olanca hızıyla esiyordu.
Yalnızca iki saat uyumasına karşın kendisini hiç de yorgun hissetmiyordu. Louise Åkerblom’un büyük bir olasılıkla öldürüldüğü cuma günü öğleden sonra Stig Gustafson’un cinayetin işlendiği yerde mi yoksa üvey kız kardeşinin söylediği gibi Las Palmas’ta mı olduğunu bu sabah öğreneceklerdi.
Ancak cinayeti bu sabah çözersek bu çok basit bir cinayet olur, diye geçirdi içinden. İlk birkaç gün yapacak bir şeyimiz yoktu. Sonra her şey birdenbire hızlandı. Cinayet araştırmaları günlük, sıradan işlere hiç benzemez. Onun kendi dünyası, kendi enerjisi vardır. Cinayet araştırmalarının saati ya durur ya da son derece hızlı işler. Bunu önceden