Beşinci Kadın. Хеннинг МанкелльЧитать онлайн книгу.
perşembeden bu yana gelen diğer mektuplarla birlikte. Zili çaldım. Açan olmadı. Arabası da garajdaydı.”
“Yalnız mı yaşıyordu?”
“Evli değildi. Araba ticaretinden çok para kazanmıştı. Ayrıca şiir de yazardı. Bir keresinde bana şiir kitaplarından birini vermişti.”
Svedberg’in kırkıncı doğum günü için kitap almak amacıyla Ystad kitapçısına gittiğinde yerel yazarların bulunduğu rafta Eriksson’un adını gördüğünü anımsamıştı.
“Garip olan başka bir şey daha var,” dedi Tyrén. “Kapı kilitli değildi. Hastalanmış olabileceğini düşündüm. Neredeyse seksen yaşında. Onun için de içeri girdim. Evde kimse yoktu ama mutfaktaki kahve makinesi fişe takılı çalışıyordu. Kötü bir koku vardı. Kahve yanmış ve çok kötü kokuyordu. İşte o anda buraya gelip sizi görmeye karar verdim.”
Wallander, Tyrén’in endişesinin boş olmadığının farkındaydı. Yine de deneyimlerine dayanarak kayıp olaylarının çoğunun kendiliğinden çözüldüğünü biliyordu. Nadiren çok ciddi bir şey yaşanırdı.
“Komşuları yok mu?” diye sordu Wallander.
“Çiftlik evinin dış dünyayla pek fazla bir ilgisi yok. Tümüyle soyutlanmış gibi.”
“Sizce ne olmuş olabilir?”
Tyrén bu soruyu hiç düşünmeden hemen yanıtladı.
“Bence öldü. Sanırım öldürüldü.”
Wallander karşılık vermedi. Tyrén’in konuşmasını sürdürmesini bekledi ama sürdürmedi.
“Neden böyle düşünüyorsunuz?”
“Yakıt siparişi vermişti. Ben oraya ne zaman gitsem hep evde olurdu. Kahve makinesini açık bırakmazdı. Kapıyı kilitlemeden asla dışarı çıkmazdı. Evinin çevresinde yürüyüşe bile çıktığında kapısını her zaman kilitlerdi.”
“Eve hırsız girmiş olabilir mi?”
“Hayır, her şey eskisi gibi yerli yerinde duruyordu. Kahve makinesi dışında.”
“Demek daha önce de evine gittiniz?”
“Yakıtı her getirişimde. Genellikle bana kahve ikram eder ve şiirlerinden okurdu. Bence çok yalnızdı, oraya gidişimi iple çekiyor gibiydi.”
Wallander düşünmek için sustu.
“Öldüğünü sandığınızı söylediniz ama sonra da öldürüldüğünü düşündüğünüzü eklediniz. Onu kim öldürmüş olabilir? Düşmanları var mıydı?”
“Bildiğim kadarıyla hayır.”
“Ama varlıklıydı.”
“Evet.”
“Siz bunu nereden biliyorsunuz?”
“Bunu yalnızca ben değil herkes biliyor.”
Wallander bir süre konuşmadı.
“Duruma bakacağız,” dedi. “Büyük olasılıkla hiçbir şey olmamıştır. Genellikle böyle olur.”
Wallander çiftliğin adresini yazdı. Çiftliğin adı “İnziva”ydı.
Tyrén’i danışmaya kadar geçirdi.
“Çok ciddi bir şey olduğundan eminim,” dedi Tyrén kapıdan çıkmadan önce. “Yakıt getireceğimi bildiği günler kesinlikle dışarı çıkmaz, oturur beni beklerdi.”
“Sizi arayacağız,” dedi Wallander.
Tam o sırada da Hansson danışmanın yanına geldi.
“Yakıt kamyonunu kapının önüne kim park etti?” diye bağırdı öfke dolu bir sesle.
“Ben,” diye karşılık verdi Tyrén oldukça sakin bir sesle. “Gidiyordum zaten.”
“Bu herif burada ne arıyor?” diye sordu Hansson, Tyrén gittikten sonra.
“Kayıp ihbarında bulunmak istemiş,” dedi Wallander. “Holger Eriksson adında bir yazar tanıyor musun?”
“Yazar mı?”
“Ya da oto galericisi?”
“Hangisi?”
“Galiba ikisi de. Ve bu kamyon şoförüne göre adam ortadan kaybolmuş.”
Kahve almak için birlikte kantine gittiler.
“Ciddi misin?” diye sordu Hansson.
“Adam çok ciddiydi.”
“Gözüm onu bir yerlerden ısırıyor,” dedi Hansson.
Wallander, Hansson’un belleğine hayrandı. Bir isim ya da başka bir şeyi unutsa Hansson hemen yardımına yetişirdi.
“Adamın adı Sven Tyrén,” dedi Wallander. “Bir iki kez gözaltına alındığını söyledi.”
Hansson bir an için belleğini zorladı.
“Anımsayabildiğim kadarıyla bir saldırı olayına karışmıştı,” dedi bir süre sonra. “Birkaç yıl önce.”
Wallander düşünceli bir şekilde arkadaşını dinliyordu.
“Eriksson’un evine gidip bir baksam iyi olacak,” dedi bir süre sonra. “Kayıp olarak kayıtlara geçeceğim.”
Wallander odasına giderek ceketini aldı, “İnziva”nın adresinin yazılı olduğu kâğıdı cebine koydu. Aslında gitmeden önce oturup kayıp formunu doldurması gerekiyordu ama içinden sonra yaparım diye geçirerek dışarı çıktı. Emniyetten çıktığında saat 14.30’du. Sağanak yerini ahmakıslatana bırakmıştı. Arabasına yürürken hafifçe ürperdi. Wallander arabasını kuzeye doğru sürdü. Çiftlik evini kolayca buldu. Evin adından da anlaşıldığı gibi çevrede başka bir ev yoktu. Kahverengi tarlalar denize doğru uzanıyordu ama Wallander bulunduğu yerden denizi görememişti. Birkaç ekin kargası bir ağacın dallarına yuva yapmıştı. Posta kutusunun kapağını açtı. Boştu. Mektupları Tyrén almış olmalıydı. Wallander bahçeye doğru gitti. Bahçe bakımlıydı. Durarak çevredeki yoğun sessizliği dinledi. Çiftlik evi üç bloktan oluşuyordu. Sazlarla kaplı dama hayranlıkla baktı. Tyrén haklıydı. Böylesine bakımlı bir bahçesi ve evi olması, onun gerçekten de varlıklı biri olduğunu gösteriyordu. Wallander kapıya yaklaşarak zili çaldı. Sonra da kapıya vurdu. Bir süre bekledikten sonra kapıyı açıp içeri girdi. Mektuplar şemsiyeliğin hemen yanındaki taburenin üstünde duruyordu. Duvarda birkaç tane dürbün kılıfı asılıydı. Bunlardan biri boştu. Wallander ağır adımlarla evde dolaşmaya başladı. Hâlâ yanık kahve kokuyordu. Geniş oturma odasının tavanları yüksekti. Çalışma masasının yanında durup üstündeki kâğıda baktı. Ev pek aydınlık olmadığından kâğıdı alıp pencerenin yanına gitti.
Bu, bir kuşla ilgili şiirdi. Ağaçkakan.
Sayfanın sonunda da yazıldığı günün tarihi ve saati vardı. 21 Eylül 1994, 22.12.
O akşam Wallander’le babası Piazza del Popolo yakınlarında bir restoranda yemek yemişlerdi. Bu sessiz evde ayakta dururken Roma artık ona gerçek ötesi bir düş gibi gelmeye başlamıştı.
Kâğıdı masaya bıraktı. Çarşamba gecesi Eriksson bir şiir yazmış, sonra da tarihi ve saati de altına not düşmüştü. Ertesi gün de Tyrén’in sipariş edilen yakıtı getirmesi gerekiyordu. Ne var ki Eriksson evini kilitlemeden dışarı çıkmıştı. Wallander dışarı çıkıp yakıt deposuna gitti. Üstündeki göstergeden deponun boş olduğu anlaşılıyordu. Eve döndü. Eski bir koltuğa oturup çevresine bakındı. İçgüdüleri Sven Tyrén’in söylediklerinin doğru olduğunu söylüyordu.