Bir Adım Geriden. Хеннинг МанкелльЧитать онлайн книгу.
ilgili çalışmalar yapan bir dernekle bağlantı hâlindeydi. Derneğin adı da yanılmıyorsam ‘Kızılderili Bilimi’ydi ama genelde yazılı iletişim kurarlardı.”
“Başka?”
“Zaman zaman da kasabada oturan emekli bir banka müdüründen söz ederdi. O da astronomiye ilgi duyuyormuş.”
“Adını hatırlıyor musun?”
Ylva Brink bir an düşündü. “Sundelius. Bror Sundelius. Onunla hiç karşılaşmadım.”
Wallander bu adı not defterine yazdı.
“Aklına gelen başka birileri var mı?”
“Ben ve kocam.”
Wallander konuyu değiştirdi.
“Son haftalarda tavırlarında farklı, alışılmışın dışında bir şeyler gördüğünü hatırlıyor musun? Kaygılı mıydı, yoksa dalgın ya da içe kapanık mıydı?”
“Aşırı çalıştığı dışında kayda değer başka bir şey söylememişti.”
“Peki neden çok çalıştığını da söylemiş miydi?”
“Hayır.”
Wallander bir şey sormayı unuttuğunu fark etti. “Aşırı çalıştığını söylemesi seni şaşırtmış mıydı?”
“Hayır.”
“Genelde duygularından söz eder miydi?”
“Bu daha önce aklıma gelmeliydi,” dedi Ylva Brink. “Onu tanımlarken bir şeyi unuttum. Hastalık hastasıydı. Küçük, basit bir ağrı onu perişan edebilirdi. Ayrıca mikroplardan da çok korkardı.”
Wallander ellerini yıkamak için Svedberg’in ne denli sıklıkla lavaboya gittiğini çok iyi hatırlıyordu. Nezle olanlarla konuşmamaya, iletişim kurmamaya özen gösterirdi. Ylva Brink bir kez daha saatine baktı. Zaman daralıyordu.
“Silahı var mıydı?”
“Bildiğim kadarıyla yoktu.”
“Bana söylemek istediğin, önemli olabileceğini düşündüğün bir şey var mı?”
“Onu özleyeceğim. Belki harika biri değildi ama tanıdığım en şerefli insandı. Onu çok özleyeceğim.”
Wallander teybi kapatıp Ylva Brink’in arkasından kalktı. Ylva çaresizlikle ellerini iki yana açtı.
“Cenaze konusunda ne yapacağımı bilmiyorum,” dedi. “Sture küllerinin rahip ve cemaat olmadan rüzgârla birlikte uçuşması gerektiğine inanıyor ama Svedberg’in bu konuda ne düşündüğünü bilmiyorum.”
“Vasiyeti yok mu?”
“Bildiğim kadarıyla yok. Olsaydı mutlaka bana söylerdi.”
“Bankada kasası var mı?”
“Yok.”
“Olsaydı sana söyler miydi?”
“Evet.”
“Polis de cenazeye katılacak,” dedi Wallander. “Lisa Holgersson’a seni aramasını söylerim.”
Ylva Brink cam kapıdan dışarı çıktı. Wallander odasına döndü. Bir isim daha ortaya çıkmıştı: Bror Sundelius. Wallander rehberde numarayı ararken bir yandan da Ylva Brink’le yaptığı konuşmayı düşünüyordu. Kendisinin bilmediği bir şey söylemiş miydi? Şu Louise denilen kadın gerçekten de iyi saklanmış bir sırdı. Hem de çok iyi saklamış, diye geçirdi içinden Wallander. Bazı şeyleri not etti. İnsan bir kadını neden bunca zamandan beri sır gibi saklar? Ylva Brink ona Svedberg’in eşcinsellere karşı abartılı tavrından ve hastalık hastası olduğundan söz etmişti. Ayrıca emekli bir banka müdürüyle zaman zaman bir araya gelip gökyüzünü incelediklerini de söylemişti. Wallander kalemini masaya bırakıp arkasına yaslandı. Svedberg’le ilgili düşünceleri bu konuşmadan sonra pek değişmemişti. Bilmediği ve çok şaşırdığı tek şey Louise olayıydı. Bu söylenenlerin hiçbiri de bu ölümü açıklayamıyordu.
Birden tüm dramın açık seçik gözlerinin önünde canlandığını hissetti. Svedberg o gün işe gelmemişti çünkü ölmüştü. Evine giren hırsız onu ânında öldürmüş ve kolunun altına sıkıştırdığı teleskopla evden kaçıp gitmişti. Bu kasten öldürme değildi, tersine son derece sıradan ve ürkütücü bir cinayetti. Bu olayın başka olası bir açıklaması da yoktu.
Saat sekizi on geçe Wallander, Lisa Holgersson’u evinden aradı. Holgersson cenaze töreniyle ilgili bir şeyler konuşmak istediğini söyleyince Wallander ona Ylva Brink’i aramasını söyledi. Sonra da o gün öğleden sonra öğrendiklerini anlattı. Ayrıca soygun teorisine inanmak üzere olduğunu da sözlerine ekledi.
“Emniyet Genel Müdürü aradı,” dedi Holgersson. “Başsağlığı dileyip üzüntülerini iletti.”
“Bu söylediğin sırayla mı konuştu?”
“Evet.”
Wallander ertesi sabah saat dokuzda toplantı yapılacağı ve herhangi bir gelişme olursa kendisine hemen haber verileceğini söyledi. Wallander telefonu kapattıktan sonra bu kez Sundelius’un numarasını çevirdi ama telefon açılmadı. Telesekreter de yoktu.
Ahizeyi yerine koyarken bir kez daha içinde garip bir duygu hissetti. Bu noktadan nereye gitmesi gerekiyordu? Sabırsızlığının gitgide arttığının farkındaydı ama öncelikle otopsi raporuyla adli tıbbın delillerini beklemesi gerektiğini de biliyordu.
Ylva Brink’le yaptığı konuşmayı banttan bir kez daha dinlemeye hazırlanırken Ylva’nın gitmeden önce Svedberg’in son derece şerefli biri olduğuna ilişkin söyledikleri aklına geldi. Kapı vuruldu ve Martinson içeri girdi.
“Kapıda bir grup sabırsız gazeteci bekleşiyor,” dedi. Wallander yüzünü buruşturdu.
“Onlara söyleyecek yeni bir şeyimiz yok.”
“Bence onlara daha önce söylediklerimizi yinelesek de olur, yeter ki biri çıkıp onlarla konuşsun.”
“Onlardan kurtulamaz mısın? Elimize somut bir şey geçtiğinde basın toplantısıyla bunu açıklayacağımıza söz ver.”
“Basınla iyi geçinmemiz gerektiğine ilişkin yukarıdan gelen emirleri unuttun mu?” dedi Martinson alaycı bir sesle.
Wallander elbette unutmamıştı. Emniyet Genel Müdürlüğü son günlerde bölge emniyet müdürlükleriyle yerel medya arasındaki ilişkinin mutlaka geliştirilmesine ilişkin bir genelge yayınlamıştı. Bundan böyle gazetecilere alabildiğine nazik davranılacaktı.
Wallander istemeye istemeye yerinden kalktı. “Neyse ben konuşayım bari,” dedi.
Gazetecilere, verilecek yeni bir bilgi olmadığını anlatabilmesi tam yirmi dakikasını almıştı. Konuşmanın sonuna doğru gazeteciler onun nazik hâline kuşkuyla yaklaştıklarında az kalsın soğukkanlılığını yitiriyordu ama kendini denetlemeyi başarmış ve gazeteciler de gitmişlerdi. Kantinden bir fincan kahve alıp odasına döndü. Bir kez daha Sundelius’u aradı ama yine bulamadı.
Telefon çaldı. Wallander, gazeteciler arıyor olmalı, diye geçirdi içinden öfkeyle ama arayan Sten Widén’di.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив