Piramit ve Diğer Wallander Maceraları. Хеннинг МанкелльЧитать онлайн книгу.
bir soda buldu. Birden daha güçlü bir şey içmek istedi. Şehir merkezine gidip bir barda oturma fikri çekici görünüyordu. Ama henüz ayın başı olmasına rağmen hemen hemen hiç parası kalmadığını hatırlayınca vazgeçti.
Bunun yerine demlikteki kahveyi ısıtıp Hemberg’i ve dolaptaki çözülmemiş davalarını düşündü. O da böyle mi olacaktı? Yoksa eve geldiğinde her şeyi unutacak mıydı? Mona için buna mecburum, diye düşündü. Aksi hâlde kafayı yiyecek.
Anahtarlığı sandalyeye batıyordu. Hiç düşünmeden çıkarıp masaya koydu. Sonra aklına bir şey geldi, Hålén’le ilgili bir şey.
Kısa süre önce fazladan bir kilit taktırmıştı. Bunu nasıl yorumlamalıydı? Korku belirtisi olabilirdi ama Wallander onu bulduğunda kapı neden aralıktı?
Akla yatmayan çok fazla şey vardı. Hemberg ölüm nedeni olarak intiharı göstermiş olsa da Wallander’in içini şüpheler kemiriyordu.
Hålén’in ölümünde gizli bir şey, daha yakınına bile yanaşamadıkları bir şey olduğundan giderek emin oluyordu. İntihar ya da değil, başka bir şey vardı.
Wallander mutfak çekmecesinden bir kâğıt parçası çıkardı ve hâlâ kafasını karıştıran noktaları yazmak için oturdu. Fazladan kilit, bahis kuponu vardı ve kapı neden aralıktı? O gece elmasları arayan kimdi? Neden yangın çıkarmışlardı?
Sonra seyir defterlerinde gördüklerini hatırlamaya çalıştı. Rio de Janeiro, diye hatırladı. Ama bu bir geminin adı mıydı, yoksa şehir miydi? Göteborg ve Bergen’i gördüğünü de hatırladı. Sonra St Luis adını gördüğünü hatırladı. Neredeydi? Ayağa kalkıp odanın içinde dolaştı. Gardırobun en arkasında okuldan kalan eski atlasını buldu. Ama birden yazımından emin olamadı. St Louis mi, St Luis mi? Birleşik Devletler’de mi, Brezilya’da mı? İsim listesine bakarken São Luis’e geldiğinde birden ismin bu olduğundan emin oldu.
Tekrar listeyi gözden geçirdi. Hatırlayamadığım başka bir yer daha var mıydı, diye düşündü. Bir bağlantı, bir açıklama ya da Hem-berg’in bahsettiği şey neydi, can alıcı nokta?
Hiçbir şey bulamadı.
Kahve soğumuştu. Sabırsızlıkla kanepeye döndü. Ulusal kanalda talk-show programı başlamıştı yine. Bu sefer uzun saçlı birkaç kişi yeni İngiliz pop müziğini tartışıyorlardı. Kapattı ve onun yerine pikabı çalıştırdı. Linnea Almquist hemen yere vurmaya başladı. Aslında sesi daha çok açmak istiyordu ama bunun yerine pikabı kapattı.
O anda telefon çaldı. Arayan Mona’ydı.
“Helsingborg’dayım,” dedi. “Limanın yanında bir telefon kulübesindeyim.”
“Geç kaldığım için çok üzgünüm,” dedi Wallander.
“Göreve çağrıldın sanırım?”
“Aslında cinayet bürodan aradılar. Henüz orada çalışmıyor olmama rağmen beni çağırdılar.”
Biraz etkilenmesini umuyordu ama ona inanmadığını hissetti. Sessizlik aralarında gidip geliyordu.
“Buraya gelemez misin?” dedi Wallander.
“Bence ara vermemiz en iyisi, en az bir hafta kadar.”
Wallander üşüdüğünü hissetti. Mona onu terk mi ediyordu?
“Bence en iyisi,” diye tekrarladı.
“Birlikte tatile gideceğimizi sanıyordum?”
“Ben de öyle düşünmüştüm, fikrini değiştirmediysen eğer.”
“Tabii ki fikrimi değiştirmedim.”
“Sesini yükseltmene gerek yok. Bir hafta sonra beni arayabilirsin, daha önce arama.”
Onu telefonda tutmaya çalıştı ama Mona çoktan kapatmıştı.
Wallander akşamın geri kalanını içinde büyüyen bir panik duygusuyla geçirdi. Terk edilmek kadar korktuğu başka bir şey daha yoktu. Ancak büyük bir çabayla, saat gece yarısını geçtiğinde Mona’yı aramamayı başardı. Yatmak için uzanıp hemen geri kalktı. Yazın açık havası birdenbire tehditkâr gelmeye başladı. Sahanda iki yumurta yaptı ama yemedi.
Saat beşe yaklaştığında uyuyabildi ama neredeyse hemen yataktan kalktı.
Aklında bir düşünce vardı.
Bahis kuponu.
Hålén bunları bir yere yatırıyor olmalıydı. Muhtemelen her hafta aynı yere. Çoğunlukla mahalleden ayrılmadığına göre, yakınlardaki küçük gazete bayilerinden biri olmalıydı.
Doğru dükkânı bulmanın tam olarak ne getireceğinden emin değildi. Büyük olasılıkla hiçbir şey olmayacaktı.
Yine de düşüncesinin peşinden gitmeye karar verdi. En azından terk edilme korkusunu unutmaya yarıyordu.
Birkaç saatlik huzursuz bir uykuya daldı.
Ertesi gün pazardı. Wallander o günü pek bir şey yapmadan geçirdi.
9 Haziran Pazartesi günü daha önce yapmadığı bir şey yaptı. Midesini üşüttüğünü söyleyerek hastalık izni aldı. Mona da bir hafta önce hastalanmıştı. Şaşırtıcı bir şekilde hiç suçluluk hissetmiyordu.
Hava kapalıydı ama sabah dokuzu biraz geçe evden çıktığında yağış yoktu. Hava rüzgârlıydı ve daha da soğumuştu. Yaz hâlâ tam olarak gelmemişti.
Yakınlarda bahis oynanabilen küçük iki gazete bayisi vardı. Biri çok yakında, bir yan sokaktaydı. Wallander kapıdan içeri girerken aklına yanında Hålén’in bir fotoğrafını getirmesi gerektiği geldi. Tezgâhın arkasındaki adam Macar’dı. 1956’dan beri burada yaşamasına rağmen İsveççeyi çok kötü konuşuyordu. Ama ondan sık sık sigara satın alan Wallander’i tanımıştı. Her zamanki gibi yine iki paket sigara aldı.
“Burada bahis kuponu yatırabiliyor muyuz?” diye sordu Wallander.
“Sadece piyango bileti aldığını sanıyordum?”
“Artur Hålén kuponlarını buradan mı yatırıyordu?”
“Kim?”
“Geçenlerde şu yangında ölen adam.”
“Yangın mı çıktı?”
Wallander açıkladı ama Hålén’i tarif ettiğinde tezgâhın arkasındaki adam başını salladı.
“Buraya hiç gelmedi. Başka birine gitmiş olmalı.”
Wallander parayı ödeyip teşekkür etti. Hafiften yağmur yağmaya başlamıştı. Adımlarını hızlandırdı. Sürekli Mona’yı düşünüyordu. Bir sonraki gazete bayisi de Hålén’i tanımıyordu. Wallander gidip bir balkon çıkıntısının altında durdu ve kendi kendine ne yaptığını sordu. Hemberg deli olduğumu düşünecek, diye içinden geçirdi.
Yürümeye başladı, bir sonraki gazete bayisi neredeyse bir kilometre uzaktaydı. Wallander yağmurluk giymediğine pişman olmuştu. Bir bakkalın hemen yanındaki gazete bayisine ulaştığında önündeki müşteriyi beklemek zorunda kaldı. Tezgâhın arkasında Wallander yaşlarında güzel bir kadın vardı. Önündeki müşterinin istediği motosiklet dergisini ararken gözlerini kadından ayırmadı. Wallander için yoluna çıkan güzel bir kadına hemen âşık olmamak çok zordu. Bu yüzden Mona’nın tüm düşünceleri ve kaygılarına boyun eğiyordu. Zaten iki paket sigara almış olmasına rağmen bir tane daha aldı. Aynı zamanda önündeki kadına polis olduğunu söylerse nasıl tepki vereceğini tahmin etmeye çalışıyordu. Her şeye rağmen polislere ihtiyaç duyulduğuna inanan, onurlu bir iş yaptıklarını düşünen insanlardan