Cennetin bu yakası. Фрэнсис Скотт ФицджеральдЧитать онлайн книгу.
kendine bağladığının farkında gibiydi. Yetmiş iki kiloluk bu adamın koyu mavi ve kızıl çizgilerin14 arasından sıyrılarak zafere ulaşması bekleniyordu.
Amory kol kola girmiş her bir sıra yanından geçerken büyülenmiş bir şekilde onları izledi, polo tişörtlü adamların yüzleri birbirinden ayrılmıyordu, sesleri bir zafer nidasıyla birbirine karışıyordu. Sonra kafile, gölgeler içindeki Campbell Kemeri’nden geçti ve kampüsün doğusuna doğru ilerleyen sesleri giderek zayıfladı.
Dakikalar geçti. Amory olduğu yerde sessizce oturdu. Belirli bir saatten sonra birinci sınıfların sokağa çıkmasını yasaklayan kural yüzünden kederlendi, çünkü güzel kokularla kaplı gölgeli yollarda boş boş yürümek istiyordu. Witherspoon’un tavan arasındaki çocukları Whig ve Clio’nun üzerine karanlık bir anne gibi kanat germişti, Little’ın gotik yılanı Cuyler ve Patton’ın üzerine çöreklenmişti.15 Göle doğru inen tepenin yamacından gözüne çarpan gizemler bundan ibaretti.
Gündüz vakit Princeton’ın ne halde olduğu yavaş yavaş aklında yer ediyordu: 1860’ları hatırlatan West ve Reunion, kırmızı tuğladan mağrur Seventy Nine Salonu, mağazalar arasında yaşamaktan pek de hoşnut olmayan asil Elizabeth dönemi hanımları gibi görünen Yukarı ve Aşağı Pyne, hepsinin tepesinde berrak mavi bir özlemle gökyüzüne uzanan Holder ve Cleveland kulelerinin hülyalı sivri tepeleri.
Amory daha ilk andan itibaren Princeton’ı sevmişti. Durgun güzelliği, tam kavranamamış önemi, curcunanın keyfini çıkaran başıboş ay ışığı, spor müsabakalarını izlemeye gelen yakışıklı zengin kalabalıklar ve tüm bunların altında yatan sınıfının başarılı kişilerinden olmak için verilen mücadelenin havası. Okul armalı montlarını giyen bitkin ve gözü dönmüş birinci sınıfların spor salonuna doluşup liseden birini sınıf başkanı, Lawrenceville’den tanınmış birini başkan yardımcısı, St. Paul’lü hokey yıldızını yazman seçtiği günden başlayıp ikinci sınıfın sonuna kadar aralıksız devam eden akıllara durgunluk verici bu sosyal sistem, bu tapınma, ara sıra adı anılsa da asla tamamen kabul edilmeyen “Büyük Adam”ın hortlağından ibaretti.
İlk başlarda gruplaşma okullarla sınırlıydı. Amory St. Regis’ten gelen tek kişi olduğundan kalabalıkların yeni gruplar oluşturup genişlemesini, sonra tekrar dağılışını izliyordu: St. Paul, Hill ve Pomfret’ten gelenler açıkça belirtilmemiş olsa da yemekhanede kendilerine ayrılan masalarda oturup spor salonunda kendilerine özel köşelerde giyinerek farkında olmadan giderek önemini yitiren, fakat sosyal açıdan kendilerini kafa karıştırıcı lise samimiyetinden korumaya yarayan duvarlar örüyorlardı. Amory bunun farkına vardığı andan itibaren güçlülerin kendilerini, zayıf yancılardan ve güçlü zannedenlerden ayırmak için uydurdukları yapay nitelikler oldukları için toplumsal sınırlara içten içe öfkeleniyordu.
Sınıfının ilahlarından biri olmaya karar verdikten sonra birinci sınıfların futbol takımının antrenmanlarına katıldı; ama oyun kurucu olarak oynadığı ikinci hafta Princetonian’ın köşelerinde bileğini çok kötü burktuğu için sezonun geri kalanında sahaya çıkamayacağına dair haberler çıkmaya başladı. Bu da Amory’yi emekliye ayrılarak durumu tekrar değerlendirmeye zorladı.
“Pansiyon 12” bir sürü soru işareti barındırıyordu: Lawrenceville’den sessiz sakin ve ehemmiyetsiz üç dört ürkek çocuk, New York’taki özel bir okuldan iki yabani özenti (Kerry Holiday onlara “adi sarhoşlar” adını takmıştı), Yahudi bir genç ki o da New York’tandı ve Amory için bir teselli halini alan kısa zamanda ısındığı Holiday kardeşler.
Holiday kardeşlerin ikiz oldukları söyleniyordu ama aslında kahverengi saçlı olan Kerry, sarışın Burne’den bir yaş büyüktü. Kerry uzun boyluydu, neşe saçan gri gözleri ve aniden beliriveren çekici bir gülüşü vardı. Her şeye karışanların kulaklarını çeken, kibire kapılanların önüne geçen eşsiz, iğneleyici mizahıyla çok geçmeden pansiyonun akıl hocası olmuştu. Amory, geleceğe taşınacak arkadaşlıklarını, onun üniversitenin ne demek olduğu ve ne olması gerektiği yönündeki düşünceleriyle şekillendiriyordu. Kerry bir şeyleri ciddiye almaya pek alışık olmasa da Amory’nin bu uygunsuz zamanda toplumsal sistemin çapraşıklığını kurcalıyor oluşundan duyduğu memnuniyetsizliği nazik bir şekilde dile getiriyor; ama yine de onu seviyor, arkadaşlığından keyif ve ilham alıyordu.
Sarışın Burne, sessiz ve azimliydi. Pansiyonda işi başından aşkın bir hayalet gibi dolaşır, gece sessizce eve gelir ve çalışmak için sabahın erken saatlerinde çıkıp kütüphaneye giderdi. Princetonian’a girmek için çabalıyor ve birincilik için kendisi gibi kırk öğrenciyle yarışıyordu. Aralık ayında difteriye yakalanıp yatağa düşünce yarışmayı başkası kazandı, ama Şubat ayında üniversiteye geri döndüğünde tekrar ödülün peşine düştü. Amory’nin onunla olan tanışıklığı bir dersten diğerine yürürken zaman buldukları üç dakikalık sohbetlerden öteye gitmiyordu, bu yüzden Burne’ün bu ilginç takıntısının altında yatanları tam olarak kavrama fırsatı bulamadı.
Amory durumundan hiç de memnun değildi. St. Regis’te tanınan ve sevilen biri olarak kazanmış olduğu konumu özlüyordu. Yine de Princeton onu heyecanlandırıyordu, ileride karşısına içindeki Machiavelli’yi uyandıracak birçok fırsat çıkacağını ve tek ihtiyacının biraz destek olduğunu düşünüyordu. Geçen yaz isteksiz bir lise mezunu olarak göz attığı seçkin üniversite kulüpleri şimdi dikkatini çekiyordu: Ivy (Sarmaşık) tarafsız ve son derece aristokratikti; Cottage (Kulübe) olağanüstü maceracılarla iyi giyimli çapkınların muazzam bir karışımıydı; Tiger Inn (Kaplan Hanı) hazırlık okulları tarafından ince ince işlenerek hayat verilen geniş omuzlu sportif kişilerin yeriydi; Cap and Gown (Kep ve Cübbe) alkol karşıtı, biraz dindar ve politik açıdan güçlüydü; şatafatlı Colonial (Sömürgeci); edebi Quadrangle (Avlu) ve farklı yaş ve pozisyondaki daha niceleri…
Alt sınıftan bir öğrencinin ön plana çıkmasına sebep olan bir şey hemen lanetli “modası geçmiş” lafıyla etiketleniyordu. Filmler, sert yorumlar sayesinde zenginleşiyor, ama her nasılsa bu yorumları yapanların modası geçiyordu. Kulüplerden bahsetmenin modası geçiyordu. Bir şeyi, örneğin içkili partileri ya da içki düşmanlığını fazla desteklemenin modası geçiyordu. Şahsi olarak dikkatleri üzerine çekenlere tahammül gösterilmiyordu, etkili adam kendini bir şeye adamamış olandı; ikinci sınıftaki kulüp seçimlerine kadar herkesin üniversite kariyerlerinin sonuna kadar bağlı kalacakları bir taraf seçmeleri bekleniyordu.
Amory Nassau Literary Magazine’de yazmak faydasızken Daily Princetonian’ın yayın kurulunda olmanın herkesi etkileyebileceğini anlamıştı. İngiliz Tiyatro Birliği’nde ölümsüz gösterilere imza atma hayalleri, en parlak beyin ve yeteneklerin her sene büyük Noel turnelerine çıkan müzikal komedi topluluğu Triangle Kulübü’nde toplandığını öğrenmesiyle suya düştü. Kafasında yeni arzuların ve hırsların oluşmaya başladığı bu sıralarda yemekhanede kendini son derece yalnız ve huzursuz hissediyordu. İlk dönemi başkalarının çabuk kazanılan başarılarını kıskanarak ve Kerry’yle neden hemen sınıfın seçkinleri arasına kabul edilmediklerine dertlenerek geçirmişti.
Birçok öğleden sonrayı Pansiyon 12’nin penceresinin önüne uzanıp yemekhaneye girip çıkan sınıf arkadaşlarını izleyerek geçiriyorlardı. Kimi kendini önemli kişilerin yanına atmış bir uydu gibi onları takip ediyordu. Kimisi aceleci adımlarla başlarını yerden kaldırmadan yürüyen, kalabalık grupların arasında olmanın verdiği güveni kıskanan çalışkan ve yalnız ineklerdi.
Amory bir gün kanepede uzanmış derin düşüncelere dalarak bir paket Fatima’yı
14
Princeton Üniversitesi’nin spor müsabakalarında en büyük rakibi olan Yale ve Harvard’ın renkleri. (ç.n.)
15
Princeton Üniversitesi’nde bulunan binaların adları. (ç.n.)