Kızılderili masalları. W. T. LarnedЧитать онлайн книгу.
derinin içine girdi, sakladığı pençelerle deriye iyice sarındı, gök gürültüsü yavrularının kalplerini mızrağına takıp dağ kenarı boyunca aşağı doğru yuvarlanmaya başladı.
Bir kayadan ötekine yuvarlandıkça derinin tüyleri, ateşböcekleri gibi yanıp sönüyordu. Yolu yarılayınca doğruldu, kollarındaki kanatları kaldırınca uçabildiğini fark etti. İlk başta yavaşça hareket ediyordu ama çok geçmeden harekete alıştı ve tıpkı büyük kuş gibi hızla uçmaya başladı.
Büyük Deniz’i aşıp on gün önce kuşun onu kaçırdığı yere kadar ormanın üzerinde uçtu. Sonra yere konup üzerindeki kuş derisini yırttı ve evine doğru ilerledi.
Karısı ve çocukları, onu gördüklerine inanamadılar çünkü yavru gök gürültüsü kuşlarının Deli Buffalo’yu çoktan mideye indirmiş olduğunu düşünüyorlardı. Mızrağına taktığı gök gürültüsü yavrularının kalplerini bir güzel kızarttı. Çadırdan metrelerce uzaktan bile kalplerin çatırdama ve tıslama sesleri işitilebiliyordu. Yine de yumuşacık ve leziz bir etti.
Yaşlı Gök Gürültüsü Kuşu, ülkenin o bölgesinde bir daha görülmedi. Rocky Dağları’ndan gelen avcıların anlattığına göre dağın tepesine kurduğu yuvada yeni yavrular yetiştirmekteydi. Bu yavrular kimi zaman yeryüzüne inip ormanları ve tahıl tarlalarını bozuyordu. Ama eskisinden daha yüksekte uçuyorlardı. Deli Buffalo’nun onlarla dövüştüğü günden beri insanların işine karışmaya cesaret edemiyorlardı. Bu yüzden, yuvalarını dağ keçisinin kemikleri ile sakalından yaptılar.
Kızılderili çocukları, ateşin çıtırdadığını duyunca bu sesin yavru gök gürültüsü kuşlarının kalplerinden çıkan sesler olduğunu söylerler. Zira tüm Kızılderili kabileleri, Deli Buffalo’nun kahramanlığından haberdardır.
Kızıl Kuğu
Büyük Şef Kızıl Şimşek, karısı ve üç çocuğuyla birlikte kabileler konseyine doğru yol almaktaydı. Toplantının yapılacağı yere yaklaştıklarında çocuklardan biri havada süzülen güzel, beyaz bir kuş gördü. Neşeyle ellerini çırparak yukarıyı gösterdi, çünkü kuş hızla yere doğru ilerlemekteydi ve geniş sırtı ile kanatlarına güneş vuruyordu.
Yüzlerine geniş bir gülümseme yayılmıştı ki kuş birden tepelerinde bitiverdi ve anneyi devirip yerin içine çekti ta ki kadın tamamen gözden kaybolana kadar. Darbenin şiddeti öyle büyüktü ki kuşun kendisi de paramparça olmuş, tüyleri etrafa yayılmıştı. Konsey için toplanmış Kızılderililer bir gayretle kuş tüylerini toplamaya koyuldu, çünkü beyaz bir kuş tüyü kolay ele geçmiyordu ve savaş zamanlarında çok değerliydi.
Büyük acı içindeki Kızıl Şimşek, olduğu yerde dondu kaldı. Çocuklarını da yanına alıp ormanın içinde gözden kayboldu. Bir daha da kimselere görünmedi. Kendine küçük bir ev yaptı ve evin eşiğinden dışarı asla adım atmadı. Kış mevsimi, ak saçlarını savurup her yanı karla kapladığında, Kızıl Şimşek nereden geldiği bilinmeyen bir okla vurulup öldü.
Bunun üzerine üç küçük erkek çocuğu yalnız kalmıştı. En büyük oğlan bile henüz eve yiyecek getirecek kadar güçlü kuvvetli değildi. Tek yapabildikleri şey, tavşanları kapana kıstırıp yakalamaktı. Hayvanlar onların haline üzülüyordu. Bu yüzden işe el koydular. Sincaplar, kapı eşiğine fındık fıstık bırakıyor ve büyük bir bozayı da geceleri başlarında nöbet tutup onları koruyordu. Anne babalarını hatırlayamayacak kadar küçüktüler ama cesur çocuklardı. Avlanmayı ve balık tutmayı öğrenmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. En büyükleri, çok geçmeden yetenekli bir avcı oldu ve kardeşlerine bildiği her şeyi öğretti.
Kendi başlarının çaresine bakacak yaşa geldiklerinde ağabeyleri, yanlarından ayrılmaya karar verdi. Uzaklara gidip dünyayı görecek, başka evler bulacak ve hepsi için birer eş getirecekti. Kardeşleri buna razı gelmedi, yabancılar olmadan bunca zaman güzelce yaşayıp gittiklerini, bundan sonra da böyle yaşamaya devam edebileceklerini söylediler. Bunun üzerine birlikte yaşamaya devam ettiler, hiç kimse uzaklara gitmekten söz etmedi bir daha.
Bir gün, okları için yeni kılıflar yapmak istediler. Kardeşlerden biri samur kürkü kullandı, diğeri koyun derisinden kılıf yaptı. Üçüncüsü ise kurt derisi kullandı. Sonra yeni oklar yapmanın iyi olacağını düşündüler. Pek çok ok yaptılar. Bunlardan bir kısmı meşe ağacındandı; ayrıca bir erkek geyiğin uyluk kemiğini de kullanmışlardı ama çok değerli ve nadir olan bu malzemeden az sayıda ok yapabilmişlerdi. Çakıl ve kumtaşlarına şekil vermek epey vakitlerini aldı ama nihayet işlerini bitirdiler. Artık büyük bir ava hazırdılar. Kimin avda birinci olacağına dair iddiaya tutuştular. Her biri, avlamaya alışık olduğu hayvanı öldüreceğine ve kardeşlerine ait olana el uzatmayacağına söz verdi.
En küçükleri olan Derin Ses çok uzaklaşmamıştı ki siyah bir ayı çıktı karşısına. Kardeşler arasında yapılan anlaşmaya göre bu hayvanı öldüremezdi. Fakat ayı iyice yakınına gelmişti. Öyle ki nişan almaktan geri duramadı. Ayı, delikanlının ayakları dibine yığılıverdi. Vicdanındaki rahatsızlık artık yok olmuştu. Bu yüzden, hayvanın derisini yüzmeye koyuldu.
Çok geçmeden gözleri bulanık görmeye başladı, kanlı elleriyle gözlerini ovuşturdu. Başını kaldırdığında her şey kıpkırmızı görünüyordu. Su kenarına gidip ellerini ve yüzünü yıkadı ama o kırmızı toz bulutu gözünün önünden gitmiyordu. Ağaçlar, toprak ve hatta siyah ayının derisi bile kırmızıya bulanmıştı. Tuhaf bir ses işitince hayvanı yarısı yüzülmüş halde bırakıp sesin geldiği yere doğru gitti.
Sesi takip ederek büyük bir gölün kıyısına ulaştı. Burada çok güzel bir kuğu yüzmekteydi. Güneşte ışıldayan parlak kırmızı kanatları, daha önce gördüğü kuğularınkine hiç benzemiyordu.
Oklarından birini çekip kuşa fılattı ama ok, hedefine ulaşamadan yere düştü. Delikanlı, tekrar tekrar nişan aldı ta ki ok kılıfı boş kalana dek. Kuğu, uzun boynunu suya sokup çıkarmaya devam ediyor, avcının varlığından habersiz gözüküyordu.
Sonra babasına ait üç sihirli okun evde olduğunu hatırladı. Başka bir zaman olsa, bu oklara dokunmak aklından bile geçmezdi ama bu güzel kuşa sahip olmayı kafasına koymuştu. Hemen eve koşturdu, okları getirip nişan aldı. İlk ok, kuşun çok yakınından geçti ama ona isabet etmedi. İkinci ok da hayvana ulaşamadan suya düştü. Üçüncü ok, kuğuyu tam boynundan vurdu ama kuğu, hemen ayaklanıp batmakta olan güneşe doğru uçtu.
Derin Ses hayal kırıklığına uğramıştı. Okları kaybettiği için ağabeylerinin ona çok kızacağını bildiğinden hemen suya dalıp ilk iki oku buldu ama üçüncü oku, Kızıl Kuğu yanında götürmüştü.
Derin Ses, kuğunun yaralı olduğunu ve uzaklara uçamayacağını düşündü. Bu nedenle, sihirli okları kılıfına koyup kuşa yetişmek için koşturdu. Dere tepe düz gitti, ormanları aştı ve nihayet akşam olup hava kararınca kuğuyu artık göremez oldu.
Ormandan çıktığı sırada uzaktan gelen sesler işitti ve yakınlarda insanlar olduğunu anladı. Etrafına bakınca uzak bir tepede kurulu büyük bir kasaba olduğunu gördü. Bekçi olan yaşlı bir baykuşun şöyle seslendiğini duydu: “Ziyaretçimiz var!” Buna karşılık halk yüksek sesle cevap verdi: “Merhaba!”
Derin Ses, gözcüye yaklaşıp kötü bir amaçla gelmediğini, yalnızca kalacak bir yer aradığını söyledi. Baykuş cevap vermedi ama onu Şef’in çadırına götürüp içeri girmesini söyledi.
“İçeri gelin,” dedi Şef. “Şuraya oturun,” diye ekledi genç adamı görünce.
Derin Ses’e yiyecek ikram edildi