Büyük Evin Küçük Hanımefendisi. Джек ЛондонЧитать онлайн книгу.
şansını heba etmedi, sadece boyundan büyük işlere kalkıştı ve bunun yarattığı panikle bir yıl önce her şeyini kaybetti ama kesinlikle sızlanmıyor.
“İyi bir insan eski Amerikan soyundan, bir Yale adamı. Kitaba gelince, biraz para kazanmak istiyor onun üzerinden Güney Amerika’nın doğu sahilinden batı sahiline kadar gitmişti geçen yıl. İşte onun masraflarını çıkarmak istiyor. Brezilya’nın ayak basılmamış bölgeleriyle ilgili araştırmalarını ifşa ettiği için Brezilya hükûmeti onu on bir dolar parayla ödüllendirdi. Ah, o bir erkek, tam bir erkek! Onun hakkını ona vermek lazım. Öyle tipleri bilirsiniz; temiz, büyük, güçlü, basit, her yere gitmiş, her şeyi görmüş, birçok konuda tecrübe sahibi, dürüst, namuslu, dikkatle gözlerine bakan, yani kısacası adam gibi adam.”
Ernestine ellerini çırptı, sonra da hayal kırıklığına uğramış, meydan okurcasına ama davetkâr bir bakışla Bert Wainwright’a bağırdı. “Ve yarın gelecek bu adam!”
Dick onaylamayan tavırda kafasını salladı.
“Ah, sakın o yönde bir şey düşünme, Ernestine. Daha önce senin gibi iyi kızlar da Evan Grahama’a kancayı takmaya çalışmışlardı. Ve aramızda kalsın, onları suçlayamam. Ama o gizli gizli sokulur sonra da kaçmasını çok iyi bilir ve bu kızlar onu ne yavaşlatabildiler ne de köşeye sıkıştırabildiler. Evet, bazen sersemleyip nefessiz kaldığında mekanik olarak bazı şeylere evet demiştir. Ama bu transtan çıkması uzun sürmüyor ve kendisini halatla bağlanmış, atılmış, damgalanmış ve en sonunda evlenmiş gibi durumlardan hemen kurtarabiliyor. Onu unut Ernestine. Altın çağını yaşamaya bak ve altından yapılmış elmalar önüne bir düşsün. Onları ve gençliğini topla. Bazen başarısız olacaksın, bazen de kapana sıkıştırılmış gibi hissedeceksin ama unutma ki her zaman hızla akan gençliğin var önünde. Graham artık eskisi gibi koşamıyor. Benim gibi yaşlandı. Hemen hemen aynı yaştayız ve o da benim gibi, o keyifsiz yarışlarda çok koştu. O, bir olaydan nasıl kurtulacağını çok iyi biliyor. Dikenli tel ile kesildi, burnunu yamulttular, boynu yakıldı ama yine de kolayca üstesinden geldi. Belki zaman zaman boyun eğdi ama yine de onu yakalamak zor. Genç kızlara önem vermiyor. Aslında onu dengesiz olmakla suçlayabilirsin ama ben onun yaşlı, pişkin ve çok akıllı olduğunu söyleyebilirim.
9. BÖLÜM
“Kısa pantolonlu oğlum nerede?” diye bağırdı Dick. Büyük Ev’de şangırdayan mahmuzlarıyla gezinerek küçük hanımefendisini arıyordu.
Paula’nın uzun kanata girişini sağlayan kapıya gelmişti. Tokmağı olmayan, ahşap panelli duvarda yer alan aynalık tahtasından yapılmış büyük ahşap bir kapıydı bu. Dick, kapının içinde gizli bir yay olduğu sırrını eşiyle paylaşmıştı. Yaya bastı ve kapı ardına kadar açıldı.
“Kısa pantolonlu oğlum nerede?” diye bağırdı ve kadının meskeni boyunca yürümeye başladı.
Zeminden mermer basamaklarla inilen Roma tarzı hamam olan banyoya göz attı ama nafile, orada yoktu. Paula’nın gardıroplarının bulunduğu odayla giyinme odasına da göz attı, yine görünürlerde yoktu. Kısa, geniş merdivenleri geçerek Paula’nın Juliet Kulesi diye adlandırdığı pencere kenarındaki divana geldiğinde oranın da boş olduğunu gördü. Ancak gördüğü manzara karşısında çok heyecanlandı. Düzenli olarak etrafa yayılmış ince, hoş, dantelli kadın çamaşırları vardı. Onları Paula, kendi duygularına hitap ettiğinden ortaya yaymıştı, onlara bakmaktan büyük haz alıyordu. Bu huyunu Dick, iyi biliyordu. Tam çıkarken ressam sehpası gözüne takıldı, ne olduğuna bakmak için önünde durdu. Şaşkınlıktan neredeyse çığlık atacakken eskize daha dikkatli baktı, gördüğünü tanıdı, beğendi, kendi kendine gülümsedi. Annesini istediğinden çılgınca kişneyen, ana hatlarıyla biçimsiz, iri kemikli, topuzlu ve yeni sütten kesilmiş bir taydı.
“Kısa pantolonlu oğlum nerede?” diye bağırdı yatak odasına doğru ama karşısında otuz yaşlarında, çekingen, çatık kaşlı Çinli bir kadını buldu. Kadın mahcubiyetini saklamaya çalışarak ona bakıp gülümsedi.
Bu kadın Paula’nın hizmetçisi Oh Dear idi. Yıllar önce Dick tarafından adı konulmuştu çünkü zarif kaşları hep endişe içinde kasılıyormuş gibi duruyordu ve her zaman “Oh Dear!”17 demek üzereymiş gibi bir hâli vardı. Aslında Dick onu çocuk denilecek yaşta Paula’ya hizmet etsin diye yanına almıştı. Sarı Deniz’deki bir balıkçı köyündendi. Dul annesi balıkçılar için ağlar yapıyor ve eğer şansı yaver giderse yılda dört dolar kazanıyordu. Oh Dear’in, Paula’ya hizmeti üç direkli yelkenli “All Away”de başlamıştı. Aynı zamanda kabin görevlisi Oh Joy da işinde hızlılığını ve verimliğini göstermiş bu da ona Büyük Ev’in baş hizmetçisi olmaya olanak sağlamıştı.
“Hanımın nerede, Oh Dear?” diye sordu Dick.
Oh Dear utanç içinde geriye gitti.
Dick bekledi.
“Belki o genç hanımlarla birlikte, bilemiyorum.” Oh Dear kekeledi. Dick de acıma duygusuyla topukları üzerinde dönüp uzaklaştı.
“Kısa pantolonlu oğlum nerede?” diye bağırdı. Garaj kapısının altından geçerken bir çiftlik limuzini leylaklar arasındaki virajdan içeriye giriyordu.
“Biliyorsam kahrolayım!” İnce, yazlık takım giymiş uzun boylu, sarışın bir adam arabadan karşılık verdi. Bir dakika sonra Dick Forrest ve Evan Graham tokalaşıyorlardı.
Oh My ve Oh Ho el valizlerini içeriye taşırlarken Dick de misafirlerine gözetleme kulesi konutuna kadar eşlik etti.
“Bize alışman gerekecek.” diye açıklamada bulundu Dick. “Bu çiftlikte her şey tıkır tıkır işler ve hizmetkârlar mucizeler yaratır. Elbette ara sıra gevşeyip rahatlamak için kendimize izin de veriyoruz. Eğer iki dakika daha geç gelseydin Çinli çocuklardan başka kimse seni karşılayamazdı. Ben de şimdi gezintiye çıkacaktım ve Paula yani Bayan Forrest da ortalıklarda gözükmüyor.”
İki adam aynı irilikteydi. Graham belki ev sahibinden iki üç santim daha uzun olabilirdi ama omuzlarının ve göğsünün genişliği kıyaslanınca o iki üç santimlik fark ile Dick önde gidiyordu. Graham Forrest’ın aksine daha sarışındı ama ikisinin gözleri de grinin aynı tonundaydı, gözlerinin beyazı da aynı berraklıktaydı, güneşe ve her türlü hava koşullarına maruz kaldıkları için hemen hemen aynı derecede bronzdular. Graham’ın bazı özellikleri biraz daha biçimliydi, örneğin gözleri biraz daha uzundu, ama göz kapakları daha düşüktü. Burunlarına gelince, Graham’ınki biraz daha düzgün, biraz daha büyüktü. Dudakları ise daha kalın, daha kırmızı, daha eğri ve dolgundu.
Forrest’ın saçları açık kahverengi ile kestane arasında bir tondayken, güneşin kavurucu sıcağı altında kum rengine dönüşmeseydi Graham’ın saçları ipeksi dokusuyla neredeyse sapsarı olabileceğini ufak bir fısıltıyla ilan ediyordu. Forrest’ın elmacık kemiklerinin altındaki çukurlar daha belirgin olmasına rağmen ikisinin de elmacık kemikleri iriydi. Her ikisinin de burun delikleri geniş ve hassastı. Ve her ikisinin de düzgün, orantılı ağızları bir genç kızın sevimliliği ve saflığı izlenimi veriyordu ama aynı zamanda dudak kasları sert ve haşin bir görüntüye dönüşebiliyor, bunu da kare şeklindeki çukursuz çeneleri yalanlamıyordu.
Ama boyunun iki üç santim daha uzun olması ve göğüs çevresinin de iki üç santim daha dar olması Evan Graham’ın vücudu ve duruşunu daha zarif hâle getiriyordu, Dick Forrest ise buna sahip değildi. Bu yapıdaki insanlar birbirlerinin kıymetini daha iyi anlarlar. Graham neşeli ve şirin hâliyle beyaz atlı bir prensi hatırlatıyordu ama ufak, çok ufak bir benzetmeydi bu. Forrest ise daha etkileyici ve heybetli bir organizmaydı,
17
Vah, vah! (ç.n.)