David Copperfield. Чарльз ДиккенсЧитать онлайн книгу.
bir mengeneye konulmuş gibi sıkılıyordu. O kadar debeleniyordum ki beni ancak bir müddet sonra dövmeye muvaffak oldu. O kadar insafsızca dövüyordu ki elini bütün kuvvetimle ısırdım. Bugün bile onu ne zaman düşünsem dişlerimin gıcırdadığını duyarım.
Beni öldürmek istiyormuş gibi iki kat şiddetle dövüyordu. İkimiz de büyük bir gürültü yaptığımız hâlde merdivende annemle Peggotty’nin ağladıklarını işittim.
Nihayet gitti, kapıyı kapadı, kilitledi. Ben yalnız kaldım. Tahtaların üzerine yatmış, ateşler içinde yanıyordum, aciz içinde hiddetimden deli gibi olmuştum.
Sonra biraz sükûnet buldum. Güçlükle yerimden kalktım. Vücudumun her tarafı ağrıyordu.
Etrafımda hüküm süren elim sessizlik içinde ettiğim hatayı düşünüyor ve kendimi bir cani kadar kabahatli buluyordum. Nedamet içinde geceyi buldum. Yattım ve ihtilaçlı bir uyku uyudum.
Ben kalkmadan evvel Miss Murdstone odaya girdi. Sabah kahvaltısını getiriyordu. Bahçede yarım saat dolaşabileceğimi bana metin bir sesle söyledi.
Mahpusiyetim beş gün sürdü ve bana beş sene gibi geldi. Eğer anneme rast gelebilseydim beni affetmesi için yalvaracaktım. Lakin hapishane gardiyanımdan, yani Miss Murdstone’dan başka kimseyi görmüyordum. Akşam dua zamanı geliyor, beni annemin yanına bırakmıyor, Mösyö Murdstone da annemin yanında dua ediyor ve elinin patiska bir mendille sarılı olduğu gözüme çarpıyordu.
Beşinci günün akşamı, uyumak üzere olduğum bir zamanda anahtar deliğinden ismimin söylendiğini işittim. Tutuna tutuna kapıya gittim ve fısıldadım:
“Peggotty siz misiniz?”
“Evet aziz David. Lakin bir küçük fare gürültüsünden fazla gürültü yaparsanız kedi sizi işitir.”
Hakikaten Miss Murdstone’un odası benim odamın yanında idi.
“Annem bana dargın mı?”
Kapımın önünde yavaşça ağlayan Peggotty beni temin etti.
“Beni ne yapacaklar?”
Fısıldadı:
“Londra’ya yakın bir pansiyona… Yarın…”
“Gitmeden evvel annemi görecek miyim?”
“Evet, sabahleyin.”
Ve sonra anahtar deliğinin alışmadığı bir vakar ile ilave etti:
“Benim sevgili yavrum! Son zamanlarda size karşı çok şefkat göstermedim ama emin olunuz ki sizi gene eskisi kadar, hatta eskisinden daha ziyade seviyorum. Lakin zannederim ki bu hareketim sizin için ve başka birisi için daha iyi idi. Ben sizi unutmayacağım. Annenize iyi bakacağım. Cahil isem de size mektup yazacağım…”
Sözüne devam edemedi ve daha iyisini bulamadığı için anahtar deliğini öpmeye başladı.
Ağlayarak dedim ki:
“Teşekkür ederim, benim şefkatli Peggotty’ciğim; Mösyö Peggotty’ye, Mistress Gummidge’e, Ham’a ve küçük Emily’ye de mektup yazacağınızı bana vaat ediniz, ben fena değilim. Onlara bütün kalbimle selam söylediğimi yazarsınız.”
Vadetti.
Sabahleyin Miss Murdstone geldi. Pansiyona gideceğimi söyledi. Bu haber onun zannettiği kadar beni mütehayyir etmedi.
Giyinir giyinmez yemek salonuna indim. Orada annemi buldum. Rengi uçmuş, gözleri kızarmıştı. Kollarının arasına atıldım. Beni affetmesini rica ettim.
“Oh! David!” dedi. “Sizi affediyorum. Lakin daha uslu olmalı!”
O, benim yaramaz olduğuma inandırılmıştı. Bu, onu ayrılıktan ziyade müteessir ediyordu.
Yemek yemeye çalıştım. Lakin reçelli ekmeğimi gözyaşlarım ıslatıyor, bazen de çayımın içine dökülüyordu. Annem bana gizli gizli bakıyor ve mahzuniyetle gözlerini önüne eğiyordu. Çünkü Miss Murdstone daima yanında gözcü idi.
Dışarıda bir araba gürültüsü işittim. Miss Murdstone bağırdı:
“Mösyö Copperfield’ın çantasını indiriniz.”
Ne Peggotty’yi ne Mösyö Murdstone’u gördüm. Annem beni kalbinin üzerinde sıktı. Tatlılıkla dedi ki:
“Adiyö, David, senin iyiliğin içindir ki bizden ayrılıyorsun, uslu ol.”
“Clara!”
“Evet, muazzez Jane… Seni affediyorum sevgili yavrum, Allaha emanet ol!”
Miss Murdstone tekrar etti:
“Clara!..”
Annem birkaç hafta evvel Yarmouth’a götürmüş olan arabaya kadar beni götürmek lütfunda bulundu.
Açıkgöz Miss Murdstone bana veda olmak üzere “Ümit ederim ki nadim18 olursunuz ve fenalığa kapılmazsınız.” dedi.
Tembel beygir, ağır ağır yerinden kımıldadı ve araba beni pansiyona doğru götürmeye başladı.
VI
Henüz yarım mil kadar gitmiştik ki Peggotty bir çit arkasından birdenbire çıktı; arabaya tırmandı; şaşırdım kaldım. Arabacı arabayı durdurmuştu. Beni korsajının üstünde o kadar sıktı ki az kaldı burnum eziliyordu. Bir kelime söylemeden cebinden birçok pastalar çıkardı ve benim ceplerime yerleştirdi. Elime bir kese sıkıştırdı. Bir kere daha beni kucakladı ve yine bir kelime söylemeksizin arabadan indi. Bu esnada korsajının bütün düğmeleri kopmuştu zannederim. Çünkü arabanın içi düğme dolu idi. Ben de bunlardan birini hatıra olarak uzun müddet sakladım. Arabacı beygirini sürdü. Bu esnada ben ağlamaya başladım. Gözyaşlarım kuruduğu zaman arabacı tamamıyla ıslanmış olan mendilimi beygirinin sırtına serip kurutmayı teklif etti.
O vakit keseyi açtım, içinde üç şilin vardı. Üçü de çok parlaktı. Bunları, benim hoşuma gitsin diye Peggotty’nin parlattığı meydanda idi. Bir de bir kâğıda sarılmış iki yarım kuron vardı. Kâğıdın üzerine annem şunu yazmıştı:
David için… Bütün sevgilerimle…
Gözlerimden yine yaşlar boşandı. Arabacıya mendilimi vermesini rica ettim. Lakin o bana fikrince bundan vazgeçmemin daha iyi olacağını söyledi. Hakkını teslim ettim ve gözlerimi kollarıma sildim.
Biraz sonra ona “Beni Londra’ya mı götürüyorsunuz?” diye sordum.
“Yolun yarısına varmadan beygirim, kızarmış bir domuzdan daha ölü bir hâle gelir! Ben Yarmouth’a kadar gidiyorum, orada sizi posta arabasına koyacağım. Gideceğiniz yere götürecek.”
Arabacının adı, Mösyö Barkis’di. Kendisine verdiğim pastayı fil gibi bir lokmada yuttu. Bana sordu:
“Bunları o kadın mı yaptı?”
“Peggotty. Evet mösyö, evde bütün pastaları o yapar.”
Hayranlık ifade eden bir ıslık çaldı. Düşünceli bir tavır aldı, devam etti:
“Amuret yok mu?”19
“Affedersiniz Mösyö Barkis, dana amuretini de gayet iyi yapar.”
“Hayır, ben âşıklarla gezip gezmediğini soruyorum.”
“Oh, hiçbir zaman mösyö!”
Yeniden ıslık çaldı ve uzun bir sükûttan sonra “Demek, bütün yemeği o yapar, bütün elmalı börekleri.” dedi ve bana bakarak ilave etti:
“Öyle ise
18
Nadim: Pişman. (e.n.)
19
Amuret, hem bir dana eti yemeği hem de geçici aşk demektir. (ç.n.)