Ölü Canlar. Николай ГогольЧитать онлайн книгу.
aklını mı kaçırdı diye düşündü ve korkuyla ona baktı ama Çiçikov’un bakışları oldukça netti, aklını kaçıran insanların gözlerinde dolaşan o vahşi, rahatsız edici parıltıdan eser yoktu. Her şey düzgün ve yerli yerindeydi. Manilov ona nasıl davranıp ne diyeceğini bilemiyor, ağzında kalan dumanı çok ince bir şerit şeklinde dışarı üflemekten başka bir şey aklına gelmiyordu.
“Sonuç olarak, gerçekte yaşamayıp yasaya uygun olarak hayatta sayılan köylüleri bana vermeyi, devretmeyi düşünür müsünüz bilmek isterim. Ya da siz bunun adına ne demek isterseniz.”
Manilov öyle utanmış ve aklı karışmıştı ki Çiçikov’a bakakalmıştı.
“Tereddüt ediyorsunuz sanırım, öyle değil mi?” dedi Çiçikov.
“Ben mi? Hayır, öyle değil ama anlayamıyorum. Affedersiniz… Sizinki gibi her bir hareketinizde belli olan yüksek bir eğitim almadım, kendimi ustaca ifade de edemem. Belki de burada… Söylediğinizin altında başka bir şey gizliyorsunuz… Belki de üslubunuzu güzelleştirmek için yapıyorsunuzdur bunu, öyle değil mi?”
“Hayır, gerçekten de ölen köylülerden bahsediyorum.” dedi Çiçikov.
Manilov şaşırıp kalmıştı. Bir şeyler yapması gerektiğini, soru sorması, ne olursa olsun herhangi bir soru sorması gerektiğini hissediyordu. En sonunda dumanı bu sefer ağzından değil burun deliklerinden bir kez daha dışarı çıkardı.
“Eğer bir mahzuru yoksa Tanrı’nın izniyle satın alma işlemine başlayabiliriz.” dedi Çiçikov.
“Nasıl yani? Ölü canları satın almak için mi?”
“Ah, hayır! Sayım listesinde de gösterildiği gibi canlı olduklarını yazacağız. Hiçbir şekilde kanun dışına çıkmamaya alışkınım. Bunun yüzünden başım çok ağrıdı gerçi ama af buyurun görev benim için kutsaldır. Kanunun önünde eğilirim.”
Bu son sözler Manilov’un hoşuna gitmişti ama bu işin asıl anlamını hiç mi hiç kavrayamamıştı. Herhangi bir cevap vermek yerine piposunu öyle sert bir şekilde içine çekti ki tıpkı bir fagot10 gibi hırıldamaya başladı. Bu eşi benzeri görülmemiş görevden bir anlam çıkarmaya çalışıyor gibi görünüyordu ama piposunun hırıltısından başka hiçbir şey duyulmuyordu.
“Şüpheye düşmüş olabilir misiniz acaba?”
“Ah! Bağışlayın ancak hiç mi hiç şüphe duymuyorum. Sizi eleştiren hiçbir şey düşünmüyorum ama şunu eklememe izin verin: Bu girişim ya da daha fazlasını ifade etmek gerekirse bu ticaret Rusya’nın kurallarına ve halkın geleneklerine ters düşmez mi?”
Tam da bu sırada Manilov başını hafifçe hareket ettirip Çiçikov’a yüzünün bütün hatlarını göstererek oldukça imalı bir şekilde baktı. Birbirine bastırılmış dudakları yüzüne öyle derin bir ifade katıyordu ki karman çorman bir işle uğraşan çok zeki bir bakan dışında hiç kimsede eşine rastlanılmazdı.
Ama Çiçikov yalnızca, bu girişimin ya da ticaretin halkın geleneklerine ve Rusya’nın kurallarına aykırı olmadığını söyledi. Birkaç dakika sonraysa hazinenin bundan kazanç bile sağladığını ekledi zira yasaya uygun olarak vergi elde edeceklerdi.
“Ne düşünüyorsunuz?”
“İyi olacağını düşünüyorum.”
“Öyle diyorsanız işler değişir. İsteğinizi kabul ediyorum.” dedi Manilov. Oldukça rahatlamıştı.
“Şimdi geriye bir tek fiyatta anlaşmak kaldı.”
“Fiyat mı?” dedi Manilov bir kez daha ve duraksadı. “Çeşitli nedenlerden yaşamını kaybetmiş insanlar için para almaya kalkacağımı düşünüyorsunuz herhâlde. Eğer böylesine fantastik bir istekle bana geldiyseniz o zaman ben de onları size hiçbir karşılık almadan veriyor, satın alma ücretlerini de üstleniyorum.”
Bütün bu olayların anlatıcısı, Manilov’un sarf ettiği bu sözlerin ardından misafirin çok memnun olduğunu söylemeden geçerse büyük bir sitemle karşılaşacağını düşünmektedir. Ne kadar ağırbaşlı ve makul bir insan olsa da neredeyse tıpkı bir keçi gibi yerinden sıçrayacaktı ve bilindiği gibi bu yalnızca en güçlü sevinç anlarında yaşanan bir şeydir. Oturduğu koltukta öyle sert döndü ki yastığın yün kumaşını yırttı. Manilov ise onu şaşkınlıkla izliyordu. Zorlama bir minnettarlıkla öylesine teşekkür ediyordu ki Manilov kızarıp bozuluyor, başını iki yana sallıyordu. Nihayet bu yaptığının hiç önemli olmadığını, gönlünden geçenleri, ruhunun istediğini göstermenin iyi olduğunu, hayatını kaybetmiş köylülerinse hiçbir değeri olmadığını söyledi.
Çiçikov onun elini sıkarken:
“Çok da değersiz değiller.” dedi. Tam o sırada derince bir nefes vermişti. İçi rahatlamış gibi görünüyordu. Sonra büyük bir heyecan içinde:
“Değersiz dediğiniz şeyle bana, akrabaları ve sülalesi olmayan birine ne büyük bir iyilik yaptınız bir bilseniz! Ben ne zorluklara göğüs germedim ki? Tıpkı azgın dalgaların arasındaki bir barka11 gibi… Ne baskılara göğüs germedim ne acılar tatmadım ki? Peki, ne için? Doğrudan şaşmamak, vicdanımı temiz tutmak, çaresiz dullara ve talihsiz yetimlere el uzatmak için!” Bu sırada gözlerinden akan yaşları mendiliyle siliyordu.
Manilov çok duygulanmıştı. Bu iki ahbap, uzun süre birbirlerinin ellerini sıkıp hiçbir şey söylemeden birbirlerinin gözlerine baktılar. İkisinin de gözlerinde yaşlar belirmişti. Manilov kahramanımızın elini bırakmayı hiç mi hiç istemiyordu ve öyle sert sıkıyordu ki Çiçikov elini nasıl kurtaracağını bilemiyordu. Nihayet yavaşça elini çekip satın alma belgelerini en kısa sürede hazırlamasının, bizzat kendisinin şehre gelmesinin iyi olacağını söyledi. Sonra şapkasını aldı ve vedalaşmaya hazırlandı.
Manilov birden kendine gelip neredeyse korkan bir hâlde:
“Ne o? Hemen gitmek mi istiyorsunuz?” dedi.
Tam bu sırada odaya Manilova girdi. Manilov hüzünlü bir şekilde:
“Lizanka, Pavel İvanoviç bizi bırakıyor!” dedi.
“Çünkü Pavel İvanoviç’i usandırdık.” diye cevapladı Manilova.
“Hanımefendi! Tam da burada (tam o sırada elini kalbine koymuştu) evet, tam da burada sizinle geçirdiğimiz zamanın güzellikleri, yaşamaya devam edecek! Ve inanın ki benim için sizinle değil aynı evde, komşunuz olarak bile yaşamaktan daha büyük bir mutluluk kaynağı olamaz.”
Bu fikirden çok hoşlanan Manilov:
“Biliyor musunuz Pavel İvanoviç; sizinle böyle aynı çatı altında yaşasak ya da herhangi bir karaağacın gölgesinde bir şeyler hakkında filozofluk etsek, gülüşsek ne güzel olurdu!”
Çiçikov iç çekerek:
“Ah! Cennette yaşıyormuşum gibi gelirdi bana!” dedi. “Elveda, hanımefendi!” diye devam etti Manilova’nın eline yaklaşarak. “Elveda, saygıdeğer dostum! Ricamı unutmayın!”
“Ah! Hiç merak etmeyin!” diye cevapladı Manilov. “Birkaç gün sonra tekrar görüşeceğiz.”
Hepsi yemek odasına gittiler.
Çiçikov, tahtadan yapılma kollarıyla burnu olmayan oyuncak süvariyle oynayan Alkid ve Femistoklius’a bakarak:
“Elveda, sevgili çocuklar!” dedi. “Elveda, minik çocuklarım. Size hediye getirmediğim için beni bağışlayın çünkü dünyaya geldiğinizi bile bilmiyordum
10
Çift kamışlı ve tek parçalı, ahşaptan yapılma, üflemeli bir çalgı. (ç.n.)
11
Büyük sandal. (ç.n.)