Ve Çeliğe Su Verildi. Николай ОстровскийЧитать онлайн книгу.
başta olmak üzere her şeyin yerli yerinde bulunduğunu kontrol ettikten sonra, elleri ceplerinde, dişlerinin arasından dolgun bir tükürük attı ve Pavka’yı tepeden tırnağa süzüp itiraz kabul etmeyen bir edayla, “Bana bak tombalak!” dedi, “Yarın sabah gelip beni saat altıda uyandırmayı unutma sakın!..”
“Niye öyle erken?” diye şaşırdı Pavka, “Nöbet yedide değişiyor…”
“Sen bakma ona. Ötekilerin nöbeti o, bizim nöbetimiz ayrı. Eğer çenenin kırılmasını istemiyorsan sesini kısıp dediğim gibi yaparsın. Şuna bak be! Daha bugün işe alınmış, kafa tutmaya kalkıyor!..”
Oğlanın bu küstahça sözleri ve meydan okuyan tavrı karşısında Pavka, bütün personelin kendisini gözlediğini de görünce içinin kabardığını hissetti. Oğlanın suratına iyi bir yumruk atmak üzere ilerledi. Ama daha ilk günden kapı dışarı edilmek korkusuyla tuttu kendini ve dudakları öfkeden morarmış bir hâlde, “Yavaş gel bakalım!” dedi, “Bana öyle fazla sürtüneyim deme, canın yanarsa karışmam! Yarın sabah yedide geleceğim, tam yedide. Kapışmaya gelince, ben de senin kadar anlarım o işten. Denemek istersen buyur, emrindeyim!”
Bu derece kesin ve sert bir direnme ummayan oğlan geriledi. Öfkeden saçları dikilmiş olan Pavka’nın karşısında iyice afallayarak, “Peki, öyle olsun.” diye geveledi, “Gene görüşürüz.”
Gardan bulaşıkçılarla birlikte ayrıldı Pavka. Dışarı çıkar çıkmaz, bir an önce eve dönme isteğiyle onlardan ayrılıp hızlandı.
İlk günü kazasız belasız atlatmıştı ve içi rahat olarak gidiyordu eve doğru. İşte o da dinlenmeyi hak etmiş, bir güzel çalışan ve hiç kimsenin bundan böyle tembellikle suçlayamayacağı bir adamdı artık.
Bıçkı fabrikasının ardından, ağır ağır sabah güneşi yükseliyordu. Pavka’nın barakası sıyrılıp çıkmak üzereydi sislerin ortasından. Hemen şuracıkta işte, Lehtinski’nin güzel konağını geçtin mi tamam…
“Annem uyumuyordur. Tabii, işten dönüyoruz, kolay mı, beklemiştir. Okuldan kapı dışarı ettikleri pek de fena olmadı. O namussuz papaz, hayatımı zehir edecekti yoksa… Şimdiyse tükür gitsin üstüne! Sarışına gelince, yakında öğrenir kim olduğumu, görür o!” diyerek parmaklık kapısını sevinçle itti.
Avluda iş görmekte olan annesi onu fark eder etmez doğrulup kaygıyla sordu: “Nasıl oldu? İyi gitti mi?”
“İyidir.” diye cevap verdi Pavka.
Bir yandan da annesinin kendisine bir haber vereceğini sezmiş, onu anlamaya çalışıyordu. “Dikkat et!” der gibilerden bir hâli vardı kadının. Çok geçmeden de durumu kavradı, açık pencereden ağabeyi Artem’in sırtını görmüştü.
Bu sefer Pavka sordu endişeyle: “Artem döndü demek?”
“Dün akşam geldi. Artık burada kalıp depoda çalışacak.”
Biraz önceki güven terk etmişti Pavka’yı.
“Vay bizim tütün işleri bakanımız, yaklaş hele! Günaydın!”
Ona biraz korku veren ağabeyiyle konuşmak sıkıyordu Pavka’yı. Her şeyi biliyor Artem! Kuduracaktır şimdi, küfredecektir bana!.. Belki de döver!..
Ama Artem, kardeşini dövmeye niyetli gözükmüyordu. Masaya dirseklerini dayamış ve gözlerini dikmekle yetinmişti Pavka’ya. Ne kadar keskin ve huzur bozucu bir bakıştı bu! Alay mı ediyordu, yoksa tiksiniyor muydu, belli değildi… Ne yapacağını bilemeden, sadece bu bakıştan kaçma isteğiyle yere çevirdi gözlerini ve orada, sanki kendisini kurtarmak için birdenbire beliren bir çivi başıyla ilgilenir gibi göründü.
Artem’in sesi doldurdu odayı: “Yanlış anlamadıysam artık öğrenim hayatının sonuna ulaşmış bulunuyorsun. Üniversite dâhil, bütün okulları bitirdin! Derinlemesine sahipsin artık bütün bilgilere ve bundan böyle de kendini bulaşık suyuna verebilirsin!”
“Bu sefer paçayı kurtardık galiba.” dedi, ağabeyinin mutfak kapısından çıktığını gören Pavka, rahat bir soluk aldı.
Akşam olup da semaverin önüne yerleştiklerinde ağabeyinin sükûnetle sorduğu sorulara karşılık olarak serüvenini bütün ayrıntılarıyla anlattı.
“Bu oğlanın hâli ne olacak Tanrı’m!” diye sızlanmaya koyulmuştu annesi, “Bu yaşında serseri olup çıktı işte! Ne yapacağız şimdi biz seni? Ailede kime çektin bilmem ki! Bu oğlanın başıma ördüğü çoraplar yetti de arttı bile! Tanrı’m, sen yardım et!..”
“Dinle yumurcak!” dedi nihayet Artem, “Mademki işler böyle oldu, bu faslı kapayalım. Ama bundan böyle ayağını denk al! İş başında dalga geçmek yok artık. Saklandığın anda düzeltirim! Ve bilirsin nasıl düzelttiğimi! Bunu iyi hatırında tut. Bir yıl geçsin, doğru dürüst çalıştığını görürsem seni de depoya almalarını söyleyeceğim. Orada bir meslek edinirsin kendine. Çünkü garda, o pis bulaşıkların ortasında hiçbir zaman adam olmana imkân yok! Şimdiden aldırtırdım atölyeye seni ama orada çalışamayacak kadar küçüksün. Bana gelince, naklettirdim kendimi. Artık burada çalışacağım. Annemiz bundan böyle çalışmıyor. Yeter artık namussuzların önünde eğilip büküldüğü! Aç gözünü Pavka, göreyim seni. Doğru dürüst bir insan ol.”
Kalktı, gerindi ve çıktı. Dev gibi yapısıyla kapıdan geçemiyor ve eğilmek zorunda kalıyordu. Pavka, avludan seslendiğini işitti ağabeyinin: “Bir çift çizmeyle bir çakı getirdim sana, annen verecek…”
Garın büfesi gece gündüz işlemekteydi. Tam altı tane demir yolu hattının kesişme noktasına kuruluydu istasyon. Bunun için de büfe daima tıklım tıklım doluyor, ancak gece yarısından sonra iki tren arasında biraz tenhalaşıyordu. Yüzlerce askerî tren gelip geçiyordu durmadan. “Ora”dan ardı arkası kesilmeksizin, kanlar içinde, sakatlanmış, paramparça olmuş insanlar geliyor ve gri üniformalar içinde adı sanı belirsiz taze etler yollanıyordu “ora”ya.
İki yıldan beri çalışıyordu Pavka. Bütün evreni, mutfak bölmesinin sınırladığı o daracık yerden ibaretti. On zavallı rubleciğe yükselmişti ücreti. Ama bu arada büyümüş, olgunlaşmış ve pekişmişti. Altı ay süreyle mutfakta aşçı yardımcılığı yaptıktan sonra kovulmuş ve gene ofise alınmıştı. Şef, bu yabani çocuğu hiç sevmemişti ama almadan da edememişti. Akıllara durgunluk veren dayanma gücü olmasa çoktan kovulurdu. Ama atikti, işe yatkındı ve yorulmak nedir bilmiyordu. Bu bakımdan da hiç kimse kolay kolay yerini dolduramazdı onun.
Hele yemek saatlerindeki hamaratlığına hiç diyecek yoktu. Yemek dolu tabakları mutfaktan ofise götürmek ve hiçbir şeyi devirmeksizin aradaki basamakları hızla atlamak, yalnız ona vergiydi sanki. Öteki uğraşlara bütün bu koşuşma da eklenince soluk alacak vakti kalmıyordu.
Geceleyin büfenin gürültüsü kesilir gibi olduğu zaman, mutfağa bitişik dar kiler odalarında garsonların toplantısı başlar ve hesaplar dökülürdü ortaya. Eski, yeşil örtünün üzerine serpilmiş duran banknotlara gözü doymuştu artık, şaşırmıyordu. Biliyordu ki bu üniformalı uşakların her biri, yirmi dört saatlik servisin sonunda otuz kırk ruble kadar bahşiş toplamaktadır. Ve bu parayı gidip ya zilzurna sarhoş olarak harcamakta ya da kumarda kaybetmektedir. Pavka’yı asıl öfkelendiren, bu paraların har vurup harman savrulmasından çok, bu kadar kolayca kazanılmasıydı. Toptan namussuz bunlar! Artem ki birinci sınıf bir tesviyeci, ayda kazandığı kırk sekiz ruble. Benim ücretimse on rubleyi ucu ucuna buluyor, hem de imanım gevreyinceye kadar çalıştığım hâlde… Tabakları masadan masaya gezdirmekten başka hiçbir hüneri olmayan bu domuzlarsa bizim bir ayda kazandığımızı bir günde