Antikacı Dükkânı. Чарльз ДиккенсЧитать онлайн книгу.
da:
– E, valla, karnım aç diyebilirim, oldu.
Çocuk, konuşurken, yan durup başını da omzunun üstünden ileri doğru öyle bir uzatış uzatıyordu ki bu hareketi yapmasa konuşamayacaktı sanki. Bana kalırsa bu çocuk nerede olsa herkesi eğlendirebilirdi ama oğlanın garipliğinden çocuğun duyduğu sonsuz sevinç, böyle ona hiç de uymayan bir yerde kendisini sevindirecek bir şey bulabilmesinden doğan huzur gerçekten karşı konulamayacak şeylerdi. Kit’in de yarattığı heyecandan gururunun okşanması, ciddi durmak için bir hayli çaba gösterdikten sonra ağzını iyice açıp gözlerini kapayarak çılgınca gülmesi de pek görülecek şeydi.
Yaşlı adam yine o eski dalgın hâline dönmüştü, olup bitenlerle ilgilenmiyordu; yalnız, çocuğun gülmesi geçince, parlak gözlerinin gecenin o küçük macerasından sonra kalbinin rakipsiz sahibini karşılarken gösterdiği duygululuk içinde yaşlarla dolduğunu fark ettim. Kit’e gelince, başından beri çarçabuk ağlamaya dönecek bir şekilde gülmekte olan oğlan bir dilim ekmekle et, bir bardak da bira alıp bir köşeye çekildi, bunları büyük bir iştahla yemeye koyuldu.
Yaşlı adam sanki kendisine bir şey söylemişim gibi bana döndü, içini çekerek:
– Onu düşünmediğimi söylemekle ne dediğinizi bilmeden konuşmuş oluyorsunuz, dedi.
– İlk görüşte ağızdan çıkan sözlere pek değer vermemelisiniz, dostum, dedim.
Yaşlı adam düşünceli düşünceli:
– Öyle, dedi.
– Öyle. Buraya gel, Nell.
Küçük kız hemen yerinden kalktı, geldi kollarını adamın boynuna doladı.
Dede:
– Ben seni seviyor muyum, Nell? diye sordu. Söylesene, seni seviyor muyum, yoksa sevmiyor muyum, Nell?
Çocuk, adamı okşamakla yetindi, başını göğsüne dayadı.
Dede, çocuğa daha sıkı sarılıp benden yana bakarak:
– Sen niçin hıçkırıyorsun bakayım? diye sordu. Yoksa seni sevdiğimi bildiğin hâlde bu soruyu sormakla şüphe içinde olduğumu mu gösteriyorum? Ah, ah, ah, öyleyse seni çok sevdiğimi söyleyeyim bari.
Çocuk büyük bir ağırbaşlılıkla: “Gerçekten seviyorsun.” diye karşılık verdi. “Sevdiğini Kit de biliyor.”
Kit, bir hokkabaz soğukkanlılığı içinde, ekmeğiyle etini kesip bıçağın üçte ikisini ağzına sokmaktaydı, kendisinden söz edildiğini duyar duymaz işini bırakıp haykırdı.
– Hiç kimse dedenin Nell’i sevmediğini söyleyecek kadar şaşkın değildir.
Sonra da sandviçinden bir ısırışta pek kocaman bir parçayı ağzına alarak, kendini daha uzun konuşma yeteneğinden yoksun bıraktı.
Yaşlı adam, çocuğun yanağını okşayarak:
– Kızım şimdi fakir ama, dedi. Bakın yine söylüyorum, onun da zengin olacağı zaman yaklaşıyor. Çoktandır yaklaşmakta ya; o gün artık gelecek. Çok sürdü ama gerçekten geliyor artık. Her şeyi har vurup harman savurmaktan başka bir şey yapmayan başkalarına geldi ya. Acaba bana ne zaman gelecek?
Çocuk:
– Ben bu hâlimle çok mutluyum, dede, dedi.
Yaşlı adam:
– Şşşt! Sus bakayım, dedi. Nasıl olman gerektiğini sen bilemezsin.
Sonra, dişlerinin arasından yine mırıldandı:
– O günler de gelecek, buna eminim. Geç gelmesi daha da iyi.
Adamcağız içini çekti, o eski düşünceli havasına döndü. Çocuk yine dizlerinin arasındaydı, çevresinde olup bitenlerin farkında değilmiş gibi görünüyordu. Artık vaktin gece yarısını bulmasına da birkaç dakika kalmıştı, ben gitmek için kalktım; bu da yaşlı adamı kendine getirdi.
– Bir dakika, beyim, dedi. Bakın, neredeyse gece yarısı olacak. Kit, oğlum, sen de hâlâ buradasın. Evine git, evine git, sabahleyin de vaktinde kalk, çünkü yapılacak iş var. İyi geceler. Hadi, ona sen de iyi geceler dile de, Nell, gitmesine izin ver.
Çocuk, gözleri sevinçle, sevgiyle parlayarak:
– İyi geceler, Kit, dedi.
Oğlan da:
– İyi geceler, Bayan Nell, dedi. Yaşlı adam araya girdi:
– Bu beye de teşekkür et, çünkü o ilgilenmeseydi ben bu gece küçük kızımı kaybedebilirdim.
Kit:
– Yo, yo, efendim, dedi. Hiç de değil, hiç de değil.
Yaşlı adam:
– Ne demek istiyorsun? diye sordu.
Kit:
– Ben onu bulurdum, efendim, dedi. Bulurdum. Toprağın üzerinde oldukça onu bulacağıma bahse girebilirim. Başka herhangi bir kimse kadar çabuk bulurdum, efendim. Ha-ha-ha!
Kit bir kere daha ağzını açıp gözlerini kapayarak bir çığırtkan gibi güldü, yavaş yavaş kapıya doğru geri geri gidip kendini dışarı attı. Odadan kurtulunca da yola çıkması uzun sürmedi.
O gittikten sonra, kız sofrayı temizlemeye dalmışken, yaşlı adam:
– Bu gece yaptıklarınızdan ötürü size yeterince teşekkür edememişim gibime geliyor, efendim, dedi. Size âcizane, canıgönülden teşekkür ediyorum. Kızım da ediyor; üstelik, onun teşekkürü benimkinden daha değerli. Yaptığınız iyiliğin farkında olmadığımı ya da kızıma karşı ilgisiz kaldığımı düşünerek buradan gitseydiniz üzülürdüm, çünkü gerçekten hiç de öyle değilim.
– Gördüğüm kadarıyla öyle olmadığınız muhakkak dedim. Yalnız, size bir şey sorabilir miyim?
Yaşlı adam:
– Hayhay, dedi. Nedir öğrenmek istediğiniz?
– Şu narin çocuk, dedim. Böylesine güzel, zeki bir çocuğun sizden başka ilgilenecek kimsesi yok mu, kuzum? Başka bir arkadaşı ya da yol göstericisi yok mu?
Adam tasalı yüzüme bakarak:
– Hayır, dedi. Yok. Zaten o da başka kimseyi istemiyor.
– Peki ama böylesine nazik bir emaneti yanlış anlamaktan korkmuyor musunuz? İyi niyetli olduğunuzdan şüphem yok ama böyle bir emanetin nasıl korunacağını gerçekten bildiğinize emin misiniz? Ben de sizin gibi yaşlı bir adamım; üstelik, körpe, umut dolu her şey karşısında yaşlı bir adamın tasasını duyarım. Bu akşam sizinle bu küçük yaratığın hâlinde gördüklerimin pek de acıdan yoksun olmadığını düşünmüyor musunuz?
Yaşlı adam bir saniye kadar sustuktan sonra:
– Beyim, dedi. Sözlerinize kırılmaya hakkım yok. Birçok bakımlardan çocuk asıl ben, büyük de o; bu doğru. Siz de gördünüz. Yalnız, uyanıkken olsun, uyurken olsun, gece olsun, gündüz olsun, hastayken olsun, sağlamken olsun, bu kız benim ilgilendiğim tek varlıktır. Onunla nasıl ilgilendiğimi bilseydiniz, bana daha başka gözle bakardınız; gerçekten öyle olurdu. Ah, bu hayat, yaşlı bir adam için çok yorucu, çok hem de pek yorucu bir hayat… Gelgelelim, sonunda büyük kazanç var. İşte bunu göz önünde tutuyorum.
Adamın heyecanlanıp sabırsızlandığını görünce odaya girerken çıkarmış olduğum paltoyu almak üzere döndüm. Niyetim artık konuşmamaktı. Çocuğun bir kolunda pelerin, elinde de şapka ile baston, sabırla beklediğini görünce şaşırdım.
– Bunlar benim değil, yavrucuğum,