Monte Kristo Kontu. Александр ДюмаЧитать онлайн книгу.
çok iyi olacak.”
Caderousse’un yanakları ümit ve hırsla kızardı.
“Öyle sanırım.”
“Sizi dinliyorum.”
“Fakat önce bana söz verin.”
“Ne hususta?”
“Size anlatacağım şeylerden herhangi bir kimseye bahsedecek olursanız kesinlikle bunları benden duyduğunuzu söylemeyeceksiniz çünkü bahsini edeceğim kimseler zengin ve mevki sahibidirler. Beni bir sinek gibi ezebilirler.”
“Merak etmeyin dostum. Ben rahibim. Rahipler kendilerine yapılan itirafları katiyen açıklamazlar. Unutmayın ki bütün gayemiz, bir dostumuzun son arzusunu yerine getirmektir. Onun için açık ve rahat konuşun. Fransız değil İtalyan’ım ve hemen, ölen bir kimsenin arzusunu yerine getirmek için ayrıldığım manastırıma döneceğim.”
Caderousse rahibe inanmıştı.
“Öyle ise size, Dantés’nin gerçek dost bildiği bu adamlar hakkındaki bütün hakikati anlatacağım. Üzücü bir hikâyedir. Başlarını belki biliyorsunuzdur.”
“Evet. Düğün sofrasında tutuklanıncaya kadar olan kısmı Dantés bana anlatmıştı.”
“Edmond tutuklandıktan sonra, bu tutuklama hakkında bilgi alabilmek için Mösyö Morrel de ziyafetten ayrıldı. Getirdiği haber çok üzücü idi. Edmond’nun babası eve tek başına döndü ve bütün gün odasından çıkmadı. O gece hiç uyumadı. Ben hemen onun altındaki odada oturduğum için bütün gece onun bir aşağı bir yukarı dolaştığını duydum Bu yüzden ben de uyumadım. Yaşlı adamın üzüntüsü bana çok dokunmuştu. Sanki göğsümün üzerinde geziniyormuş gibi attığı her adımdan ızdırap duyuyordum.
Mercédés ertesi gün Mösyö de Villefort’dan yardım istemek üzere Marsilya’ya geldi fakat hiçbir yardım göremedi. Sonra yaşlı adamı ziyaret etti. Onun ne kadar ızdırap içinde olduğunu görüp bir gün öncesinden beri ne uyuduğunu ne de ağzına bir lokma bir şey koyduğunu öğrenince onu yanına almak ve bakmını üstlenmek istedi fakat yaşlı adam bu tekifi kabul etmeyerek ‘Hayır…’ dedi. ‘Buradan ayrılmam. Oğlum beni dünyada her şeyden çok sever. Hapishaneden kurtulabilirse ilk geleceği yer burasıdır. Burada olup onu karşılamazsam ne der sonra?’
Yaşlı adam gün geçtikçe daha da içine kapanmaya, herkesten uzaklaşmaya başladı. Mösyö Morrel ile Mercédés kendisini sık sık görmeye geliyorlar fakat kapıyı kapalı buluyorlardı; evde olduğunu çok iyi bildiğim yaşlı adam kimseye kapıyı açmıyordu. Bir gün nasıl olduysa Mercédés’e kapıyı açtı ve ona ‘İnan bana kızım, Dantés öldü.’ dedi. ‘Şimdi o bizi bekliyor. Ben bu bakımdan talihliyim çünkü senden daha yaşlıyım. Onu senden daha önce göreceğim.’
İnsan ne kadar iyi kalpli olursa olsun gün geliyor kendisine ızdırap veren kimseyi görmemeyi tercih ediyor. Çok geçmeden yaşlı adam yapayalnız kaldı. Onu görmeye gelen kimseler, ellerinde birtakım paketlerle odadan çıkan yabancılardı. Bu paketlerin ne olduğunu sonra anladım. Yaşlı adam, yaşayabilmek için peyderpey her şeyini satıyordu. Nihayet satacak hiçbir şeyi kalmadı. Üç aylık kira borcu da vardı. Ev sahibi onu sokağa atmakla tehdit etti. Sonra bir hafta daha müsaade etti. Bütün bunları ben ev sahibinden öğrendim.
Bu bir haftanın ilk üç günü, onun yine her zamanki gibi odasında bir aşağı bir yukarı dolaştığını duydum. Fakat dördüncü günü ses seda kesildi. Onu görmeye çıktım. Kapısı kilitliydi. Anahtar deliğinden baktım. Yüzü o kadar sarıydı, öyle bitkin bir hâli vardı ki ağır hasta olduğuna hükmettim.Mösyö Morrel’le Mercédés’e haber gönderdim. İkisi de hemen geldiler. Mösyö Morrel gelirken bir de doktor getirmişti. Doktor, yaşlı adamın hastalığına bağırsak iltihabı teşhisini koydu ve perhiz tavsiye etti. Ben de yanlarında idim. Doktor teşhisini söylediği zaman yaşlı adamın yüzündeki gülümsemeyi hiçbir zaman unutamayacağım.
O günden sonra artık kapısını kilitlemedi. Yemek yememek için bir mazereti vardı şimdi. Doktor perhiz tavsiye etmişti. Mercédés bir dahaki gelişinde onu o kadar kötü buldu ki bir daha Dantés’nin tutuklandığı gün teklif ettiği gibi onu alıp evine götürmek ve bakımını üstlenmek istedi. Mösyö Morrel de aynı fikirdeydi fakat yaşlı adam bunu yine istemedi. Mösyö Morrel, giderken ocak rafının üstüne, içinde para olan bir kese bıraktı fakat yaşlı adam hiçbir şey yememekte inat ediyordu. Nihayet dokuz günlük bir ızdırap ve açlıktan sonra öldü. Ölürken bütün bu hâllere sebep olanlara lanet etti. Mercédés’e de ‘Eğer Edmond’mu görürsen onun için dua ederek öldüğümü söyle.’ dedi.”
Rahip kalkarak bir müddet dolaştı. Boğuk bir sesle “Ne korkunç bir talihsizlik!” dedi.
“Asıl korkunçluk, bu talihsizliğin Tanrı’dan değil de insanlardan gelmiş olmasında.”
“Şimdi bana ötekilerden bahsedin.” dedi rahip ve âdeta tehdit eder gibi ilave etti:
“Bana her şeyi söylemeyi kabul ettiniz. Oğlun ümitsizlikten, babanın da açlıktan ölmelerine sebep olanlar kimlerdi?”
“Bunlar Dantés’yi kıskanan iki kişiydi. Biri aşk yüzünden, öteki de açgözlü oluşu nedeniyle onu kıskanıyordu: Fernand ve Danglars.”
“Kıskançlıkları nasıl gösterdi kendini?”
“Dantés’yi Bonapart taraftarı bir ajan diye ihbar ettiler.”
“Fakat asıl ihbar eden kim? Asıl suçlu kimdir?”
“İkisi de suçlu. Biri mektubu yazdı öteki de postaya attı.”
“İhbar mektubu nerede yazılmıştı?”
“Meyhanede. Düğün ziyafetinden bir gün önce.”
Rahip birdenbire, “Fakat siz de oradaydınız!” diye bağırdı.
Caderousse hayret etti.
“Benim orada olduğumu size kim söyledi?”
Boş bulunduğunu fark eden rahip hemen sözlerine başka bir anlam verdi:
“Kimse söylemedi fakat teferruatı o kadar iyi biliyorsunuz ki sizin de orada bulunmuş olmanız lazım.”
“Doğru. Ben de oradaydım.”
“Öyle iken onlara engel olmadınız. Siz de suç ortağı sayılmaz mısınız?”
“Beni öyle sarhoş ettiler ki ne yaptığımı bilmiyordum. Bu hâlimle engel olmak ne kadar mümkünse o kadar engel oldum ama bana bütün bunları şaka olsun diye yaptıklarını söylediler.”
“Fakat ertesi gün şaka olmadığını anlayabilirdiniz. Dantés tutuklandığı zaman siz de orada idiniz.”
“Evet. Bildiklerimi söylemek istedim fakat Danglars beni kandırdı. ‘Eğer hakikaten suçlu ise onun tarafını tutan da suç ortağı diye hapsedilir.’ dedi. O günlerde olup bitenleri gördüğüm için politik olaylardan korkuyordum. Onun için sesimi çıkarmadım. Biliyorum; yaptığım çok korkakça bir hareket ama hiç olmazsa bir suç değil.”
“Anlıyorum. Siz işleri oluruna bıraktınız.”
“Evet. Ama hâlâ gece gündüz pişmanlık duyarım. Tanrı’ya beni affetmesi için yalvarırım. Bana vicdan azabı çektiren, hayatım boyunca yaptığım tek harekettir bu ve eminim ki talihimin kötü gitmesi hep bu hadise yüzündendir. Bir anlık bir bencilliğin cezasını hâlâ çekiyorum. Karım ne zaman şikâyete başlasa ona ‘Sus, Tanrı’nın dediği olur.’ derim.”
Son derece samimi bir pişmanlıkla başını önüne eğdi.
Rahip, “Çok samimi konuştunuz.” dedi. “Kendisini bu şekilde