Monte Kristo Kontu. Александр ДюмаЧитать онлайн книгу.
Senin… Bizim… Ne istersen aldır baba. Üzülme, yarın daha da getiririm. Gemide, senin için aldığım kaçak kahve ve nefis bir tütün var. Yarın getiririm. Biri geliyor galiba?”
“Caderousse sana hoş geldin demeye geliyordur.”
“Onunla hiç de aklımdan geçtiği şekilde konuşamayacağım. Gelsin bakalım. Bize vaktiyle iyiliği dokundu.”
Bir müddet sonra Caderousse içeri girdi. Yirmi beş yaşlarında, siyah saçlı ve kara sakallı bir adamdı. Terzi olduğu için kolunda bir ceket astarı vardı. Otuz iki dişini gösteren bir gülümseme ve ağır bir Marsilya şivesi ile “Demek döndün Edmond!” dedi.
Dantés, soğukluğunu gizlemeye çalışarak cevap verdi: “Evet döndüm. Sana bir faydam dokunabilir mi acaba?”
“Teşekkür ederim. Hiçbir şeye ihtiyacım yok. Daha ziyade başkaları bana muhtaç olur.”
Edmond kapıya doğru yürüdü.
Caderousse devam etti: “Seni kıracak bir şey söylemek istemedim Edmond. Ben sana borç vermiştim, sen de ödedin. Ödeştik.”
“Biz, bize iyilik etmiş kimselerle ödeşmiş olmayız. Para değilse bile minnet borçluyuzdur onlara.”
“Ne lüzum var bu laflara Edmond? Geçmiş geçmiştir. Şimdi yeni durumumuzdan bahsedelim. Limanda dostumuz Danglars’yarastladım. O haber verdi. Şimdi Morrel’lerde iyi bir mevkin olduğunu da söyledi fakat Mösyö Morrel’in yemek davetini reddetmeyecektin. Bir insan kaptan olmak istiyorsa gemi sahibini biraz koltuklamalı.”
“Böyle bir şeye lüzum kalmadan kaptan olmak istiyorum ben.”
“Daha iyi tabii. Bütün arkadaşların seni muvaffak olmuş görmekten sevinirler. Hele bir isim biliyorum ki bundan hiç de üzgün olmayacaktır.”
Yaşlı adam, “Mercédés mi?” diye sordu.
Edmond, “Evet baba.” dedi. “Seni görüp iyi olduğunu öğrendim. Müsaade edersen şimdi gidip Mercédés’i göreyim.”
Babasını öptü. Caderousse’a selam verdi. Çıktı.
Caderousse biraz daha durdu. Edmond’nun babasından müsaade isteyerek o da çıktı. Aşağı indi. Kendisini beklemekte olan Danglars ile buluştu.
“Nasıl?” dedi. “Kaptan olma ümidinden bahsetti mi sana?”
“Ümitle değil; bu iş olmuş gibi konuştu. Daha şimdiden bir gurur da gelmiş. Sanki büyük bir adammış gibi, bana ne gibi bir faydası dokunabileceğini sordu.”
“Mercédés’i seviyor mu hâlâ?”
“Hem de nasıl… Onu görmeye gitti şimdi ama eğer yanılmıyorsam tatsız bir sürprizle karşılaşacak.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Pek emin değilim ama Mercédés ne zaman şehre inse yanında daima iri yarı, genç bir Katalanyalı var.”
“Şimdi Dantés, Mercédés’i görmeye mi gitti?”
“Evet. Benden az önce çıktı.”
“Gel biz de gidelim. La Reserve’de oturur, şarap içerek haber bekleriz.”
“Kim haber getirecek bize?”
“Yol üstünde olacağız. Dantés’nin yüzünden anlarız ne olduğunu.”
“Gidelim haydi! Ama şaraplar senden.”
“Tabii benden!”
İki arkadaş hızla çıktılar.
3
Danglars ve arkadaşının şarap içtikleri yer, Katalanların köyüne yüz adım kadar uzaklıkta idi.
Bir gün esrarengiz bir grup, İspanya’dan yola çıkmış ve şimdi oturdukları yere yerleşmişlerdi. Provans eyaletinde konuşulan lehçeyi bir parça bilen başkanları, Marsilya hükûmet makamlarına müracaat ederek yerleştikleri bu kıraç kıyının kendilerine verilmesini istemişti. Marsilya hükûmet makamlarınca bu istek kabul edilmiş ve gemilerle açık denizden gelmiş olan bu Çingeneler üç ay içinde orada küçük bir köy kurmuşlardı. Şimdi aradan üç yahut dört yıl geçmiş olmasına rağmen bunlar yerlerini bırakmamışlar ve Marsilya halkına karışmamışlardı. Yalnız kendi aralarında kız alıp veriyorlar, ana vatanlarının âdetlerini değiştirmiyorlar, kendi dillerini konuşuyorlardı.
Bu küçük köyün tek yolunun üstündeki evlerden birinde kuzguni siyah saçlı, ceylan gibi tatlı bakışlı bir genç kız duvara dayanmış duruyordu. Karşısındaki sandalyede yirmi yaşlarında genç bir adam oturuyor, sandalyesinde sinirli sinirli sallanarak huzursuz bir şekilde ve kızgın kızgın genç kıza bakıyordu. Bakışları soru dolu idi fakat tamamıyla, genç kızın kendinden emin, sabit bakışlarının tesiri altında idi.
“Bak Mercédés!” dedi. “Paskalya geldi. Evlenmek için bundan iyi zaman olur mu? Cevap ver bana.”
“Sana yüz defa cevap verdim Fernand. Ne bekliyorsun hâlâ sormaktan. Sana hiç cesaret verdim mi? Kaç defa söyledim sana ki benim için bir kardeşten farkın yoktur. Demedim mi? Seninle evlenmemi bekleme, kalbim bir başkasına ait demedim mi? Her zaman böyle demedim mi sana?”
“Evet. Benimle her zaman zalimce bir samimiyet içinde oldun.”
“Hem benim gibi, neredeyse üstüne yıkılacak bir kulübesinden başka bir şeyi olmayan fakir, kimsesiz bir kızla evlenip ne yapacaksın?”
“Fakirliğin beni ilgilendirmez Mercédés. Seni, en büyük gemi sahibinin yahut Marsilya’nın en zengin adamının kızına tercih ederim. Bir erkeğin bütün arzusu namuslu iyi bir ev kızı ile evlenmektir. Ben senden iyisini nerede bulurum Mercédés?”
Mercédés başını salladı.
“Bir kadın kocasından başkasını severse ne namusu konusunda garanti verebilir ne de iyi bir ev kadını olur. Benden arkadaşlıktan başka bir şey isteme. Söz veriyorum, senin için iyi bir arkadaş olacağım. Başka bir şey değil. Ben yalnız yapabileceğim şeyler için söz veririm.”
Fernand kalktı. Odada bir aşağı bir yukarı dolaştı. Yumruklarını sıkıp kaşlarını çatarak genç kızın karşısında durdu.
“Son defa soruyorum Mercédés, cevabın bu mu?”
Kız soğuk bir şekilde cevap verdi:
“Ben Edmond Dantés’yi seviyorum. Ondan başka kimse benim kocam olamaz!”
“Onu daima sevecek misin?”
“Ölünceye kadar.”
Fernand ümitsizlikle başını eğdi. Homurdanır gibi derin bir soluk verdi. Sonra birdenbire başını kaldırarak yılan fısıltısını andıran bir sesle dişlerinin arasından söylendi:
“Ya ölürse?”
“Ben de ölürüm!”
“Ya seni unutursa?”
Sokaktan neşeli bir haykırış duyuldu: “Mercédés!”
Aşk ve mutluluktan yüzü pembe pembe olan Mercédés, “Gördün mü beni unutmamış!” dedi. “İşte geldi!” Koşarak kapıyı açtı.
“Buradayım Edmond!”
Fernand yılan görmüş gibi irkildi. Tekrar sandalyeye çöktü.
Edmond ve Mercédés birbirlerine sarıldılar. Kızgın bir Marsilya güneşi içeri dolmuştu. Taşan saadetleri onları bütün dünyadan ayırmış olduğu için etraflarını unuttular. Edmond bir müddet sonra, odanın loşluğu içinde karanlık bir yüzün kendisine bakmakta olduğunu fark