Эротические рассказы

Elçine Armağan. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.

Elçine Armağan - Анонимный автор


Скачать книгу
sanki onun aurası çekip getiriyor. Piyesteki bütün ilişkiler Adile ile başlıyor, Adile ile sona eriyor. Onun monologları bu esrin omurgasıdır. Diğerleri sanki bu monologlara ara sıra dahil olup çıkıyorlar ve piyesin konuşma ağlarını temin ediyorlar. Müellif kendi eserini realist bir bakış açısıyla hazırlamış, çağdaşlarını, çağdaşlarının kaygılarını gerçek bir üslupla yansıtmıştır. Fakat Elçin kolaylıkla bu komedyada hayalin, tasavvurun, fantezinin koşullu dünyasına da değiniyordu, oyun koşullarını zorlaştırıp maksimal bir seviyeye taşıyordu, personeli birisine gösterirken diğerleri ise onu görmüyordu. Aslında sanatçı bununla kendi tiyatro idealini, kendi tiyatro zevkini, kendi tiyatro üslubunu ortaya koyuyordu. Öyle ki Elçin’in 90’lı yıllarda yazacağı piyeslerinin faturasında da “Posta Şubesinde Hayal” eseri için karakteristik üslup çizgileri çeşitli varyantlarında tekrarlanacak ve aksine göreceğiz ki gerçek hayat parçaları hayali fantastik sahnelerle seslendirilecek.

      Elçin “Posta Şubesinde Hayal” komedyasını bitirdikten sonra piyes yazmaya bir de 1973 yılında hevesleniyor ve “Altın” adlı, küçük hacimli yapıt kaleme alıp edebiyat ve tiyatro dünyasına takdim ediyor. Aslında Elçin bu oyunu yayın için planlamıştı, bir televizyon oyunu olarak düşünmüştü ve onu Cafer Cabbarlı’nın hatırasına ithaf etmişti. Ne yazık ki birçok araştırmacı Elçin’in yaratıcılığını tanımlarken analiz edecek çok sayıda materyale rastladıkları için “Altın” gibi son derece etkili dramatik etikete sahip bir eserin şahane özelliklerini görememişlerdir.

      “Altın” özlü bir piyestir, çok somuttur, hedefi tam vurur. Bu piyesi neredeyse E. Hakverdiyev’in, N. Vezirov’un güldürü esaslı tek perdelik piyesleriyle mukayese etmek mümkündür. Eserin başlangıcı şöyle ki: Eve doktor çağrılıyor, Kabala Muhtar kendisinin muayene olmasına bir türlü razı olmuyor, sürekli “hayır” deyip duruyor. Tüm isteklere rağmen doktorun Kabala Muhtar’ı muayene etme şansı sıfıra iniyor, hastanın durumu ise an be an kötüleşiyor, ateşi yükseliyor. Sonunda Kabala Muhtar’ın oğlu babasını zorla da olsa doktora göstermeye, muayene için imkan yaratmaya karar veriyor.

      Hastanın başında toplanan erkek personeller onun itirazlarını, kızmalarına, hay-huyuna rağmen Aslan Bey’in izniyle onun ellerini tutup büküyorlar. Cübbesini ve kaftanını çıkarmaya çalışıyorlar, o an Kabala Muhtar dayanamıyor, kalbi sıkışıyor ve ölüyor. Personellerden Hacı Kazımağa Kabala Muhtar’ın göğsünde bir kese fark ediyor, altın kesesi… Hepsi birbirini dürtüyor, Kabala Muhtar rahatsızlığını duyunca sabah erkenden bodruma inip altın kesesini boynuna asıp yatağına geri dönmüş ve kimsenin ona yaklaşmasını istememiş değil mi? Ancak Kabala Muhtar’ın ölümü ile anlaşıldı ki hastanın etrafına toplananlar hiç de kurbanın durumunu düşünmüyorlarmış, onun durumuna üzülmüyorlarmış. Çünkü onlar altınların keseden yere dağıldığını görünce Kabala Muhtar’ı hemen unutmuşlar. Ölüye insan gibi, Müslüman gibi davranmaktansa dörtnala koşup altın toplamayı daha iyi sanıyorlar… Olaya şahit olan Doktor Mahmut Bey ise uzun uzun çığlıklarla orayı terk ediyor.

      Tıpkı eğitimciler gibi… Tıpkı aydınların acıklı eleştirileri gibi… Tıpkı Celil Memmetguluzade gibi… Tıpkı Abdurrahim Hakverdiyev gibi… Necefbey Vezirov gibi… Kendisi de 70 yıl sonra… Elçin, gerçekten Azerbaycan maarifçilerine ve geleneklerine layık bir dram eseri ortaya çıkarmıştır. Azerbaycan’a bir kere daha maarifçilerin gözüyle bakmıştır. Gerçekten de Elçin’in bir perdelik piyesini okuduğunuzda onun dramatik istidadının gücünü açık ve net hissedersiniz.

      Elçin bir de 1989 yılında, tam 16 yıl sonra, yeniden piyes yazma zahmetine katlanıyor ve toplam üç yıl dolaylarında 8 küçük hacimli piyes yazıyor.

      Onun “Değerli Yazarla Buluşma” adlı Farsça türde yazdığı bir perdelik piyesi bir dalkavukluk piyesi olarak yorumlanır ve en ilginci budur ki bu dalkavukluğun paradigmasında bütün SSCB vatandaşlarının hayat tarzı görülür.

      1990 yılında yazdığı bir diğer oyunun adı ise “Otel Odasında Buluşma” Bu sefer tür absürt olarak belirlenmiş, Oyun, tüm işaretleri ve sanatsal özellikleriyle absürttür. Otel odasında tesadüfen iki misafir karşılaşır: Biri otel odasını terk ediyor öbürü geliyor neredeyse çok komik olaylar başlıyor. Bu trajikomik oyun özünde tekrarlardan oluşuyor. İlk misafir, kapı kapalı olmasına rağmen düzenli olarak odaya geri döner ve kırılan, bazen çalışmayan şemsiyesini burada bıraktığını söyleyerek özür diler. Şemsiyeyi alır, otel odasıyla ilgili diğer küçük meseleler hakkında sohbet eder ve dışarı çıkar. İkinci konuk rahatlamaya ve kendini evinde hissetmeye başlarken, ilk konuk odaya aynı bahaneyle, aynı şekilde, bir hayalet gibi, bir gölge gibi girer ve eskisi gibi hemen hemen aynı şeyleri, kırık bir gramofon şaftı gibi, sadece biraz farklı bir biçimde tekrarlar. Sonunda konuşma o kadar çarpık bir hâl alır ki, birinci yolcu katil, ikinci yolcu da kurban gibi görünür ve oyun bu ilişkiye bir son vermeden biter.

      “Otel Odasında Buluşma” korkunç ve tüyler ürpertici bir oyundur. Bunun nedeni, Elçin’in okuyucuyu veya izleyiciyi durumun gerçekliğine, iki misafir arasındaki iletişime ve ilişkiye ikna etmesidir. Bu gerçekten olabilir mi? Belki bu bir kabus, ikinci misafirin yorgunluğunun bir işareti, bozuk ruhunun bir tezahürü? Çünkü ilk misafir otel odasına girer girmez kimi zaman arkadaşı Natig’i, kimi zaman da istekli eşi Ofelya’yı aramak ister. Fakat “neler oluyor?” absürt oyunlarda soru cevaplanmaz.

      Doğrusu, hiçbir absürt oyunun somut bir sonucu ya da anlamı yoktur. Her şey söz konusu, hepsi benim yorumuma bağlı. “Otel Odasında Buluşma” oyununun yapısı ve müzikal tonu “Hayvanat Bahçesinde Ne Oldu?” oyunuyla hemen hemen aynı gibi duruyor.

      Açıkçası yazıyı yazmaya başladığımda Elçin’in tek perdelik oyunları hakkında bu kadar geniş bir yelpazede düşüncelere sahip olacağımı düşünmemiştim. Kısa bir duyuru yapıp isimlerini sıralayıp hızlıca üzerinden geçerim dedim. Ama öyle olmadı, nedeni bu küçük ölçekli oyunların birbirinden ilginç olmasıydı. “Hovsam Soğan” dahil… Yine 1990 yılında, bu kez Ağustos ayında (lütfen bu tarihe özellikle dikkat edin), Zugulba pansiyonunda yazılan bu oyun, farklı dönemleri, farklı ideolojileri, farklı tarihsel ve efsanevi kişilikleri iskambil kartları gibi karıştırıp tek trende sergiledi. Elçin, “Hovsan Soğanı” nın türünü absürt olarak tanımladı. Yazar, oyunla ilgili açıklamalarında, karakterlerin ait oldukları zaman ve mekânı belirtmeye dikkat çekmiştir: “Zaman 1990, Ağustos, sıcaklık 38 dereceydi; mekân: “Bakü-Buzovna” elektrikli treni” Bu cümleyle Elçin, sanatsal dünyasını pencerenin arkasından görülen gerçeklikle sıkı bir şekilde ilişkilendirdi ve okuyucuyu (izleyiciyi) karakterlerin gerçek olduğuna tamamen ikna etmeye çalıştı.

      “Hovsan Sogani” oyunundaki olay “Bakü-Buzovna” treninin hareketidir. Bu gerçek bir hareket ve gerçek insanlar onun içinde oturuyor ve bir yerden bir yere gidiyorlar. Ancak Elçin, sanki farklı zaman dilimlerinden geçiyormuş gibi bu treni Buzovna köyüne gönderir. Trenin yolcularını trende yaşayan ruhlarla ustalıkla karıştırır, oraya Nadezhda Krupskaya, Anastas Mikoyan, Karl Marx, Mihail Gorbaçov figürlerini getiriyor. Yani bu elektrikli tren sadece bir Buzovna treni değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin tarihi geçmişinden bir zaman treni.

      “Hovsan Soğanı”nda tüm bölümler uzaktan bir sesin anlattığı komik bir hikâye etrafında mozaikleniyor. Ses seyircileri ve aynı zamanda trenin yolcularını bilgilendirir: “Büyükbabam 1914’te dinlenmek için Kislovodsk’a gitti. Bir gün soğanı hatırladı. Mokarini’yi Bakü’den bir torba Hovsan soğanı getirmesi için göndermişti… Hizmetçi de gitmiş soğanları getirmişti. Bakın bu hikâyenin devamı oyun boyunca uzaktan bir ses ile anlatılacak: Dede her seferinde soğanı beklememiş. Bakü’ye gelecek ve ardından efendisinin


Скачать книгу
Яндекс.Метрика