Kardeş Sesler 2015. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
mola.
Karaya oturdu kayık.
Akıp giden bunca şey ne de karışık.
Akıntı da, akan da karışık.
Kafam çok karışık.
Sorular ah sorular.
Bebek ile katil aynı cümlede.
Sevgi ve nefret, sen ve ben,
Elimizde mi, dilimizde mi, nerede,
Cevaplar cevaplar hangi sırlı köşede.
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Şiir Atölyesi, 2015)
EVİM
Dört duvar arası.
Kimi zaman cennet mağarası,
Bazen de keder yarası,
Ocağım, bucağım, damım orası.
İçindeyim,
İki melek arası, bir de hayat yoldaşı,
Sabahındayım, akşamında,
Cennet ile cehennem arası, dünya hatırası.
Kiracıyım ben, kiracı,
Evimin de kiracısı.
Göçen hiç kimse de kalmadı ki tapusu ve harcı.
Ev denen bu yuva, kalbimin harcı.
Rüyalarımda, hayallerimde ve imanımda,
İnşa ettim alın terlerimde, hayat arkadaşımla.
Yaradan yarattı, uzattı yollarıma.
Evim de bir ocak,
Mutluluk kaynatır biz, bir oldukça.
Olmayana oldursun Mevla,
Bir kutlu yuvaya kondursun Mevla,
Eller ve kalpler buluşsun sema da.
Nice hayırlar buldursun Mevla.
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Şiir Atölyesi, 2015)
YOL
Önüme uzanmışsın,
Yarınım olmuşsun,
Benim suçum ne?
Ben sana değil, sen bana yol olmuşsun.
Kimi yerde bir yere varıyorsun.
Bazen ulu orta bırakıyorsun.
Düğümleniyorsun.
Karışıp duruyorsun önümde.
Kimleri getirdin, kimleri götürdün benden,
Ne zamanlar öldürdün önceden,
Nereye doğru uzanıyorsun böyle,
Ürküyorum sonunu göremeyince.
Bazı sokakların ne güzel,
Kimi yerde ne mübarekler,
Ah, olmasa da idi şu zalimler,
Söyle ey yol, nedir bu haller.
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Şiir Atölyesi, 2015)
Alper ŞENADAM
6 Mart 1994 İstanbul doğumlu. İlk ve ortaokulu Bahçelievler Atatürk İlkokulu’nda okudu. Bahçelievler Erkan Avcı Endüstri Meslek Lisesi, Metal Teknolojileri Bölümünü bitirdi. Gazi üniversitesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları 2. Sınıf öğrencisidir.
Çaycı Dil, Kültür ve Edebiyat Dergisinin yazı işleri sorumlusudur.
HİKÂYE:
Gaza Günü
GAZA GÜNÜ
14 Kasım 1808 gecesi:
Karargâh üstüne zifiri bir karanlık çökmüştü. Eski bir çiftlikten bozma karargâhın etrafında, üçerli gruplar halinde askerler devriye geziyorlardı. “Destur!” diye kaba bir ses yankılandı çiftliğin bahçesinde, ardından bir top sesi. İlk gülle iki katlı konağa ateşlenmişti. Gülle, misafir odasının duvarını delmiş ve iki askeri parçalamıştı. Nefes almadan diğer toplar ateşlendi. Yağmur gibi, gökten şarapnel yağıyordu. Her şarapnel bir candan can alıyordu. Alemdar Mustafa Paşa’nın ordusu fakir köylülerden oluşmuştu. Mustafa Paşa’nın seçtiği askerler, Mevlevi ya da Bektaşi geleneğinde yetişmiş kişilerdi. Aynı kademede olanlar birbirlerine “can” diye hitap ederdi. Toplar sustu. Kaba ses yine yankılandı. “Ali yar, Muhammed yoldaşımız, Allah aşkına hücum!” yattıkları yerlerden binlerce yeniçeri kalkıp yalın kılıç koşmaya başladı. Karargâh koridorlarında Alemdar Mustafa Paşa’nın sesi duyuldu. “Askerlerim! Gazilerim! Namerde boyun eğmeyen yiğitlerim, gün gaza günüdür. Devlet düşmanı, kanı bozuklara acımayın!” Alemdar Mustafa Paşa’nın yaveri bağırarak askerler arasında koşmaya başladı. “Nişan al! Ateş!” yüzlerce can bir anda can verdi. Yaver kılıcını çekti. “Süngü tak! Hücum!” yeniçeriler karargâhı dört bir yandan kuşatmış, Alemdar Paşa’nın ordusu da dört bir yandan kuşatmayı delmeye çalışıyordu. Tan vaktine girilmişti. Gece boyunca süren savaşın sonucunda Alemdar Mustafa Paşa, yanında yirmi askeriyle cephaneliğe çekilmişti. Eskiden buğday deposu olan mahzene indiler. Kapısına büyük bir asma kilit vurdular. Mustafa Paşa’nın yaveri son kalan askerlerini kapının önüne dizdi. Barut fıçılarının üstüne oturmuş paşanın önünde durdu. “Komutanım, emriniz nedir?” “Teslim olmak yok! Buradan kimseyi çıkartmam. Savaşarak ölsek dahi bu mendeburlar, ölülerimizi kapı kapı dolaştırırlar. Yüce Devlet Osmanlı’nın sadrazamı, köpeklere yem edilirse, iç ve dış düşmanlar saldırıya geçer. Daha kötüsü, halk nezdinde Halife efendimizin itibarı yerle bir olur. Aileme ‘Alemdar’ unvanı laf olsun diye verilmedi. Bu kol kopar, başım toprağı öper ve bedenim parçalara ayrılır yine de sancağa toz değmesine izin vermem.” Yaver ve geri kalan askerler, bayrağı tutan direk gibi dimdik durdular. Yaverin “Selam dur!” nidası depoda yankılandı. Alemdar Mustafa Paşa en dibe, karanlık bir köşeye çekildi. Sarma tütün sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekti. “Ya Hak!” dedi ve sigarasını barut fıçısına attı…
Padişah Mahmut Han, pencere önünde durmuş. Açtığı devlet sancağının altına akın akın giden milletini izliyordu. Elleri arkasında, sarı kehribardan yapılma, iri taşlı tespihini hızla çekiyordu. Akşam boyunca masa başında planlar yapmıştı. Akşamın karanlığı büyük bir kapışmaya sahne olmuştu. Alemdar Mustafa paşa karargâhına, başıbozuk yeniçeriler saldırı düzenlemişti. Mahmut Han, sabaha kadar iki babayiğit ordunun savaşından saatlik raporlar almıştı. Ne kadar kişi saldırdı… Ne kadar cephaneleri var… Ne kadar cephane harcadılar ve geriye kaç kişi kaldılar… Mahmut Han, cephanelikle beraber yüzlerce çerinin havaya uçtuğunu duyunca… Seccadesini serdi. Namaz kılıp dua etti. Seccadenin üstünde kararını verdi. Vezirini çağırttı. “Yeniçeriler ne kadar zaman da eski gücünü toplar?” “Sultanım, şimdi haber salsalar, en geç iki aya toparlanır. Eskisinden daha kindar olarak dönerler ve…” padişah elini kaldırdı. Sadrazam sustu. “Zaman tahtı düşünme zamanı değil paşa, donanmaya haber salın şehre giriş yapsınlar. Devlet sancağını meydana açıp halka da haber edin, kim Padişaha ve Halifeye bağlıysa… Kadın erkek, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden meydana, sancağın altına gelsin. Sokaklarda dolaşan yeniçeri artıklarını da ibreti âlem diye oldukları yerde boyunlarını vurun. Yeni döktürdüğümüz topları da yeniçeri karargâhına doğru çevirin. “Yeter artık! Savaşları kazanmamalarını bir yana bıraktım. Çarşıda ahlaksızlıklar