60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
bu anıların sonunun hatırlanmamasına bağlanabilir. Yani kahraman için bu kesitler birer hafıza uçurumundan ibarettir. Eserin muhtevasını insanoğlunun dünyaya gelmesiyle beraber çocukluk ve gençlik evrelerini geçirdikten sonra orta yaş döneminde hatıralar vasıtasıyla geriye dönüp muhasebe yapması teşkil eder. Ama bu hatıraların bir bütünlüğü yoktur. Sadece kahramanın yaşadığı ilk duygulardan müteşekkildir ve hikâyemizin kahramanı bu hatıralarda en önemli yeri de annesine ayırmıştır.
Hikâye dokuz bölümden oluşmaktadır. Her bölümün hikâye kahramanı için özel bir yeri vardır. Birinci bölüm var oluş ve çocukluk hatıraları, ikinci bölüm anneye duyulan sevgi, ilk mutluluk ve sıcak yuva hasreti, üçüncü bölüm ilk keder, dördüncü bölüm ilk korkaklık, beşinci bölüm ilk kaygı, altıncı bölüm ilk öfke, yedinci bölüm ilk küskünlük, sekizinci bölüm yüzleşme ve dokuzuncu bölüm oğlu üzerinden annesi ile karısını karşılaştırma.
Eserin giriş, gelişme ve sonuç bölümü hatta bütüncül bir olay örgüsü yoktur. Bu yüzden kesit hikâyesi olarak görmek daha doğrudur. Kesit hikâyelerinde “olay örgüsünün önemi azaltılmıştır. Her şeyden önce olay örgüsü, özenle seçilmiş büyük olaylardan oluşmaz. Hatta çok açık çatışmalardan doğan büyük olaylardan ısrarla kaçınılır. Her zaman, her yerde ve her insanın yaşayabileceği günlük hayat içindeki alelâde olaylar tercih edilir. Okuyucuyu heyecana sevk edecek entrikalardan uzak durulur.” (Çetişli, 2016, s. 31) Her bölümde bir olay örgüsü var görünmekle birlikte kahramanın ağzından iç konuşma ve yer yer bilinç akışı yöntemleriyle hayatın akılda kalan çeşitli kesitleri anlatılmaktadır. Bu kesitler göstermeye dayalı anlatım tarzıyla kahramanda oluşan yoğun duyguları ifade etmek için kullanılmıştır.
İlk ses, ilk çığlık… Herkesin bildiği bir gerçektir, dünyaya gelenin çığlığı: Benim de senin de. Diyor ki ey cemaat, ey dünya ben geldim, sesimden beni tanıyın. Peki başka neler gizlidir? Yaz, yorumla, sil, tekrar yaz; uydurma mahareti. Nasılsa ne bilen var ne de konuşan (Hüseynov, 2020, s. 37).
Hikâye var oluşla başlar, bebeğin ana rahminden gerçek dünyaya gelişi ile. Bebeğin kendi sesini duyurmak ve kendini ispat etmek istemesi varlık sebebini izah eder. Kendini göstermek isteyen çığlık ile beraber akan gözyaşları sebepsizdir fakat insan büyüdükçe bu gözyaşlarının acılaşması gerçek hayatla yüzleşmenin de bir kanıtı olur. Ama yine de yaşayan hiç kimse doğumla beraber gelen bu ilk gözyaşlarını veya ilk gülüşleri hatırlayamaz.
Birinci bölüm kendi içinde beş bölümden oluşur. Bu bölümlerdeki çocukluk hatıraları yitip gidenlerin izlerinden ve karanlık hatıralarda kalan aydınlıklardan müteşekkildir. Hikâyenin kahramanı giriş kısmında bilinç akışı ile verdiği doğum sahnesinin ardından birinci bölümün temasını oluşturan çocukluk hatıralarından bahseder. Burada kahramanın zihnine asılı duran hatıralar bir sayıklama edasıyla verilir. İlk sayıklamada kahramanın amcası oğluyla yaşamış olduğu hatıranın şimdi yerinde yeller esmektedir.
Çay taşı misali odamızdan çıkıp kızıl kulesi görünen Aleksandr Nevski Baş Kilesi’nin sivri uçlu, ok misali demir milleri arasından dosdoğru kaçıyoruz… Artık ne amcaoğlum sağ ne o çit duruyor ne de baş kilise var. Deniz yuttu, kızgın alevler eritti, zaman yıktı (Hüseynov, 2020, s. 37).
Hafızada kalanlar artık yoktur. Geçmişte yaşanan güzel bir hatıranın figüranları kahramanın yaşadığı gerçek zaman diliminde yok olup gitmiş ve kahramanın ruh halinde karamsar bir hava yaratmıştır. Aynı zamanda hafızada ardı bir anda kesilen bir “uçurum” oluşturmuştur. Gösterme sanatına dayalı bu anlatımlar iç konuşma ve bilinç akışı yöntemleriyle verilmiştir. İkinci sayıklamada babasının köyden getirmiş olduğu alnı beyaz kuzunun kesilmesi ve tadının da hatırda olmaması yine bir “uçurum” olarak zikrediliyor. Uçurum kelimesi hikâyenin ilk bölümünde leitmotiv olarak gösterilebilir. Sözcüğün tekrarı hatıraların kırıntıya dönüşmesinde önemli bir rol oynamıştır. “uçurum” aynı zamanda yok oluşu da içinde barındırmaktadır. Çünkü sonraki hatırada “Sigara da yalan kibrit de; sadece fotoğraf gerçek. Bir de baba, çünkü hâlen sağ, oğlu ise dönülmez dünyasında…” gerçeklik; fotoğraf ve sağ olan babayla kendini gösterirken dönülmez dünyaya giden çocuk uçurumda kendi yerini bulmuştur.
İlk bölümün dördüncü ve beşinci hatırası çocukluktan kalan iki hatıradan ibarettir. Hatıranın anlatıldığı uzun pasajda uzun boylu, iyi yarı adamlar ve diğerinde kahramanın beşikten düşerek kum tanelerini yemesi akılda kalanlardır. Gramofon, milis karakolu ve lezginka oynayan uzun boylu, geniş omuzlu adamlar… Kahraman, milis karakolunda sandalyenin üstüne konmuş tabureye oturtulmuştur fakat kısa olduğu için ayakları taburenin ayaklarının bitiştiği çıtaya bile yetişmemektedir. Bu yüzden metinde sürekli tekrar eden “geniş omuzlu, uzun boylu erkekler” onun gözünde büyüdükçe büyümüştür. Onların oynadığı lezginka da kahramanın hafızasına bu zıtlık üzerine bir daha gitmemek üzere yerleşmiştir. Bu hatıralarda da yine anlatıma güç katmak için iç konuşma yöntemi kullanılmıştır. Kahraman anlatıcı gösterme sanatına dayalı olarak tasvirlerden yararlanmıştır. Bu bölümlerde mekân çok fazla tasvir edilmemiş ve bir dekor olmaktan öteye geçememiştir. Mekân tasvirleri de kaba hatlarıyla yapılmıştır.
İkinci bölümden sekizinci bölüme kadar kahramanın yaşamış olduğu birçok duyguyu ve bu duyguları ortaya çıkaran hatıraları görmekteyiz. Dolayısıyla bütün kırıntılar bu duyguları anlatmak için bir araç olarak kullanılmıştır. Asıl olan yaşanan olaylar değil, o olayların duyguları anlatmasıdır. İkinci bölüm kahramanın ilk sevincini anlatır ki hikâyenin genelinde verilmek istenen mesajın merkezinde anne ve yuva hasreti vardır. Bu bölümde anlatılan iki hatıra vardır. Hangisi kahraman için ilk mutluluktur bilinmez ama iki hatıranın da anneye bağlanmış olması burada mühimdir. İlk hatırada: Koşa koşa kucağına atlıyorum, beni tutuyor ve bağrına basıyor, kucağında götürüyor, sağlam, güçlü ve en yüce… Tek. Eşi bulunmaz. Yalnızca benim… (Hüseynov, 2020, s. 39). Anne, kahraman için eşi bulunmaz bir varlıktır. Bu durumu Jung’un “anne arketipiyle de açıklayabiliriz. Ona göre “çocuk psike’si üzerindeki etkilerin tek kaynağı kişisel anne değil, anneye yansıtılan arketiptir; bu arketip anneye mitolojik bir arka plan vererek ona otorite, hatta tanrısallık katar.” (Jung, 2005, s. 35). Çocuklukta anneye karşı bu bağlılık aynı zamanda Oedipus kompleksini de akla getirmektedir. Zaten hikâyenin ilerleyen bölümlerinde kahramanın babasına olan küskünlüğünün sebebi de annesine bağlanacaktır. Anne, kahramanın yaşamının her döneminde izler bırakmıştır hem hayatta iken hem de öldükten sonra. İkinci hatıra da anneye bağlanan sıcak aile hasreti ile alakalıdır. Eve giden uzun yolda yanlarından geçen trenin etrafa sıcaklık yayması, petrol kokusunun bile kahramanın içine sinmiş olması mutluluğun simgesi olmuştur. Aslında “ev” annenin sıcak kucağıdır kahraman için.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного