Kardeş Sesler 2020. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
aradım. O da “Babamın yine hastalandığını, hastaneye kaldırmak için ambulansı aradığını” söyleyince peşinden Türkiye’deki kız kardeşimi aradım. O da karakoldan izin alarak babama gitmek için yola çıktığını söyledi. Bundan sonra telefon trafiği durmadı aramızda. Dört bir yanda gelen giden telefonlar, endişeler, korkular… Bir yandan yapılan tahliller, testler ve alınamayan sonuçlar…
Sonunda babam hastaneye yatırıldı. Üç gün ne yemek verdiler ne de bir yudum su. Aylardır hasta olduğundan dışarı çıkamayan babam maalesef bu süreçte oldukça asabileşmişti. Şimdi üstüne üstlük ne yemek vardı ne de su… Kardeşim bugün bir resmini çekip göndermiş hepimize, görünce başımdan aşağıya kaynar sular döküldü sanki. O iri yarı adam gitmiş, neredeyse kemik yığını kalmıştı. En kötüsü de babam orada hastanede yatarken biz de burada tutuklu kalmıştık. Kimse yerinden kımıldayamadığı gibi elimizden hiçbir şey de gelmiyordu. Kardeşim, kendisi de risk grubundayken babamla ilgilenmek zorunda kalıyordu, gerçeği söylemek gerekirse biz babamdan çok onun için endişe ediyorduk. Ambulansın direk olarak Haydarpaşa Pandemi Hastanesi’ne getirdiği babamın, çok şükür Covit 19 olmadığı anlaşıldı. Hafta sonu ve dört günlük sokağa çıkma yasağından mıdır nedir; anlayamadığımız bir konu da hastanede yardım edecek hiçbir hasta bakıcısının olmamasıydı.
Herkes bir şekilde yaşamını devam ettiriyordu; evet, ama gurbetçinin asıl belini büken gümrüklerde giriş ve çıkışların hâlâ yasak olmasıydı. Bırakın tatile gitmeyi, kimse ne cenazesine ne de bir hastasına gidebiliyordu. Rahmetli dedem köydeki evinde yalnız yaşarken vefat etmişti. Babamın da bu yüzden en büyük korkusu, yalnız kalmak ve Allah korusun bir gün yalnız ölmekti. Zaten annemin vefatından hemen sonra yanlış bir evlilik yapmasının da sebebi bu değil miydi? Neyse ki şimdiki eşi iyi biriydi de gözümüz arkada kalmıyordu. Annem, hep sağlığında “Bana bir şey olursa babanıza iyi bakın.” diyerek babamı bize emanet etmişti. Etmişti de hani biz neredeydik? Ağabeyim hem risk grubunda hem de seyahat yasağı olan bir şehirde yaşadığından gelemiyordu. Her şey yine risk grubundaki kardeşimin omuzlarına yüklenmişti.
Bütün dünyayı kasıp kavuran Korona virüsü yüzünden oluşan yasakları aşabilmemize imkân yoktu. Geceler boyu gördüğüm kabuslar yüzünden bozulan uyku düzenim umurumda değildi. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu virüse dair. Ne yapabilirdik, kime inanacaktık? Allah’tan umut kesilmez deyip her gün babam ve tüm hastalar için dua ederken onlara bakanları da unutmuyor, sağlık, sabır, güç ve kuvvet diliyordum.
Elbet bir gün, bu kötü günler de geçecek, her şey çok güzel olacaktı.
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Mayıs 2020)
YEŞİL KÜVET
Elif teyze, önündeki sehpanın üstünde duran çayından bir yudum daha aldı. Gözlerini bir noktaya sabitleyerek uzun uzun baktı. Kim bilir şu an aklından neler geçiriyordu? Neler sığdırmıştı o güzel yüreğine de sessiz sedasız süzülen iki damla yaş yanaklarını ıslatmıştı? Yüzünü çevreleyen saçlarını böylesine beyazlatan anılar hangi zamanın çizgisini taşıyordu?
Dolan gözlerine baktıkça merakım daha çok artıyor, her şeyi anlatsın istiyordum. Yaralı yüreğini daha çok kanatmamak için bekleyecektim. Kapattı gözlerini, sanki bir rüya alemine daldı, gitti. Belki de şu an yakaladığı sadeliği, huzuru kaybetmekten korkarak bir süre etrafı dinledi. Evin önündeki, seneler önce kendi elleri ile diktiği çam ağaçlarının tepesindeki kuş sesleri ve rüzgârın ağaç yapraklarını okşayarak çıkardığı sesler dışında çıt çıkmıyordu. Bahçeyi, yola paralel bir şekilde boydan boya kaplayan beyaz ve mor leylâkların mis gibi kokusunu rüzgâr bize kadar ulaştırıyor, aramızdaki sessizliğe ayrı bir gizem katıyordu.
Başını başka bir tarafa çevirdiğini görünce, bakışlarını takip ederek baktığı noktayı bulmaya çalıştım. Karşımızdaki iki katlı, beyaz badanalı evin çatısında bir çift kumru vardı. Elif Teyze onlara bakıyordu. Dakikalarca baktı. Sonra benim orada olduğumu birden hatırlamış gibi bana döndü.
–Bak! Kumrular bile çift yaşıyor. Ayrılık zor. Sevdiklerin hayattayken onlara hasret yaşamak öyle zor, öyle acı ki…
Belli ki o yorgun yüreği doluydu. Anlatsa rahatlar mıydı acaba?
–Anlatmak ister misin Elif Teyze, dedim.
Soğumuş çayından bir yudum içti, yüzünü buruşturdu.
–Oldum olası hiç sevmem soğuk çayı, dedi. Çay dediğin; insanın içini ısıtmalı, sıcak bir dost muhabbetini, bir çocuğun parlayan gözlerini, sevgilinin sıcacık nefesini hatırlatmalı.
Sustu, düşündü bir süre.
–Ben Avusturya’ya çok küçükken geldim. Annemle babam bir evin tek odasında kalıyorlar, mutfağı evin diğer odasında kalan aile ile birlikte kullanıyorlardı. Benim ayrı bir odam yoktu. Mutfağa açılan oda kapılarının tam karşısında mutfak lavabosu vardı. İki ailenin mutfak dolapları ayrıydı. Mutfakta hazırladığını her aile kendi odasında yediğinden kimsenin oturmadığı bir yemek masası, onun da arkasında benim için hazırlanan tek kişilik bir yatak vardı. Yatağın önünde; tavandan yere kadar inen kalın perde, mutfakla benim alanımı ayırıyordu. Oturum vizesi alabilmem için eve gelen Avusturya polisi yan kapıdaki kiracı ailenin tüm itirazlarına rağmen “Yaşımın daha küçük olduğunu ve mecburen ailemle kalmam gerektiğini,” belirterek mutfakta yatabileceğimi söyledi. Bir sene sonra yandaki aile taşınınca babam o odayı da kiraladı. Böylece iki oda, bir mutfak evimiz oldu. Ben de mutfakta yatmaktan kurtulup, oturma odasındaki açılınca tek kişilik yatak olan kanepeye geçtim.
O zamanlar gözümüze saray gibi görünen evimizin banyosu yoktu! Banyosu yoktu ama nerdeyse küvet büyüklüğünde yeşil bir leğenimiz vardı. Gerektiğinde yatak odasında ya da mutfak da kullanılırdı. Ben genelde akşam saatlerini seçerdim. Hiç unutmam; bir akşam plastik küvetimizi doldurmuş içine girmiştim. Kısa bir süre sonra kapı zili çaldı, kapı açıldı, içeriden yabancı erkek sesleri gelmeye başladı. Birileri bir şeyler söylüyor, annem de bildiği birkaç kelime Almancası ile bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Neler olduğunu anlayamadığımdan merak ve endişe ile ses çıkarmadan korkuyla bekliyordum. Sesler yaklaştı, biri oda kapısının kolunu tutarak içeri girmek istedi. Zavallı annem yarı Almanca yarı Türkçe, benim içerde banyo yaptığımı anlatmak istiyordu. Polis olduklarını sonradan öğrendiğim adamlar, açmam için kapıya vuruyorlardı. Sonunda annemin “Kızım dışarı çık, bunlar odaya bakacaklarmış.” diye seslendi. Kapıyı açtım. Saçlarım ıslaktı. Biri hemen odaya daldı ve sağa sola baktı. Ortada içi köpüklü su dolu, yeşil bir leğen duruyordu. Polis tebessümle suratıma bakarken ben utançtan yerin dibine girmiştim. Beş dakika sonra özür dileyerek gittiler.
Gece vardiyasında çalışan babam gelince olanları anlattık. Ev şirket evi olduğu için o da ertesi gün patronuna neler olduğunu sormuş. O da polisi arayıp bilgi isteyince olay anlaşılmış. Son zamanlarda “kaçak” diye nitelendirdikleri; oturma vizesi olmayan kişilerin sayısında artış olmuş. Akrabaları yardım amacıyla bu kişileri evlerinde barındırırlarken para karşılığında saklayanlar da çokmuş. O yüzden sık sık böyle baskınlar yapılıyormuş. Biz de yabancı aile olduğumuzdan baskına maruz kalmışız.
Elif Teyze, esen rüzgârdan korunmak ister gibi omuzlarına aldığı battaniyeye daha sıkı sarıldı.
–İşte böyle, dedi. Ben hayatımda ilk defa o gün yabancı olduğum için aşağılandığımı hissettim. O günden sonra bir daha evimize baskın olmadı. Ancak başka yerlere her gün asılsız baskınlar yapılıyor insanlar aşağılanıyordu. Kanun ve kural