Sovyet Öykü Seçkisi. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
bütün gün koltuğun altında yattım, hatta zayıfladım. Hep böyle bir şiir yazmak istedim. Buldum ve acayip gururluyum.
Verandada keskin bir rüzgâr.
Yaprakları hızlıca büker.
Ben neşeli foks köpeği Mikki,
Hayvanların en akıllısı!
Muhteşem! Şiir yazdım ve öyle heyecanlandım ki yemek bile yiyemedim. Düşünsenize! Bu dünyadaki ilk köpek şiiri, hâlbuki ben ne okula gittim, ne de “şairler mektebinde” eğitim aldım… Acaba bizim aşçı kadın böyle şiirler yazabilir mi? Oysa o 43, ben ise sadece 2 yaşındayım. Hav! Bu cüce Zina’nın evinde kimin yaşadığına dair hiçbir fikri yok… Beni peçeteyle kundakladı, dizlerine yatırdı ve manikür yapmaya başladı. Susuyor ve kızıyorum. Acaba bu kız milleti yararlı bir şeyler düşünüyor mudur?
Ve yatarak içimden kendi şiirlerimi tersten okumaya çalıştım. Hav! Belki böyle kulağa daha hoş gelir?…
Sert rüzgâr verandada
Hızla savurur tüm yaprakları
Mikki foks neşeliyim ben
Hayvanların en akıllısı…
Ay, ay, ay! Bu da ne böyle?
Kedi yavruları! Söyleyin lütfen! Onların annesi, kurnaz yaratık, tüm gün parkta ortalıktan kaybolur; bir bakmışsın yok, ağaçtaki sivrisinek gibi. Ben ise onun yavrularıyla oynamak zorundayım… Biri benim burnumu yalıyor. Ben de onu yalıyorum, ama dişlerim nedense gıcırdıyor… Diğeri kulağımı emiyor. Sanki onun annesi benim… Üçüncüsü sırtıma tırmanıyor ve sanki elinde rende varmış gibi beni tırmalıyor. Mrrrr! “Sessiz ol Mikki sessiz…” Zina gözünden yaş gelene kadar kahkaha atıyor: “Sen, diyor, onların amcaları gibisin…”
Kızmıyorum. Onların da birini yalaması, emmesi ve tırmalaması gerekiyor. Ancak neden bu kız gülüyor?
Ne kadar tuhaf, ne kadar tuhaf! Bugün vicdansız kedi nihayet çocuklarına geri döndü. Biliyor musunuz, yavru kediler beni bırakıp annelerinin altına sokulunca masa örtüsünün altından baktım, hasetten tüm dişlerimi sıktım ve sinirle hıçkırdım. Bunun üzerine kesinlikle bir şiir yazacağım.
Dışarı çıktım. Yavru kediler ile artık oynamak istemiyorum. Benim değerimi bilmediler. Zina ile de artık oynamak istemiyorum. Burnuma ruj sürdü.
Bundan sonra vahşi bir foks olacağım, bir kestane kovuğunda yaşayacak ve güvercin avlayacağım. Uuu!
Gramofon plağının üzerinde bir resim gördüm. Bir foks köpeği gramofon borusunun önünde oturmuş, kafasını yana çevirmiş, kulağını salmış ve dinliyor. Saçmalık! Hiçbir evcil foks köpeği bu hırıltılı ve deli saçması makineyi dinlemez. Zina’nın babası olsaydım, ben daha iyisini yapar ve salonda bir inek beslerdim. İnek de homurdanıyor ve bağırıyor, üstelik onu evde sağmak ahıra gitmekten çok daha rahat olur. Ne ilginç bu insanoğlu…
Zina ile barıştım: oyuncak bowling topunu rulo yapıp parke üzerinde yuvarlıyor, bense bacaklarımla onu yakalıyordum. Ah, yakalayabileceğim yuvarlak olan ve yuvarlanan her şeyi ne kadar da seviyorum!
Lakin kız çocuğu hep kız çocuğudur. Yere oturdu ve esnedi. “Hey Mikki, aynı şeyi yüz kere yapmaktan sıkılmadın mı sen?”
Öyle mi? Zina’nın oyuncak bebeği, kitapları, kız arkadaşları var, babası sigara içer, aptalca iskambil kartlarıyla oynar, gazete okur; annesi tüm gün giyinir, soyunur. Benim ise sadece bir topum var, ama beni hep azarlıyorlar!
Pirelerden nefret ediyorum. Ne-ff-rr-ee-t. Bence aşçı kadını ısırabilirler (Zina’ya kıyamam), ama nerde, bütün gün bana dadanıyorlar, sanki şekerim. Kedi yavrularından bile bana atlıyorlar. Pekiyi! Ön tarafa gideceğim, sırtımı yere doğru uzatarak kaba bir paspasın üzerine uzanacağım, onları kaşıyacağım ve böylece bayılacaklar. Hav hav hav!
Şömine yaktık. Ateşe bakıyorum. Ama ateşin ne olduğunu kimse bilmiyor.
Soru, sonunda bir balık kancasının, yani soru işaretinin olduğu bir satıra deniyor.
Beş soru kafamı kurcalıyor. Neden Zina’nın babası “gözlerinin yerinden fırladığını” söyledi ki? Onlar hiçbir yere fırlamadılar, gözlerimle gördüm. Neden aptalca şeyler söylüyor ki? Gardıroba doğru yanaştım, aynanın önünde oturdum ve var gücümle yukarı doğru baktım. Saçmalık! Alın da gözler de olduğu yerde duruyor.
Ayda foks köpekleri yaşıyor mu, ne yerler, benim aya doğru yaptığım gibi onlar da dünyaya doğru uluyorlar mı? Tabak şeklindeki ay birden günlerce ortadan kaybolduğunda foks köpekleri nereye gidiyordur? Mikki, Mikki bir gün aklını kaçıracaksın!
Neden balıklar livar48 denen boş ağa giriyorlar ki? Eğer suyun altında nasıl yaşayacağını bilmiyorsan, gölette sessizce oturursun. Balıklara çok üzülüyorum. Sabah yüzen ve baloncuk çıkaran balıklar, akşama karanlık ve dar bir insan midesinde sindiriliyor. Dahası, vahşi kedi tüm artık bağırsakları bahçeye dağıtıyor…
Neden Zina’nın dadısı hep esmer iken, bugün saçları saman demeti gibi? Zina kıkırdadı, bense korktum ve düşünceye daldım. Ah Mikki, iyi ki bir köpeksin. Seni böyle bir papağanla evlendirselerdi, salı günü siyah, çarşamba turuncu, perşembe mavi ve yeşil çizgili… Aman aman. Ateşim çıktı hemen.
Neden kötü davrandığımda suratıma hemen köpek namlusu takıyorlar, bahçıvan ise haftada iki kez sarhoş olur, sinirli boğa gibi kabadayılık taslar, ama ona bir şey yapmazlar? Zina’nın amcası bahçıvanın “gazi” olduğunu, bu nedenle ona hoşgörüyle yaklaşılması gerektiğini söylüyor. Mutlaka “gazinin” ne olduğunu öğreneceğim ve gazi olacağım. Bana da hoşgörülü davransınlar. Kemiğimi bitirmeye gideceğim (Onu sakladım… Nerede? Bunu söylemem!). Sonra tekrar yazacağım.
Ah, rüyamda ne gördüm! Köpek okulunun müdürü olmuşum. Köpekler sınıfta oturuyorlar ve “ünlü köpeklerin tarihleri”, “doğru köpek davranış kuralları”, “beyin kemiğini nasıl yemek gerekir” ve köpekleri ilgilendiren diğer konularda dersler dinliyorlar.
Küçüklerin sınıfına girdim ve “Merhaba köpekçikler,” dedim. Hav hav hav, Müdür bey! “Bunlardan memnun musunuz Bay Mops?” Müzik öğretmeni olan Bay Mops gevelendi ve mırıldandı. Şikâyet edemem. Gayret gösteriyorlar. “İyi bakalım. Yetkime dayanarak köpekçiklerin yarım saat salıverilmesini emrediyorum.”
Aman Tanrım, birden olan oldu! Köpekçikler çete halinde üzerime atladı. Yere yapıştırdılar. Biri bana bir mürekkep püskürttü, bir diğeri beni kuyruğunun ucundaki bir tüyle deldi, ah! Üçüncüsü kulaklarımı yana doğru çekmeye başladı, sanki kauçuk gibi… Bir lokomotif gibi ses çıkardım ve uyandım. Ay! Yerde bir hamamböceği oturmuş Zina tarafından atılan bisküviyi yiyor. Panjur pencereye çarpıyor. Uu-uu-uu!…
Zina’nın odası kilitli. Mutfağın arkasındaki köşeye süzüldüm ve aşçının yatağının yanındaki halıya kıvrıldım. Tabii ki aşçıyı sevmiyorum, o bir horluyor, raftaki kavanozlar yerinden oynuyor, tombul ayağını battaniyenin altından çıkardı ve parmaklarını uykusunda kımıldattı… Ne yaparsın işte?
Pencereden ışık gelmeye başladı, ben ise yatarak düşünüyordum; rüyam ne anlama geliyor? Aşçının tozlanmış bir rüya tabirleri kitabı vardı. Şişman parmaklarıyla onun sayfalarını sık sık çevirir ve her seferinde rüyada
46
Livar: Suyun altında balıkların kaçmasını engelleyen kapaklı ağ. ( ç.n. )